Padişah Vahdettin Sevr’i imzaladı yalanı – Sevr Projedir
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
Sultan Vahidüddin Han (rahmetullahi aleyh)
***
Kemalist rejimin borazanlığını yapan okullarda ve yahudi güdümlü medyada, Sultan Vahidüddin’in -haşa- Sevr’i imzaladığı, vatanını sattığı vs. anlatılır. Halbuki bu kuru bir iftiradan başka bir şey değildir. M. Kemal Atatürk ve avenesinin Kurtuluş Savaşı adı altında Osmanlı Devleti’ne yaptıkları darbe sonucu kurdukları rejimi meşru göstermek için Sultan Vahidüddin’e hain diyorlar. Bunu her fırsatta ısrarla dile getirmelerinin yegane sebebi budur. Aksi halde, kendi rejimlerinin gayri meşruluğu ortaya çıkacak, korkuları bu.
*
Sultan Vahidüddin Han Sevr’i imzalamamıştır
Sultan Vahidüddin kesinlikle Sevr’i imzalamamıştır ve zaten bu yüzden Yunan ordusu Anadolu’ya yayılmıştır. Sevr hükümlerine göre Yunan yönetim bölgesi Izmir ve Ayvalık yöresiyle sınırlıdır, oysa Yunan ordusu Trakya ile Balıkesir-Bandırma ve Bursa yörelerini işgal etmiştir ve bunun sebebi de az önce belirttiğimiz gibi Sultan Vahidüddin’in Sevr’i imzalamamakta direnmesidir.
Yunan ordusunun yenilmesinden sonra Venizelos muhalifleri (Kral Konstantinciler) bu taarruzun gerçek sebeplerini ortaya koymak için Fransa’da “Le Matin” gazetesinde 1.12.1922 tarihinde belgeler yayınlamaya başlamışlardı. Sözü edilen belgelerin birinde, Venizelos’un, 22 Haziran taarruzuna Ingilizlerden nasıl izin aldığı açıklanmaktadır. Bu açıklamanın bir yerinde Venizelos, aynen şöyle yazıyor:
“Bu hareketle barış andlaşmasının (Sevr) imza ve uygulanmasını sağlayamazsam, Yunan kuvvetlerinin sayısını arttırmayı üzerime alacağım.”[1]
Zaten Yunanistan’dan başka hiçbir devlet, Osmanlı Devleti dahil, Sevr’i imzalamamıştır. Itilaf Devletleri bile Sevr’i tasdik ettirmek üzere kendi meclislerine götürememişlerdi.[2]
10 Ağustos 1920’de Osmanlı hükümetinin delegeleri, Paris’te yapılan baskılara dayanamayarak zaman kazanmak amacıyla Sevr’i imzalamıştır, ancak bu, meclis tarafından onaylanmadıkça hiçbir anlam ifade etmiyordu. Onun için Itilaf Devletleri bu anlaşmayı hem kendi meclislerinde hem de Osmanlı meclisinde onaylatmak zorundaydı. Halbuki bunların ikisi de olmayacaktı. Çünkü her şeyden evvel o günkü Osmanlı Anayasası’nın 7’inci maddesi barışla ilgili anlaşmanın mecliste onaylanmasını öngörüyordu; ama ortada meclis yoktu.[3] Zira Sultan Vahidüddin, Sevr’i kabul ederler endişesiyle ekseriyeti Ittihat ve Terakki mensubu olan Osmanlı Meclisi’ni feshetmişti. Ardından 22 Temmuz 1920’de memleketin seçkin insanlarından oluşan bir Saltanat Şurâsı toplamıştı ancak Sevr’in lehine bir karar çıkacağını anlayınca, bu şurâyı da bir iradeyle dağıtmıştır.[4]
Sultan Vahideddin’in Mabeyn Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi, Saltanat Şurâsı’nı terk eden padişahın o esnadaki halini şöyle tasvir eder:
“Müşarünileyh (Sultan Vahideddin) meclisten çıkarak Abdülmecid Efendi de koltuğuna girerek, orta kattaki daire-i hususiyyelerine avdet etmek üzere melul ve mahzun bir halde servis merdiveninden inerken iki gözünden yaş akıp ‘Karılar gibi ağlıyorum’ diyordu.”[5]
Bütün bunlara rağmen Sultan Vahidüddin’e nasıl vatan haini denir?
Ismet Inönü’nün Lozan’da Lozan antlaşmasını imzalaması, bu antlaşmanın kabul edildiğini mi gösterir? Hayır, kabul edilmesi için meclisin onayına sunulması gerekiyordu, nitekim öyle de olmuştur.
