Fes Osmanlı’ya Nereden ve ne Zaman Geldi? Yunan Serpuşu mu? Kabul Gördü mü Görmedi mi?
*
***
Bu makale 9 kısımdan oluşmaktadır.
Evvela fesin Osmanlı’ya nereden geldiğine bakacağız. Ardından başlığın psikoloji ve sosyolojisi üzerinde durup, Türk Tarihi’nde hangi başlıkların kullanıldığını ortaya koyacağız. Dördüncü kısımda fesin Osmanlı’ya hangi tarihte geldiğini tespit edip akabinde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde izini süreceğiz. Altıncı kısımda fesin yerli mi yoksa yabancı mı olduğunu açıklığa kavuşturduktan sonra, niçin emperyalizmin tepkisini çektiğini irdeleyeceğiz. Hemen ardından muhtemel 3 kemalist itirazı kesin ve ilmi cevaplarla çürütüp dokuzuncu kısımda HÜKÜM vereceğiz. Makalenin kaynakçasında Arşiv belgeleri başta olmak üzere muteber yerli ve yabancı tarihçi ve sosyologların eserleri kullanılmıştır.
*
Kemalistlere göre “şapka düşmanlığı” yapanlar, vaktiyle dini mülahazalarla fese de karşı çıkıyorlardı. Gaste ve kahve malumatıyla beslenen bu güruha göre fes, bir “yunan serpuşudur!”
Kulaktan dolma bu malumatın bir propaganda mahsulü olduğunu, okumakla alakasını kesmiş kemalistlere anlatmak, takdir edersiniz ki pek kolay olmayacaktır. Fakat biz yine de vazifemizi hakkıyla ifa etmeye çalışalım, gerisi Allah Kerim!
.
***
.
1) Fes Osmanlı’ya Nereden Geldi?
Fes’in bize Fas’tan (Fas/Tunus) geldiği sabittir. Şemseddin Sami’nin, “Kamus-ı Türki”sinde fes şöyle tarif edilir: “Kuzey Afrikanın batısında Fas şehrinde icad edilmiş kırmızı renkli bir baş kisvesidir; bütün osmanlı memleketlerinde ve diğer bazı müslüman memleketlerinde yayılmış, giyilmişdir.” Hüseyin Kazım’ın, “Büyük Türk Lugatı”nda ise fes hakkında şu malumat verilir: “Fas şehrinde icad edilmiş maruf baş kisvesi.”[1]
Tarih Terimleri Sözlüğü’ne göre Fes; “Fas Kenti’nde üretilip buradan öteki İslam ülkelerine yayılan kırmızı yün keçeden üetilen başlıktır. Osmanlı Devleti’nde İkinci Mahmut tarafından 1828 yılında devlet memurları için zorunlu tutulmuştur. Gereksinmeleri karşılamak için 1883 yılında İzmit’te ve 1885 yılında İstanbul’da feshane adıyla üretim yerleri kuruldu. 1925 yılında çıkarılan bir yasayla da giyilmesi yasaklanarak yerine şapka kabul edilmiştir.”[2]
Leiden Üniversitesi’nden Hollandalı Türkolog ve Tarihçi Erik Jan Zürcher, fesin ilk başlarda Tunus’tan getirildiğini, daha sonra ise imalatı için İstanbul’da birkaç fabrika açıldığını yazar:
“Fes, Yeniçeri Ocağı 1826’da yıkıldıktan sonra yeni orduda ve devlet memuriyetinde resmi başlık olarak seçilmişti. Bir zaman fes Tunus’tan satın alınıyordu, ancak 1835’te Tunuslu bazı sanatkarlar İstanbul’a getirildi. 1839’da Feshane genişletildi ve Haliç’in yukarısındaki bir sarayın bir bölümüne taşındı. Bu kez kumaş da üretmeye başladı, ancak hala hayvan gücüne dayanıyordu. 1840’ların ortalarında, buhar makinaları getirildi. 1840 ve 1850’lerde aynı türden birkaç fabrika daha açılmıştı, ama bunlar ticaret yapmaktan çok ordunun gereksinimlerini karşılıyordu.”[3]
Fesin “dine aykırı” olduğu için halk tarafından benimsenmediği de doğru değildir… Kemalistlerin çarpıtmasıdır. Kaldı ki bu değişiklik, İsmail Hami Danişmend’in ifadesiyle; “Avrupa kıyâfetinin alelâde bir taklidi değil, muaddel (değiştirilmiş) şekilde tatbiki“dir.[4]
Türk ve İslam Hukuk Tarihi Profesörü Ekrem Buğra Ekinci, festen dolayı isyan ve idam olmadığını ifade eder:
“1828’de bütün asker ve memurların giymesi istendi. Bir de fes nizamnâmesi çıkarıldı. Serpuş ile inanç arasında irtibat kurulduğundan, sarık sarmaya müsait fes kabul gördü. Şimdi bazılarının iddia ettiği gibi reaksiyon doğurmadı; hiç değilse ayaklanan ve asılan olmadı.”[5]
Prof. Ekinci’nin sözünü ettiği “reaksiyonun” neden doğmadığını “Cumhuriyetin Tarihi” isimli kitaptan okuyalım:
“…halkın şapkaya tepkisinin çok büyük önem ifade eden bir diğer nedeni ise, bizzat şapkanın biçiminden kaynaklanıyordu. İslam’da ister sivil olsun, ister asker kesiminden olsun, baş giysilerinde kenar çıkıntısı bulunmazdı. Zira bu çıkıntı, mümine namaz kılarken alnının yere dokunmasına engel oluyordu. Dolayısıyla, feste olduğu gibi, İslami hassasiyetleri olan halkın zamanla alışabileceği bir başlık değildi.”[6]
Hakikaten Osmanlı’da halk, başlığın şekline ehemmiyet verirdi. Halkın bu hassasiyetini Fransız Tarihçi Benoist-Mechin’in yazdıklarında da görmek mümkündür:
“Şapka, kasket, genel olarak, vizieri olan bütün başa konan şeyler, Müslümanlarca, Hıristiyanlığın pisliğini taşıyordu. Türkleri şapka taşımaya zorlamak, onları günahkârlar düzeyine indirgemeye mecbur etmekti. Bu aynı zamanda onları namaz kılarken de başlarını çıkarmaya mecbur etmekti, ki bu Allaha karşı saygı noksanı olurdu, çünkü, Batı usulü başlık, kenarları ve vizieri dolayısıyla alnının secdeye değmesine engel olmaktaydı.”[7]
Kemalistlerin pek itibar ettiği Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “tavsiye kitapları” arasında yer alan İngiliz Tarihçi Andrew Mango’nun “Atatürk” isimli biyografisinde de başlığın şekline temas edildikten hemen sonra fesin Müslümanlar tarafından kolaylıkla benimsendiği bilhassa vurgulanır:
“[Fesin] Kenarında bir siperliğinin bulunmaması, namaz kılarken alınlarının yere değmesini mümkün kıldığı için Müslümanlar tarafından kolaylıkla benimsenmişti. Kullanımı sarayın fermanıyla başlayan, Osmanlı Müslümanlarının orta sınıfı tarafından derhal kabul edilen fesi Osmanlı Hıristiyanları da bazen giyiyorlardı.”[8]
Biraz ileride de görüleceği üzere, söz konusu fermandan takriben 200 sene evvel Anadolu’da dahi fesin giyildiği, dolayısıyla fesçi esnafın bulunduğu, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi başta olmak üzere o dönemin kaynaklarında geçmektedir. Bunlara birazdan müstakil bir başlık altında temas edeceğiz. Zaten Sadr-ı Azamın Takriri’nde de açık bir şekilde fesin bir “İslam kisvesi” olduğu belirtilmiş ve “Mısır ve Mağrib’te askerlere giydirildiği ve Mekke emirinin de maiyyet askerinin fesli olduğu” vurgulanmıştır.
Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın bir makalesinde, fesin hangi mülahazalarla askere mecbur kılındığı hakkında ilk elden şu malumat verilmektedir:
“Askerin serpuş meselesini halletmek üzere vezir-i azam riyaseti altında hicri 1243 senesinde şeyhulislamın dairesinde (Bab-ı meşihat=Bab-ı fetva) bir meclis toplanmıştır. Bu mecliste Selim Mehmed Paşa ve şeyhulislam Kadızade Tahir Efendi’den başka sabık serasker olup Karadeniz boğazı muhafızlığında bulunan Ağa Hüseyin Paşa ve kaptan-ı derya Darendeli İzzet Mehmed Paşa, serasker Husrev Mehmed Paşa ve sabık Şeyhulislam Mekkizade Mustafa Asım ve esbak şeyhulislamlardan Yasincizade Abdülvahab ve Sıtkızade Ahmed Reşid Efendiler ile o zamanın meşhur Cerbezeli vaızlarından dersiam Ahıskalı Ahmed, Akşehirli Hacı Ömer ve Türkmenzade Ahmed Efendilerle Hocazade Efendiler ve ileri gelen devlet rical ve erkanı hazır bulunmuşlardır. Şûrada, askerin elbiseleri iyi ise de başlarındaki şobaraların gerek renk ve şekli ve gerek kalitesi itibariyle iyi olmadığından başka dayanıksız olup az zamanda bozulduğu için hazinece de zararı mucib olmasından dolayı yerine kış ve yaz her zaman giyilir bir serpuş ikamesi lüzumu ileri sürülmüş, şobara şeklinde veya ona yakın nümune olarak yaptırılmış olan serpuşlar ve bu arada bir de fes getirtilerek heyet azasına gösterilmiş ve fesin, şobaradan daha dayanıklı olup Tunus ve Cezayir’den ustalar getirtilip İstanbul’da yapıldığı surette ucuza mal olacağı beyan edilmiştir.