Murat Bardakçı dahi Sevr’in onaylanmadığını Hürriyet’teki köşesinde “Hiç endişelenmeyin, Sevr’i biz zaten onaylamamıştık” başlıklı yazısında:
“Milletlerarası bir anlaşmanın imzalanmış olması, bugün olduğu gibi, o zamanlarda da metnin yürürlüğe girmesi için kâfi değildi. Metin imzalanır ve devletler kendi kanunlarının öngördüğü şekilde onayladıktan sonra ‘teati ederler’, yani onay belgelerini karşılıklı olarak birbirlerine verirler ve anlaşma ancak bundan sonra yürürlüğe girerdi. Sevr’in 433. maddesinde, ‘Onay belgelerinin Türkiye ve üç müttefik devlet tarafından en kısa süre içinde Paris’e gönderilip bir tutanak hazırlanmasından sonra yürürlüğe gireceği’ yazılıydı. Türkiye ise anlaşmayı onaylamadı, onay belgelerinin gönderilmesi ve teatisi diye birşey sözkonusu olmadı, dolayısıyla da Sevr, bizim açımızdan hiçbir şekilde resmiyet kazanmadı.”[6] diyerek bu hususu gayet güzel bir şekilde izah etmiştir.
Tarihçi Ayşe Hür ise, Sevr’in fiilen uygulanmasının mümkün olmadığını ve hiçbir zaman da yürürlüğe girmediğini şu sözlerle ifade ediyor:
“Antlaşmaya göre, Çatalca’ya kadar bütün Trakya, Ege adaları ve Izmir, Yunanistan’a; Suriye ve Çukurova, Fransa’ya; Irak ve Filistin, Ingiltere’ye; Antalya ve havalisi Italya’ya veriliyor; Istanbul ve Boğazlar Ingiltere ile müttefiklerinin işgali altına giriyor, Boğazlar’ın yönetim ve denetimi milletlerarası bir komisyona devrediliyordu. Doğuda bağımsız bir Ermenistan, güneydoğuda Kürdistan kurulması planlanıyordu.
Britanya’nın Anadolu’da değil, Ortadoğu coğrafyasında gözü vardı. Ancak bu coğrafyanın paylaşımı Sevr’e kalmadan, daha 1918’de bitmişti. Fransa daha 1919 aralığında Türk tarafına, uzlaşmaya hazır olduğunu bildirmiş, 30 Mayıs 1919’da ise (geride beş uçak ve önemlice mühimmat bırakarak) Kilikya (Adana) yöresine çekilmişti. (Fransa 1921 yılının ocak ayında Kilikya’dan tamamen çekilerek sahneden çıkacaktı.)
Italya, Sevr süreci boyunca ‘barış koşullarını’ uygulamak için gireceği açık olan ‘ölümcül bir savaşta’ kesinlikle yer almayacağını defalarca belirtmişti. Çünkü o tarihlerde Sevr’in ancak ‘silah zoruyla’ kabul ettirilebileceğinin herkes farkındaydı. Örneğin Fransız Mareşali Foch’un Mart 1920’de yaptığı hesaba göre, Türkleri yenmek için en az 27 tümene ve 400 bin askere ihtiyaç vardı. Oysa o tarihlerde Istanbul’daki Müttefik askerî varlığı yedi bin, Yunan ordusunun toplamı ise 80-100 bin civarındaydı.
Sevr sürecinde, aslan payını almayı uman Yunanistan ise o tarihlerde Bursa’ya kadar gelmişti. Halbuki Sevr ile Yunanistan’ın kazancı değil kaybı olacaktı. Çünkü o güne kadar işgal ettiği yerleri Sevr’e göre tahliye etmek zorunda kalacaktı.
Müttefikler Rusya’ya karşı tampon olarak düşündükleri Kürt ve Ermeni mandasını sürdürecek durumda olmadıklarından sorumluluğu ABD’ye yıkmak istiyorlardı. Ancak o yıllarda izolasyonist bir politika izleyen ABD, Türkiye ile savaşa girmediği için ne Antlaşma’nın hazırlanmasında rol aldı, ne de nihai belgeyi imzaladı. Sevr’de kurulması düşünülen ‘Büyük Ermenistan’ın hamiliğini üstlenmeyeceğini daha 1920 martında ilan etti. Bunu izleyen aylarda Britanya, Fransa, Italya ve Norveç, Ermenistan’ın savunmasıyla ilgili herhangi bir askerî yükümlülük üstlenmeyeceklerini açıkladılar. (Bunun üzerine Erivan’daki Taşnak Hükümeti Ankara ile uzlaşmak zorunda kalacak, 2-3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Anlaşması ile Ermeni tarafı Sevr Antlaşması’nda kendisine tanınan haklardan feragat ettiğini açıklayacaktı.)