Heyet azası nümune olarak gösterilen serpuşları tetkik ederek askerlerin daimi surette başlarında bulunacağına göre şer’an ve aklen fesin kabulü lazım geleceğine dair bir meyil hasıl olmuştur; fakat azadan bazıları her nekadar İslam kisvesi olması ve hazineye de daha ehven malolması itibariye fes münasib ise de halkça dedikodu olmaz mı? diye ortaya bir balgam atmışlardır. Fakat diğer ulema ve devlet erkanı İslam kisvesi olan fesin hala Mısır ve Mağrib’te askerlere giydirildiğini ve Mekke emirinin de maiyyet askerinin fesli olduğunu ve bunlardan başka Küçük Hüseyin Paşa’nın Vidin’de isyan eden Pazvandoğlu üzerine giderken maiyyetinde tüfenkçi namiyle fesli asker bulundurduğunu söyliyerek fesin giydirilmesini tavsiye etmişler ve bunun üzerine asakir-i mansurenin şobara yerine fes giymesi müttefikan karar altına alınmıştır.”[9]
Mecliste alınan kararlar Sultan II. Mahmud tarafından 3 Mart 1829 tarihinde çıkartılan bir Hatt-ı Hümayun ile tasdik edilir ve ilk ihtiyaçlar için Tunus’tan 50.000 fes getirtilir. Hatta ithalat meselesiyle alakadar olunması için bir de Fes Nazırı (Bakanı) atanır.[10]
*
[9] no’lu dipnot ile alakalı… Sadrıazamın takriri ve üzerine padişahın yazdığı Hatt-ı Hümayun…
***
.
***
.
2) Başlığın Psikoloji ve Sosyolojisi
Peki başlık, namazda alnın yere değmesi haricinde neden bu kadar mühimdir? Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için kıyafetin, bilhassa başlığın psikoloji ve sosyolojisine dair birkaç iktibas yapmamız icab ediyor:
“Kıyafet, insanın mevkiini, cinsiyetini, milliyetini, bölgesini, ait olduğu kabilesini, medeniyetini, inanç, duygu ve düşüncesini ortaya koyup belirlemektedir. Bu belirlemede önceleri başa giyilenler üste giyilenlerden daha önemli olmuştur. Şapka, sarık, fes, kipalar ait olunan topluluk ve inançları hakkında fikir vermiştir.”[11]
“Kıyafet, medeniyet tarihinin bir parçası olarak kabul edilmiş ve kıyafetin değişmesinde etnolojik, ekonomik, siyasal, dini, manevi ve sanatsal şartların etkisi üzerinde durulmuştur. Kıyafet, bir toplumu diğerinden ayıran önemli özellikler olarak görülmüştür.”[12]
“Kıyafet, sözlü olmayan iletişim aracıdır ve algıyı etkiler, karakterin sosyallığın hatta havanın/tavrın değişmesini şekillendirir. Giyenin kendi davranışını ve algısını belirlediği gibi, kıyafet, cinsiyetin tanımlanmasına da yardımcı olmaktadır.”[13]
Tam da burada, Kadir Mısıroğlu’nun bir sohbette ifade ettiği; “General Üniforması giyen bir çöpçü farklı yürümeye başlar” şeklindeki tespitini hatırlatmakta fayda var. Kıyafetin insan davranışlarına tesirini bariz bir surette göstermesi bakımından, ABD hayranı olan sömürgeleşmiş bazı Afrikalı gençlerin bol kot pantolon giyip bir Amerikalı gibi yürümeye ve hareket etmeye çalışmaları ibret vericidir.
Kısacası başlık, bir insanın kimliğidir, dini ve milli sembolüdür.
Esasen bütün kemalist inkılaplar bir “kimliksizleştirme” siyasetinin icabı olarak yapılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde Müslümanlar statü itibariyle Gayri-müslimlerden “üstün” oldukları için gayri-müslimlerin bir müslüman başlığı giymeleri yasaktı. Ancak Batı’nın baskısıyla ilan edilen Tanzimat ile gayri-müslimler Müslümanlarla “eşit” haklara sahip olmuşlardı. Fesin “resmi başlık” olarak ilan edilmesiyle birlikte bu eşitlik kıyafete de sirayet etti. Gayri-müslimler fesle de olsa bu “eşit” haktan memnun olup fesi sahiplendiler. 1887’ye gelindiğinde yani Sultan II. Abdülhamid Han devrinde ise Hıristiyan memurlar[14], yabancı şirketlerde çalışan hıristiyanlar[15] ve sıradan hıristiyan Osmanlı vatandaşları[16] şapka giymeye başladılar. Ancak bu sefer Müslümanlardan “farklı” ve “ayrı” olmayı kendileri istiyorlardı. Zira şapka, “üstün” olan (Hıristiyan) Batının başlığıydı. Dolayısıyla bu sefer Müslümanlardan “üstün” olduklarını cümle aleme göstermek ihtiyacını hissediyorlardı. İşte bundan sonra fes, yavaş yavaş dini ve milli bir sembol haline gelmeye başladı. Yani kısacası Sultan II. Mahmud tarafından “resmi başlık” olarak ilan edilen fes, gayri-müslimlerin müslümanlarla “eşit haklara” sahip olduğunu “kabul etmek” manasına gelirken, şapka da; gayri-müslimlerin müslümanlardan “üstün” olduklarını “kabul etmek” manasına geliyordu. Nasıl ki Sultan II. Mahmud fesi resmi başlık ilan ederken gayri-müslimlerin müslümanlarla eşit olduğunu kabul ettiyse, M. Kemal de, Şapka inkılabı yaparak Batı’nın üstünlüğünü kabul etmiş oldu.
Kitabında kemalist inkılapları masaya yatıran Prof. Erik Jan Zürcher’in aşağıdaki psikolojik tahlili, yukarıda yazdıklarımızı teyit eder mahiyettedir:
“Psikolojik olarak, Türk cumhuriyetçi hükümetinin kendi geleneksel İslâm uygarlığını bu derece kesin bir şekilde reddedişi ve büyük bir açık gönüllülükle Batı’yı taklit etmeyi seçişi, hattâ bunu, sarık ve fesi Batı’nın şapkasıyla değiştirmeye kadar götürüşü, Batı kültürünün üstünlüğünün zımni bir kabulü anlamına gelmekteydi.”[17]
Nitekim M. Kemal, “uluslararası medeniyet”i yani Batı’yı temsil etmediği için kalpağı da reddetmişti: “Kalpak, tıpkı fes gibi, onu giyenleri şapka giyen ve dünyayı tevarüs etmiş Batılı insanlardan ayırır”dı.[18]
M. Kemal’in fese olan nefretinin sebebini dostu Falih Rıfkı Atay şöyle anlatır:
“1908 Meşrutiyetinde İttihat ve Terakki tarafından, teşkilat meseleleri için Trablusgarb’e gönderilmişti. Bindiği vapur Sicilya’ya uğrar. Bir hayli durur. M. Kemal açık bir araba ile kısa bir gezintiye çıkar. Başında fes olduğu için Sicilya çocukları arabayı limon kabuğuna tutarlar. M. Kemal çocukların terbiyesizliğinden fazla, Türk kafasının neden böyle yabani bir başlığa esir olduğuna tutulur, kendi fesine kızar..”[19]
M. Kemal’in kalpağa olan nefretinin sebebi ise yine bir yurt dışı seyahatine dayanır… 1910’da Fransa’da Picardi manevralarına kalpağı ile katılan M. Kemal, harita başında Batılı subaylardan daha iyi hüküm vermiş olmasına rağmen kimse söylediklerine itibar etmez. Ertesi gün bir miralay kendisine, verdiği hükümlerin herkesinkinden daha doğru olduğunu, fakat kafasındaki kalpak olduğu müddetçe kimsenin onun sözlerine itibar etmeyeceğini söyler.[20]
Hakikaten tuhaf… Bu hadiselerle alakalı kanaatimi kendime saklıyorum, zira izhar ettiğim taktirde doğrudan ve cepheden 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’na toslamam kaçınılmazdır. Ancak arzu edenler M. Kemal’in niçin yurt dışı seyahatlerinde yaşadığı bu hadiselerden sonra bir şapka inkılabı yapma ihtiyacı hissetmiş olduğunu bu işin erbabına sorup bir “psikolojik” tahlil yaptırabilirler…
.
***
.
3) Türk Tarihi’nde Başlıklar
Halbuki Türkler, Hunlardan başlayarak deriden yapılmış kalpak giyerlerdi. Aslen Orta Asya kökenli olan kalpağın, Avrupa’ya Türk göçleri ile girdiği kabul edilir. Ancak Tarihçi ve Türk Dil Kurumu eski başkanlarından Şerafettin Turan’ın “Türk Kültür Tarihi” isimli eserinde de ifade ettiği gibi, “zamanla kalpağın yanında keçeden yapılmış olan börk’ün de yaygınlaştığı, Oğuzların ve Kırgızların börk giydikleri anlaşılmaktadır.”[21]
Tarih çalışmalarının neredeyse tamamını Selçuklu devrine vakfeden Tarihçi Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen; “Türk giyim-kuşamında börk’un büyük bir yeri vardı” der.[22]
Bir Türk atasözünde “taz keligi börkçige”, yani “kelin geleceği yer börkçü dükkanıdır” denir.[23] Demek ki Türklerde börkçülük diye bir meslek ve börkçü dükkanı vardı. Prof. Köymen; “börklerin büyüklük ve küçüklük bakımlarından olduğu kadar biçim bakımından da pek çeşitli olduğu”nu belirtmekte ve bir Arap kaynağına atıf yaparak; “Bazan Oğuzlar ta uzaktan daha börklerinden tanınıyorlardı” demektedir.[24]
Prof. Köymen başka bir çalışmasında, Gazneli hükümdarı Mes’ud’un, Türk adeti gereğince, Tuğrul Bey’le Çağrı Bey’e hediye olarak gönderdiği eşyalar arasında “iki şaklı külah” (iki dilimli börk) bulunduğunu ifade eder.[25] Türkbilimci Tarihçi Prof. Dr. Bahaeddin Ögel ise, “Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları” isimli eserinin “Türkler’in Kutlu Devlet Sembolleri” bölümü altında; “Tüylü Türk börkleri” ve “Eski Türk beylerinin, ‘sorguç’ ve ‘hotozları” şeklinde iki müstakil alt başlık açmıştır.[26]
Yine Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, bu sefer “Türk Kültür Tarihine Giriş” isimli eserinin üçüncü cildinin “Keçe külahlar” alt başlığında bu hususta şu ifadeleri kullanır: “Keçe şapka veya külahlar da, Türk kavimlerinin yaygın bir başlık modası idi. Keçeden yapılmış şapkaları, Göktürk çağından beri, Çin kaynaklarında görüyoruz.(..) İslam dünyasında din bakımından bir anlayışı olan keçe külahlar, Osmanlı Devleti ile, yeni bir gelişme çağına girmiş oluyordu. (..) Dede Korkut kitabında ise, kiçe börkli deyişini görüyoruz.”[27]
Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it Türk’ünde ise aynen şöyle yazar: “börk = Kavuk, başlık. Acemsiz Türk, başsız börk olmaz.”[28] Ayrıca Türklerde sarık sarma adeti de vardı. Sarık, Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it Türk’ünde, “er suwluk urundı” diye geçer. Manası; “adam sarık sarındı” demektir.[29]
Buraya kadar verdiğimiz maluattan da görüldüğü üzere M. Kemal, öz Türk başlıklarını reddetmiş ve ezeli düşmanımız olan batının başlığını kabul etmiştir. Zaten kendisi Türkçü veya Turancı olmadığı gibi, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ifadesiyle “radikal garpçılığı(batıcılığı) temel kavram olarak benimsemiştir.”[30]
.