Kürtlerin büyük bir bölümü, Erzurum ve Sivas kongrelerine ve Büyük Millet Meclsi’ne katılmışlar, Sevr’de Ermenilerle ortak bir Kürt devleti kurmak için kulis yapan Şerif Paşa, doğudaki bazı Kürt aşiret liderlerinin protesto telgrafları üzerine 5 Mayıs 1920’de Paris Barış Konferansı masasından çekildiğini açıklamak zorunda kalmıştı.
Başta da belirttiğim gibi Sevr’in fiilen uygulanamaz oluşu bir yana hukuki olarak da hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Antlaşma, Osmanlı Meclis-i Mebusanı 11 Nisan 1920’de Padişah tarafından kapatıldığı için görüşülmedi bile. Ankara Hükümeti ise Sevr’i hiçbir zaman kabul etmedi. Ancak antlaşma, Yunanistan dışında Itilaf Devletleri ve müttefiklerinin parlamentoları tarafından da onaylanmadı.“[7]
Ord. Prof. Dr. Charles Crozat da “Devletler Umumi Hukuku” isimli eserinde Sevr’in tasdik edilmediğini belirtiyor.[8]
Kemalist tarihçi Prof. Sina Akşin’in 1983 yılında “Yaba” dergisine yazdıkları bunu teyid etmektedir:
“ABD 1919 sonunda Avrupa siyasetinden elini eteğini çekmek kararını aldı. Ingiltere, Müslüman sömürgelerine ibret olsun diye Yunanistan’ı kendi uydusu yapıp Türkiye’yi ezmek kararındaydı. Fransa ve Italya, onun müttefiki olarak bu karara katılıyor görünüyorlardı. Nitekim Sevres Antlaşması’nı birlikte yaptılar. Fakat anlaşılan kimse Sevres’i ciddiye almıyordu ki hiçbir devlet bu antlaşmayı onaylamadı. Sevres’i, garip bir şekilde, bile bile ölü doğurdular.”[9]
Prof. Sina Akşin, “Iç Savaş ve Sevr’de Ölüm” isimli eserinde de Sultan Vahidüddin’in Sevr’i hiçbir zaman onaylamadığını yazmıştır.[10]
Sultan Vahidüddin, yurdu terk ettikten sonra da Mekke’de yayınladığı bildiride, Sevr’i tasdik etmediğini beyan etmiştir.[11]
Devrin Iç Işleri Bakanı Ahmet Reşit Beyin hatıralarında yazdıkları da Sultan Vahidüddin’i doğruluyor:
“Zat-ı şahanenin bu antlaşmayı -sadrazamın ısrarına rağmen- tasdik etmekten kesinlikle kaçındığı şüphesizdir.”[12]
Padişah’ın damadı Ismail Hakkı Okday Bey, Sultan Vahidüddin’in anlaşmanın geçici bir süre ile dahi imzalanmasına karşı olduğunu şöyle anlatmaktadır:
“…Sultan Vahidüddin Han, Ekim ayında müttefiklerin onca baskısına ve Damat Ferit Paşa’nın kanunî mecburiyet olduğunu hatırlatmasına rağmen Sevr’i geçici olarak dahi imzalamayı reddetmişti. Sevr’i daha sonra imzalamayı reddederek Sultan çok açık bir biçimde bu barışın şartlarını kabul etmediğini yeterince göstermişti.”[13]
Sevr’den her bahsedildiğinde “Mecelle-i Mesaib” (Musibetler Mecmuası) diyen Sultan Vahidüddin, Avni Paşa’ya dikte ettirdiği hatıralarında kendini şöyle ifade etmiştir;
“… O Sevr ki ilk defa elime aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim… Sevr bana göre ne bir antlaşma ne de bir paktı. Kötülüğün baştan aşağıya ta kendisiydi.