***
.
4) Fes Osmanlı’ya Hangi Tarihte Geldi?
Osmanlı Devleti’nde fesin kullanımı iddia edilenin aksine oldukça eski tarihlere uzanmaktadır. Fesin 19. yüzyıldan, yani Sultan II. Mahmud’un kıyafet nizamnamesinden 200 sene hatta daha evvel giyildiği bilinmektedir. Sultan II. Mahmud’un yaptığı şey; fesi “resmi başlık” olarak ilan etmesidir. 18. yüzyılda Edirne’de fesçi esnafına dair Osmanlı arşivinde kayıtlara rastlanmaktadır.[31] 16. ve 17. yüzyıllarda sadece erkekler değil, aynı zamanda Istanbullu hanımlar da kadın fesi kullanmaktaydılar.[32] Eskiden Türk kadınları ev içinde de başları açık gezmezlerdi. Kadınların ev içinde kullandıkları başlıkları fes, takke, hotoz, arakcık yemeni olarak saymak mümkündür.[33]
*
[31] no’lu dipnotta bahsi geçen belgelerden biri… Hicri 1199, Miladi 1785 senesinde Edirne’de Ali Paşa Çarşısı’nda fescilerin olduğuna dair belge…
***
15. asırda Fatih devrinde erkeklerin üzerine sarık sardıkları külah biçimi başlığın hemen hemen aynısını kadınlar bilhassa gelinler giymiştir. Anadolu’nun bazı yörelerinde gelinlere bu tarz başlık (fes) giydirme adeti hala devam etmektedir.[34] Ayrıca şiirde, örneğin 19. yüzyıl öncesine ait bazı divanlarda fesin geçmesi de dikkat çekicidir.[35]
.
***
.
5) Sultan II. Mahmud’dan 200 sene evvel (17. yüzyılda) yaşayan Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Fes:
– “[Fethedilen Nova] Genellikle halkı Arnavut, Boşnak ve Hırvat yiğitlerdir. Hepsi Cezayirli esvabı gibi daracık esvap giyip çatal bıçak, pala kurde kılıç, başlarında kırmızı fes, bağır yelekleri ve renkli cukalardan geçirme peşli adında yelekler giyer, baldırı çıplak gezer bir alay gazilerdir.”[36]
– “Cezayirli ile Felemenk ve İngiliz küffarının büyük savaşının anlatılması önden gelen küffar kalyonunun ardınca bir küçücük potaç kalyoncuk bu kafir gemisinin ardı sıra kovarak o da orsa bayraklarını ve yeşil sancağını açınca hepsi kırmızı fesli Müslüman gaziler, kalyonun kıçı, başı ve palavrası üzere bağrı açık gaziler Allah Allah sesine yol buldurup hemen dağ parçası gibi küffar gemisine bir kat alabanda top vurdu, küffar da ona vurdu.”[37]
– “Kasımpaşa şehri halkının vasıfları: Bu büyük şehrin halkı üç fırkadır. Bir sınıfı asker topluluğudur ki, bunlar kaptanlar, azebler, vardiyanlar, ip cambazları ve gemici dayılardır. Hepsi Cezayirli elbisesi giyip kırmızı fes üzerine kafesi sarık, arkalarına bornoz, demir-koparan, kapod ve çeşit çeşit parankana dolamalar, bellerinde çatal pala bıçaklar, ayaklarında tomaklar bazıları baldırı çıplak seren-baz, conda-baz gazi askerlerdir. Bu askerin hepsi (—) seçme askerdir. Süleyman Han kanunu üzere yıllık tam maaşları 3.070 kese maldır. Tersane Divanı’nda kaptan paşa huzurunda her üç ayda bir maaş alırlar seçkin askerlerdir.”[38]
– “Karaköykapısı dışında İstanbul ağası ocağı acemi askerleri, burada miri odun taşımaya me’murlardır. Odabaşıları fes üzerine tuhaf bir tür sarıp nefti dolama giyip ayaklarına siyah tomak ve kırmızı pabuç giyerler.”[39]
– “(Gelibolu şehri) Meydan erlerinin giysileri: Genellikle halkı levendane cuka bağır yeleği ve başlarında fes üzere dayı sarığı sarıp gezerler.”[40]
– Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Istanbul’un fethine kırmızı fes arakıyyeli denizcilerin katıldığı yazmaktadır:
“Kuşatmanın otuzuncu günü ki oldu Sultan Mehmed mübarek başına sarığını ve ayağına mavi çizmesini giyip Düldül gibi bir katıra binip alim kıyafetiyle İstanbul Kalesi çevresini seyrederek dolaşıp İslam askerlerine ihsanlar güzel vaatlerde bulunup Müslüman askerlerini cenge teşvik eder gezerdi. O taraftan geçip nice bin asker ile Eyüp’ten Kağıthane tarafına varıp Bey Nehri’ni ve Kağıthane Nehri’ni geçip Levend Çiftliği adlı yerde 40 parça firkate de yapılmış idi. Onları alıp yine kızaklar ile çekerek Okmeydanı’ndan aşırıp denizler gibi askerler gemileri Şahkulu İskelesinde denize kodular. İçine nice bin silahlı kırmızı fes arakıyyeli denizci şehbazlarından asker doldurup yine İstanbul’a geçmek sadedinde iken…”[41]
*
[41] no’lu dipnot ile alakalı… Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin ilgili sayfası…
***
.
***
.
6) Fes Yerli Mi Yabancı Mı?
Aşağıdaki bilgilerin [52] numaralı dipnota kadar olan kısmını ehemmiyetine binaen Cevdet Kınık’ın bir makalesinden hülasa ederek naklediyorum:
Batılılar da fes karşısında şapkayı destekliyorlardı. Yabancılar tarafından yürütülen Rumeli demiryolu inşasında ve İstanbul’daki su şirketinde çalışan personele şapka giydirilmekteydi.[42]
Manastır Valiliğinden 22 Şubat 1896 tarihinde saraya çekilen bir telgrafta; “Tebaayı şahaneden Yunanistan’da bulunanların başlarındaki fesleri Yunanlılar tarafından alınarak şapka giymeleri teşvik edilmekte idüğü…” haber verilmişti.[43] Öte yandan Doğu Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi, İngiliz devlet adamlarının da Rumeli’ye geldiklerinde “(…) memurin-i mahalliyenin başlarında fese mukabil şapka görmek emelinde bulundukları(…)”nı belirtmekteydi.[44]
*
[43] no’lu dipnotta bahsi edilen telgraflar… Manastır Vilayetinden Dâhiliye Nezâret-i Celîlesi’ne Meb‘us Tegrafnamesi:
“Yunan kralının oğlu Nikola evvelsi gün ma‘iyeti ‘askeri ile Yenişehir’e gelüb kendi askerî koğuşlara yerleşerek… Yunanistan’da bulunanların başlarındaki fesleri Yunâniler tarafından alınarak şapka giymeleri teşvîk edilmekte idüğü…”
***
Şapkanın 1890’lardan itibaren her geçen gün daha fazla gayri-müslim tarafından giyilmesi, ilerleyen yıllarda fesin Müslümanlara has bir başlık haline gelmesine yol açmıştı.[45] Birinci Dünya Harbi’nden sonra İstanbul’un işgal edilmesi üzerine gayr-i müslimler feslerini çıkarıp atmışlardı.[46]
Doğu Rumeli’nin özerklik elde edip bir Hıristiyan vali tarafından idare olunması ve vilayet idaresinin orada vazife yapanlara Rus askerlerine mahsus beyaz şapka giydirmeye başlaması üzerine Müslüman jandarmalar görevlerinden istifa etmişlerdi.[47]
*
[47] no’lu dipnotta bahsi geçen belge…
***
Sultan II. Abdülhamid Han’a göre fes, Osmanlı vatandaşı olmanın bir sembolüydü.[48] Bu sebeple şapka giyen Osmanlı vatandaşı Hıristiyan sefaret memurlarına şiddetle karşı çıktı. Sultan II. Abdülhamid Han’a göre şapka dine aykırıdır. Halel-i nefs derecesinde mecburiyet ve umuma ait bir menfaat (mesela Batı’da Osmanlı Devleti için casusluk yapan istihbarat teşkilatına bağlı elemanlar: Kadir Çandarlıoğlu) olmadıkça şapka giymek “mazallahi teala küfür derecesinde olan mahremattan”dır. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid Han’a göre şapka “milli” değildir.[49] Şapka karşıtlığı, Sultan II. Abdülhamid döneminde aslında bir devlet politikasıydı. Mesela İzmir’de Evrensel Yahudi Birliği (Alliance İsraelite Universalle) tarafından açılan okulu 1894’te ziyaret eden İzmir valisi; “Şapka giyilmemelidir, Fransa’da değilsiniz, Almanya’da da, Türkiye’desiniz. Bu yüzden hepiniz Sultan Hazretlerinin tebaasının üniforması durumuna gelmiş başlığı takmalısınız” demişti.[50]
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı elçilik memurlarının şapka giymelerini kati surette yasakladı. “Mugayir-i diniye ve adat-ı milliye hilafında” olarak şapka, kasket gibi şeyleri giyenler olursa bunlar memuriyetten “azl ve tard” olunacaklardı. Buna ilaveten ibret olmak üzere bu şahısların memuriyetten atılma sebepleri gazetelerden halka duyurulacaktı. Bu husus “İrade” de “(…) sebeb-i azl ve tardı şöyle bir namussuzluk olduğunun gazetelere derc ile ilan olunacağının dahi cümlesine tefhimi (…)” şeklinde kaleme alınmıştı.[51]
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nde kurulacak olan yerli ve yabancı şirket çalışanlarına fes giyme mecburiyeti getirdi.[52]
.