Bu belge elime geldiğinde, mecburi ve geçici bir imza taktiğiyle (delegelerin imzasıyla) biraz zaman kazanmaya çalıştım. Eğer işler kötü gider ve bu oyalamayı başaramazsam antlaşmayı imzalamaktansa tahtan feragata kararlıydım.”[14]
Sultan Vahidüddin’in Sevr’i tasdik etmediğini ve ondan kurtulmak için çareler aradığını, Millî Istihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) atası olan “Teşkilât-ı Mahsusa”nın son Başkanı Hüsamettin Ertürk, “Iki Devrin Perde Arkası” adını taşıyan anılarında şöyle ifade etmektedir:
“Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin, Düvel-i Itilafiyenin hazırladığı Sevr Muahedesi’ni hiç bir zaman tasdik etmeyerek ondan kurtulmak çarelerini aramıştır.”[15]
*
Sevr’i kabul etmek istemeyen Osmanlı Devleti’nin karşı tasarısı
Sevr’in Osmanlı’ya dayatılması üzerine padişahın onayıyla başdelegeliği üstlenen Damad Ferid Paşa, ve Paris’teki Osmanlı heyeti, barış şartlarını müzakere edebilmek ümidiyle hazırlanmış olan ve “Meclis-i Vükela’da tetkik ve Padişah tarafından tasdik” olunan bir karşı tasarıyla 18 Haziran 1920’de Paris’e gitti.[16] Fakat Paris’te umduğu ortamı bulamadı ve sadece tasarıyı 25 Haziran’da Onlar Konseyi’ne sundu.[17]
Bu karşı tasarı, “Osmanlı Devleti’ne ilişkin andlaşma tasarısı, şiddet bakımından hiçbir şeyle karşılaştırılamaz. Çünkü, söz konusu edilen, gerçekte (bu Devleti) bölmekten başka bir şey değildir. Osmanlı toprağından, ulusal topluluklar ilkesi adına, Ermenistan ve Hicaz gibi özgür ve bağımsız Devlet durumuna çıkarılmış ya da Irak, Filistin ve Suriye gibi mandataire’in koruyuculuğu altında bağımsız Devlet biçimine sokulmuş koca iller ayırmak, Ingiltere yararına Mısır’ı, Süveys’i ve Kıbrıs’ı Osmanlı Devletlerinden çekip almak, Libya kıtasıyla Akdeniz adaları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi Türkiye’den istenilmekle kalmayıp, üstelik Türkiye’yi aynı ulusal topluluklar ilkesine aykırı olarak, Doğu Trakya ile Izmir yörelerinden de çekip alma işlemi, Türkiye ile savaş durumunda bulunmamış olduğu halde, yenen durumuna geçerek ve böylece yararlanmak isteyen Yunanistan yararına yapılacaktır. Bundan başka Kürdistan’ın ayrılması hazırlandığı için, ülkenin geri kalan kesimi etkinlik bölgelerine bölünmektedir” demek suretiyle Itilaf barış taslağının (Sevr’in) açık bir şekilde, Osmanlı Devleti’ni parçalamayı hedeflediğinden dolayı kabul edilemezliğini ortaya koymaktaydı. Aynı zamanda, “hem bir Devletin varlığını sürdürmesini istemek hem de onun varlığının temel hukuksal koşulunu zorla ortadan kaldırmak istemenin olanağı yoktur. Öte yandan ise özgürlüksüz sorumluluk düşünülemeyeceği açıkça bellidir.”[18] şeklinde güçlü bir hukuk mantığıyla “Osmanlı Devleti’nin hukuku” savunulmaktaydı.
Baskın Oran, bu karşı tasarının üslup bakımından “zerre kadar eziklik, katlanış ve yakarış izi” taşımadığını “öz bakımından güçlü bir mantık ve çok sağlam bir uluslararası hukuk bilgisiyle” donandığını yazmaktadır.[19]
Ancak Itilaf devletleri temsilcileri bu Türk cevabını 7 Temmuz’da Spa Konferansı’nda ele almaya başladılar. Bunu gören Damad Ferid Paşa, ertesi gün (8 Temmuz) barış şartlarının yumuşatılmasını isteyen ikinci bir muhtırayı Onlar Konseyi’ne sunarak Paris’ten ayrıldı. Sonunda Onlar Konseyi, Türk barışıyla alakalı çalışmalarını 16 Temmuz’da tamamladı ve Osmanlı Devleti’nin ileri sürülen barış şartlarını (Sevr’i) 27 Temmuz gece yarısına kadar kabul etmelerini istedi. Söz konusu karar, 17 Temmuz’da, Paris’te bulunan Osmanlı Dahiliye Nazırı Reşit Beye verilen notayla açıklandı. Aksi takdirde Türkleri Avrupa’dan sonsuzluğa dek kovmakla tehdit ettiler.[20]
Yani Osmanlı idarecileri, Sevr’in Devleti parçalamak maksadıyla dayatıldığını görmüş ve bu sebeple kabul etmek istememişlerdi. Ancak emperyalistlerin planı başkaydı. Sevr, Lozan’ı kabul ettirmek için Türkleri biraz korkutmak maksadına matuftu.