***
.
7) Fesin Direniş Sembolü Haline Gelip Millileşmesi ve Emperyalizmin Fes Düşmanlığı
Milletler Meclisinde Filistin’de ne Arapların ne de Yahudilerin kendilerini idare etmeye hazır olmadıkları ileri sürüldüğünde bir Musevi yazar bütün suçu fese yüklemişti:
“Filistinliler Fesi bırakınız! (..) Türkiye’den tümüyle ayrılmış olan Filistin’in, Fesi hala kullanması için bir sebep yoktur. Özellikle Arap ülkelerinin büyük kısmı onu bıraktıktan sonra. Din ayrımı gözetmeden Filistinliler ortak bir başlık, örneğin Bedevilerin giydiği ve belki de eski Yahudi başlığından gelme olan ageyl’i seçmeleri iyi olacaktır. Bu seçim ôzellikle bayramlar için hayli renkli, çekici ve uygundur. Her halükarda fes atılmalıdır.”[53]
Ruslar 1877’de Kafkasya’yı işgal edince, her zamanki gibi Abazaların kalpağını yasaklayıp Rus serpuşunu zorla giydirmeye çalıştılar. Bunun üzerine Abazalar, Rus boyunduruğundan kurtulup Osmanlı’nın koruması altına girmek istemişler ve Osmanlı’dan kendilerine fes gönderilmesini talep etmişlerdir.
Fesin sömürgecilere karşı bir “direniş göstergesi” oldğuna dair bu ve benzer hadiseleri nakleden Orhan Koloğlu, şu çarpıcı mütalaada bulunmaktadır:
“Artık ‘fesi bırakmış şapka giymiş’ deyimi İslamdan çıkmak anlamında kullanılır oldu. Dolayısıyla sömürgeciler için fes bir tür İslami dayanışmanın, ihtilalciliğin simgesi ve aşağılanması gereken bir hedef haline geldi. Avrupalıların işgaline giren her yerde şapka yaygınlaştı.”[54]
Nitekim Mütareke döneminde şapkadan nefret ettiğini itiraf eden Falih Rıfkı Atay şöyle der:
“Mütareke devrinde Rum, Ermeni ve Yahudilerle beraber şapkalı gezmeğe özenen Türklere pek kızardık.”[55]
Görüldüğü gibi fes, İslami direnişin bir sembolü olmuş ve dolayısıyla emperyalistlerin hedefi haline gelmiştir. Yukarıdaki iktibaslardan da malum olduğu üzere Yunan, Rus, İngiliz ve Yahudiler fese karşıydılar. Zira fes, Milli Edebiyat cereyanının önde gelen isimlerinden Ömer Seyfettin’in, “Primo Türk Çocuğu” isimli hikayesinde de belirtildiği üzere çarşaf, Ayasofya ve beyaz minareler ile birlikte “milli”liğin sembolü idi. Buna mukabil şapka, “gayri milli”liği temsil ediyordu.[56] Ömer Seyfettin’in hikayesinde, şapkalılardan; “Türklüğe düşman güruh”, düşman subaylardan ise “şapkalı düşman zabitleri” diye bahsedilir. “Primo Türk Çocuğu” adlı hikayenin başkahramanı Kenan Bey, İtalyan hanımına, “sen Türksün, çarşaf giyeceksin” der ve aksi halde boşamakla tehdit eder. İtalyan hanımı ise çarşafa girmeyi “hayvanlaşmak” olarak görür, tıpkı kemalistler gibi.
O halde festen rahatsız olanların millilik ile bir alakaları olmadığı gibi Yunan, Rus, İngiliz ve Yahudilerin safında yerlerini almış oldukları anlaşılmaktadır. Bu husustaki hüküm ise şu Hadis-i şerif ile bildirilmiştir:
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”
.
***
.