Nitekim Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci bir makalesine “Sevr Antlaşması: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek mi?” başlığını atmakta ve şöyle demektedir:
“Sevr Antlaşması’nın tarafları bunun gerçekçi bir hal tarzı olmadığının farkındaydı. Aslında herkesin gizli birer ajandası vardı. (..) İttihatçı düşmanı yeni padişah Sultan Vahideddin, savaşın bütün suçunu İttihatçıların üzerine yıkmayı ve Anadolu’daki halkın mahalli mukavemet hareketlerini bir elde toplayıp sulh müzakerelerinde koz olarak ileri sürerek daha iyi şartlarda antlaşma yapmayı umuyordu. Bu sebeple Anadolu’ya fevkalade salahiyetli bir müfettiş gönderdi. Bu müfettiş (M. Kemal), Anadolu’da padişahın mümessili olarak milli mukavemeti teşkilatlandıracak ve sulh müzâkerelerinde İstanbul’un elini güçlendirecekti.”[21]
Ekinci, “Sürgündeki Hanedan” isimli kıymetli eserinde ise şöyle yazmaktadır:
“Padişah bundan sonra Istanbul’daki işgal kuvvetlerini oyalamak ve Anadolu’daki mücadeleyi gözden uzak tutmak için türlü siyasi gayretler içine girdi. El altından milleti teşvik ederek Anadolu’ya silah, mühimmat ve zabit (subay) yolladı.(..) Bunları görüp sarayı sıkıştıran işgal kuvvetlerine, ‘Benim haberim yok. Bunları önleyeceğim,’ diyordu. Hatta onları inandırmak için ‘Kuva-yı Inzibatiye’ adında bir birlik kurdu. Bu kuvvetlere el altından Anadolu’daki harekete katılma emri verildi. (..) Ingiltere, tahttan çekilme tehdidiyle Sevr’i imzalamayan Sultan’ı gözden çıkarttı. Bunun için Istanbul hükumetini mali cihetten sıkıntıya sokarak, Ankara’nın (M. Kemal’in) elini güçlendirdi. Malta’daki sürgünleri serbest bırakarak Ankara meclisine iştiraklerini sağladı.”[22]
*
Sevr ciddiye alınmamıştır
Sevr’in uygulanma şansı olmadığı gibi, ciddiye de alınmamıştır. Dönemin Batı kamuoyu da bunda hemfikirdir. Fransız ve Italyan basını büyük çoğunlukla antlaşmaya karşı çıkmıştır. Le Temps, “1918’de silahsızlandırmayı başaramadığımız Türkiye’yi 1920’de parçalamaya çalışmanın saçmalığından” söz eder.[23] Ingiliz basını ise, Sevr’i, “Müttefiklerin çözmeyi başaramadıkları sorunları maskelemek için kaleme alınmış bir retorik [“esip üfürme”] metni” olarak değerlendirmiştir.[24]
Tevfik Paşa, bu antlaşma projesinin “Devlet ve istiklal mefhumları ile katiyen kabil-i telif” olmadığını yani “bağımsızlık” ve hatta “devlet” kavramlarıyla bağdaşmasının mümkün olmadığını söylemiştir.[25]
Sevr şartlarının Türkiye’ye bildirilmesinin üzerinden sadece 10 gün geçmiştir ki Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Sultanahmet meydanında düzenlenen mitingde kürsüye çıkıp ateşli bir konuşma yapmış ve projedeki şartların asla kabul edilemeyeceğini haykırmıştır.[26]
Amerikan arşivlerinde bulunan, “Türk-Fransız Anlaşmasını” çeşitli yönleriyle inceleyen Fransızca bir belgeye göre Fransa ve Türkiye’nin dostlukları çok eskiye dayanmakta ve Türkiye zaten büyük savaşta Fransa ile değil Rusya ile savaşmaktadır. Işgal durumunda ise Fransa ve Fransızlarla karşılaşan Türk halkı onlarla eskiden olduğu gibi dost olmuştur. Fransa gerçekçi bir yaklaşımla Türkleri bir uşak durumuna düşüren Sevr’i reddetmiş ve kendi mirasının kalıntıları olan topraklan böylece Türklere geri vermiştir. Fransa böylece kendisini Ingiltere’nin doğu siyasetinden ayırmış ve Yunanlılar gibi maceracı olmadığını göstermiştir. Fransa zaten Türkleri parçalamaya yönelik anlaşmalara Spa, Hythe ve San Remo’da karşı çıkmış ve Lloyd George’a Türk halkının hayatına dokunmaması ve onu kendi topraklarında hür bırakma konusunda verdiği sözü hatırlatmış. Yunanlıların maceracı davranışı mareşal Foch, general Gouraud ve albay Georges tarafından iyi karşılanmamış. Fransa böylece Türklerin meşru isteklerini kabul etmiştir.[27]
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
[27] no’lu dipnotta bahsedilen Belge
***
Yani, Fransa Sevr’i ciddiye bile almamış ve reddetmiştir.
Diğer taraftan, Ingiltere Parlamentosu tutanaklarında yapılan bir araştırmada üyelerden birinin Sevr’i “insanlık kibrinin ve ahmaklığının anıtı” saydığını görüyoruz. Bir şeyi daha: Lozan görüşmelerini kabul etmek suretiyle Sevr’i “yırtan taraf” olarak Ingiliz hükümetini tebrik ettiğini görüyoruz.[28]
*
Sevr; “Proje”dir
Sevr; Batı da ciddiye alınmaması ve Sultan Vahidüddin’in de imzalamamakta direnmesinden ötürü bir proje halinde kalmaya mahkum olmuştur.
Nitekim M. Kemal Atatürk, benim tespitlerime göre Nutuk’ta, tam 15 defa Sevr’den “Proje” olarak bahsetmiştir.
Elimde bulunan Bedi Yazıcı’nın eski Türkçe ve yeni Türkçe olarak yayınladığı Nutuk’un[29];
562. sayfasında 2 defa
572. sayfasında 1 defa
632. sayfasında 3 defa
728. sayfasında 5 defa
732. sayfasında 1 defa
734. sayfasında 1 defa
740. sayfasında 2 defa
olmak üzere toplam 15 kez Sevr’den; “Proje” olarak bahsedilmiştir. Daha fazla olabilir, benim tespitime göre bu kadar.
Üstelik 728’inci sayfasında M. Kemal Atatürk şöyle diyor:
“Efendiler! Mondros Mütârekesi’nden sonra Türkiye’ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif edilmiştir. Bunların birinicisi ‘Sevr Projesidir.’ Bu proje hiçbir müzakerenin mahsûlü olmayıp Düvel-i Itilafiye tarafından Yunan Başvekil Mösyö Venizelos’un da iştirakiyle tanzim ve Vahidettin’in hükümeti*** tarafından 10 Ağustos 1920 de imza edilmiştir. Bu proje TBMM’nce bir ‘zemin-i münakaşa bile’ addedilmemiştir.”
***Dikkat edilirse M. Kemal Atatürk, bu metni daima proje diye isimlendirmekte ve projenin imzalanışını “Vahideddin’in Hükümeti tarafından” demek suretiyle Vahidüddin Han’a değil, hükümete izafe etmektedir. Doğrusu, o hükümetin murahhasları (delegeleri) tarafından olacak.
Bu, inkarı mümkün olmayan birinci delilimizdi.
Bu babta ikinci delilimiz ise Ismet Inönü’ün Ulus gazetesinde yayınlanan hatıralarıdır. Ismet Inönü hatıralarında Sevr için “Proje” tabirini kullanmıştır.[30]
Eğer Sultan Vahidüddin Sevr’i kabul edip imzalamış olsaydı, kemalistler o imzayı bayraklaştırıp Padişahı kötülemek için kullanırlardı. Neden kullanmıyorlar? Çünkü böyle birşey yok…
Osmanlı Meclisi’nın tutanakları yayınlandı.
Hodri Meydan!
Sevr’in kabul edildiğini iddia edenler, kabul edildiğine dair Meclis tutanağını veya Sultan Vahidüddin’in imzasını bir zahmet göstersinler de görelim. Bu işler böyle slogan atmakla olmaz. O devir geçti…
Her kim, Sultan Vahidüddin Sevr’i imzaladı diyorsa, yalan söylüyordur, iftira atıyordur. Allahu Teala bunun hesabını sormayacak mı zannediyorsunuz?
Kaldı ki, Ingilizler bazı ufak tefek tavizler dışında Lozan’da temel hedeflerine ulaşmış, daha 1919 başlarında Ingiliz Genelkurmayı’nın Osmanlı topraklarında hedefledikleri şartları Lozan’da bize kabul ettirmeyi başarmışlardı.[31]
Sevr’in bazı maddeleri zaten Lozan’da M. Kemal Atatürk ve avenesi tarafından kabul edilmiştir. “Sevr Sulh Projesi”nde yer alan 115’inci madde, Kıbrıs’ın kaderini tayin eden Lozan antlaşmasının 20’nci maddesinin kelime kelime aynısıdır.[32]
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci başka bir makalesinde bu hususta şunları yazar:
“Bazılarının paçavra diye lanetlediği Sevr ile bazılarının zaferi olan Lozan, aslında birbirine benzer iki anlaşmadır. Sadece toprak kaybı ve bazı askerî sınırlamalar cihetiyle farklılık gösterir. Lozan’da da Boğazlar ecnebi kontrolündedir; azınlıkların otonomisi devam etmektedir. Lozan’da, tüm Ortadoğu’dan, Kıbrıs ve Adalar’dan vazgeçilmiştir.”[33]
Ayrıca Sevr’in 139’uncu maddesi; “Işgal altındaki Müslümanlarla bütün ilişkinizi keseceksiniz” mealindedir…
Peki bunu M. Kemal Atatürk yapmadı mı?
Osmanlı Devleti’ni bir gaye için parçalamak istediler. Acaba “Yurtta sulh, cihanda sulh”un bu gayeyle bir ilgisi var mıydı?
.
**********
.
KAYNAKLAR:
.
[1] Yusuf Hikmet Bayur, Yeni Türkiye Devletinin Haricî Siyaseti, Istanbul 1934, sayfa 47, 48. (Le Matin’in 1.12.1922 günlü sayısı).
[2] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, Kastaş Yayınları, 8. baskı, Istanbul 1987, cild 2, sayfa 439.
[3] Osmanlı Anayasasının 7.maddesi için bakınız; Cahit Kayra, Sevr Dosyası, Boyut Kitapları, Istanbul 1997, sayfa 56.
[4] Saltanat Şurâsı için bakınız; Münir Sirel, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 4, Istanbul 1968, sayfa 16.
Ayrıca bakınız;
– Istanbul Basını, 27-28 Mayıs 1919.
– İDA, FO 371/4227/82455: Calthorpe’dan Ingiltere Dışişleri Bakanlığı’na gizli telgraf, Istanbul, 30 Mayıs 1919.
– Sultan Vahidüddin’in, Sevr’in kabulüne taraftar olmadığından Saltanat Şurâsı’nı topladığını, Millî Istihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) atası olan “Teşkilât-ı Mahsusa”nın son Başkanı Hüsamettin Ertürk de belirtmektedir: Hüsamettin Ertürk’ün Hatıraları, Iki Devrin Perde Arkası, kaleme alan: Samih Nafiz Tansu, Sebil Yayınevi, Istanbul 1996, sayfa 402. (Bu bilgiler tekrar gözden geçirilecektir.)
[5] Ali Fuad Türkgeldi, Görüp Işittiklerim, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, Ankara 2010, sayfa 216.
[6] Murat Bardakçı, “Hiç endişelenmeyin, Sevr’i biz zaten onaylamamıştık”, Hürriyet gazetesi, 31 Ağustos 2003.
[7] Ayşe Hür, Öteki Tarih, cild 2, 5. baskı, Profil Yayıncılık, Istanbul 2013, sayfa 88 ve devamı.
[8] Ord. Prof. Dr. Charles Crozat, Devletler Umumi Hukuku, (tercüme eden Edip F. Çelik), Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Istanbul 1950, cild 1, sayfa 399.
[9 Prof. Sina Akşin, Türkiye’nin Önünde Üç Model, Telos Yayınları, 1997, sayfa 42.
[10] Prof. Sina Akşin, Iç Savaş ve Sevr’de Ölüm, Türkiye Iş Bankası Yayınları, 2010, sayfa 220 ve devamı.
[11] Sultan Vahidüddin Han’ın Mekke Beyannamesi (1923). Bu beyannamenin Arapça metni ve Ingilizce tercümesi için bakınız; Public Record Office, Foreign Office Archives, 686/123. Beyannamenin Türkçe metni için bakınız;
Kadir Mısıroğlu, Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahideddin, 3. Baskı, Sebil Yayınevi, Istanbul 2011, sayfa 233 ve devamı. Ayrıca bakınız; Sebil Gazetesi, 8 Eylül, 1978. 141 numaralı nüsha ve devamı.
[12] Ahmet Reşid Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, (Hazırlayan: Nur Özmel Akın), 2. Baskı, Istanbul 2014, sayfa 403, 404.
[13] Sultan Vahidüddin’in Damadı Ismail Hakkı Bey’in Notlarından naklen Murat Bardakçı, Şahbaba, Istanbul 1998, sayfa 165-168.
[14] Şerif Paşa’nın Sultan Vahidüddin’den Tuttuğu Şahsi Notlar, (1924-1925) den naklen Murat Bardakçı, Şahbaba, Istanbul 1998, sayfa 165-168.
[15] Hüsamettin Ertürk’ün Hatıraları, Iki Devrin Perde Arkası, kaleme alan: Samih Nafiz Tansu, Sebil Yayınevi, Istanbul 1996, sayfa 400.
[16] Ibnülemin Mahmud Kemal Inal, Son Sadrazamlar, cild 4, sayfa 1731, 1732.
[17] Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, cild 1, sayfa 110.
Ayrıca bakınız;
Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1919-1938, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998, sayfa 177.
[18] Seha L. Meray-Osman Olcay, Osmanlı Imparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Ilgili Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1977, sayfa 8, 9.
[19] Baskın Oran, “Lozan’ın Öncülü bir Onur Anıtı: Müttefiklerin Sevr Barış Antlaşması Tasarısına Osmanlı Hariciyesinin Yanıtı”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim Sempozyuma Sunulan Tebliğler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999, sayfa 259.
[20] Seha L. Meray-Osman Olcay, Osmanlı Imparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Ilgili Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1977, sayfa 33.
Ayrıca bakınız;
Izzet Öztoprak, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, sayfa 107, 108.
Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, cild 1, sayfa 111-113.
Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1919-1938, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998, sayfa 181-184.
Tafsilat için bakınız;
Mustafa Budak, Misak-ı Milli’den Lozan’a, 5. Baskı, Küre Yayınları, Istanbul 2014, sayfa 200-202.
[21] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci “Sevr Antlaşması: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek mi?”, 25 Ocak 2016, http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=670
[22] Ekrem Buğra Ekinci, Sürgündeki Hânedan: Osmanlı Ailesinin Çileli Asrı, 2. Baskı, Timaş Yayınları, Istanbul 2015, sayfa 400-402.
Kuva-yı Inzibatiye (Halife Ordusu) ve Anzavur Hadisesi hakkında tafsilat için bakınız;
http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2014/05/24/kuva-yi-inzibatiye-ve-anzavur-hadisesi/
[23] Prof. Dr. Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988, sayfa 159. Akyüz’e göre Fransız kamuoyunun çoğunluğu antlaşmayı “kötü” bulmuş ve reddetmiştir. (sayfa 151.)
[24] Paul C. Helmreich, Sevr Entrikaları Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Sabah Yayınları, Istanbul 1996, sayfa 236.
[25] Ikdam gazetesi, 15 Mayıs 1920, sayfa 1.
[26] Mustafa Armağan, “Sevr’i tartışmaya açma zamanı geldi mi?” Zaman Gazetesi, 18 Temmuz 2010. (Mustafa Armağan’dan birkaç dipnotta istifade edilmiştir. Kadir Mısıroğlu’nun da birkaç yerde değerli bilgi ve kaynaklarından istifade ettik.)
[27] Belge için fotoğrafa bakınız.
[28] Mustafa Çufalı, “Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine Ingiliz Parlamentosunda Yapılan Tartışmalar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, cild 16, Temmuz 2000, sayı 47, sayfa 564.
[29] M. Kemal Atatürk, Nutuk, sadeleştiren Bedi Yazıcı, Moda, Şubat 1995.
[30] Ismet Inönü’nün hatıraları, Ulus gazetesi, 24 Temmuz 1968.
[31] 19 Şubat 1920 tarihli Genelkurmay muhtırası, Cab. 24/116, CP 2275, ek D, sayfa 7, 8; aktaran: Marian Kent, “Great Britain and the End of the Ottoman Empire”, Editör: Marian Kent, The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Londra 1984, sayfa 193, dipnot 180.
[32] Dr. Şükrü Torun, Türkiye, Ingiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu, Paris Üniversitesi Doktora Tezi, Istanbul 1956, sayfa 51.
[33] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, “Sevr Antlaşmasının tatbiki mümkün müydü?”, 01 Şubat 2016, http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=672
.
**********
.
Kadir Çandarlıoğlu
.
**********
.
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
http://www.belgelerlegercektarih.com
*
*
Leave a reply to belgelerlegercektarih Cancel reply