8) Muhtemel Itirazlara Cevap
Muhtemel bir itiraz – 1 :
İsmail Hami Danişmend’in “İzahlı Osmanlı Kronolojisi”nde halkın da fes giymekle mükellef tutulduğu yazar.[57]
Birinci itiraza cevap:
*
Fes, yukarıda 2, 3, 5 ve 9 no’lu dipnotlarda da tebarüz ettirildiği üzere sadece asker ve sivil memurlara bir mükellefiyet getiriyordu. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, halkın fes giyme mecburiyeti olmadığını, dilediği serpuşu giymekte serbest bırakıldığını ve zaten “başı bozuk” tabirinin de buradan çıktığını şöyle ifade eder:
“Asker ve memurlar için fes, serpuş olarak kabul edildi. Fakat halk yine dilediğini başına koymakta serbest bırakıldı. Serpuş bundan böyle halk ve devlet memurları ve asker arasında bir tefrik (ayırt etme) alâmeti sayıldı. Halk için “başı bozuk” tâbirinin kullanılması, dilediği serpuşu giymesinden ileri gelmiştir.”[58]
1978 tarihinden itibaren Topkapı Sarayında Padişah Elbiseleri Bölüm sorumlusu olarak vazife yapan Türk Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Hülya Tezcan’ın bu hususta verdiği malumat ise daha sarihtir:
“Fesin halk arasında benimsenmeye başlamasıyla sivillerin devlet görevlilerinden ayırt edilebilmeleri için ‘dalfes’ (sade, yalın fes) giymeleri, yani etrafına bir şey sarmamaları istenmişti; yalnız ulemâ efendiler beyaz tülbent sarabileceklerdi. Halkın dalfes giymemekte ısrar etmesi üzerine esnaf takımının yemeni, çember, ağabani, yazma, tülbent gibi şeyler sarmalarına izin verildi ve bundan sonra fes süratle yayıldı.”[59]
Görüldüğü gibi İsmail Hami Danişmend’in bahsini ettiği mükellefiyet, ilk başlarda halktan sade fes (etrafına bir şey sarılmamış, dal fes) giymelerinin istenmesiyle alakalıdır ve halk buna razı olmamıştır. Rıza göstermemelerinin gerekçesi ise dini değildir. Osmanlı’da yüzlerce çeşit başlık vardı. Yani halk fesin kendisine değil, bunların “teke” indirilmesine itiraz etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı idarecileri bu talebi dikkate almış ve fesin etrafına yemeni, çember, ağabani, yazma, tülbent gibi şeylerin sarılmasına izin vermiştir. Yani M. Kemal devrinde olduğu gibi, “vay sen misin itiraz eden!” denilerek insanlar dar ağaçlarında sallandırılmamış, bilakis halkın talepleri dikkate alınmıştır. Bundan daha tabii, daha insani bir şey olamaz. İşte bu sebepledir ki halk, Osmanlı Devleti’nin son gününe kadar arzu ettiği başlığı giyebilmiştir.
Nitekim İslam Bilim Tarihçisi Marshall Hodgson, Chicago Üniversitesi tarafından neşredilen eserinde, 1925’te yapılan Şapka inkılabı esnasında dahi halkın başında, “çeşitli sarık, takke ve başka başlık tarzlarının” bulunduğuna dikkati çeker.[60]
***
Muhtemel bir itiraz – 2 :
Mithat Sertoğlu’nun, “Osmanlı Tarih Lügati”ne göre fes; “Anadoludaki Roma ve Bizans kolonilerinde azad edilen esirlerin kırmızı başlık giymesi âdet olduğundan büyük ihtilâli müteakip Fransa’da kısa bir zaman revaç bulmuş, oradan Yunan adalarına sirayet etmişti”r.[61]
*
İkinci itiraza cevap:
Söz konusu kaynakta verilen bilgi eksiktir. En yaşlı âza sıfatıyla 2. dönem TBMM’ni Başkan olarak açan Tarihçi, Devlet ve Fikir adamı Abdurrahman Şeref Efendi’nin eserine bakıldığında, Mithat Sertoğlu’nun bahsini ettiği başlığın bizim feslerden farklı olduğu anlaşılır:
“Küçükasya’da (Anadolu) ki eski Yunan kolonilerinden olan Frikya’da serbest bırakılan esirlere kırmızı başlık giydirmek âdet imiş. Fransa Büyük İhtilâlinde işte bu kırmızı başlık hürriyet simgesi olarak kabul edildiğinden halk arasında yayılmıştı. Şekli bizim feslere benzemeyen bu başlıkların içi pamuklu idi.”[62]
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’ye göre de fes; “Rum veya Macar işi değildir. Bunlara da sonradan girmiştir. Yabancı serpuşu olsa bile, dine ve âdete aykırı değildir. Zaten Osmanlı ıslahatı hep millî bünyeye uygun tezahür etmiştir.”[63]
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan, İngilizce Sosyal Bilimler ve Tarih alanlarında kitap tercümeleri bulunan ve bilhassa Kültür ve Etimoloji Tarihi üzerine araştırmalar yapan Kudret Emiroğlu ise bu mevzuda şöyle demektedir:
“..fesin, Fransız Devrimi sırasında, azat olan esirlere giydirilen Frig başlığının moda olmasından sonra buradan Yunan adaları ve Garp Ocakları’na yayıldığı söylenmekteyse de, fesin biçimiyle Frig başlığı fazla benzeşmemektedir.”[64]
***
Muhtemel bir itiraz – 3
Madem Osmanlı halkı fese karşı çıkmadı, o halde neden Sultan II. Mahmud’a “gavur padişah” denmiştir?
*
Üçüncü itiraza cevap:
Halkın Sultan II. Mahmud’a “gavur padişah” demesinin sebebi asla festen dolayı değildi.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, “gavur padişah” tabirini ilk defa olarak Sultan II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı ile beraber tekkelerini kapattığı yoldan çıkmış Bektaşîlerin kullandığını ifade eder:
“Kendisine Gâvur Padişah diyenler, Yeniçeri Ocağı ile beraber tekkelerini kapattığı münharif Bektaşîlerdir. 1837 senesinde bir Cuma namazına giderken Galata Köprüsü üzerinde atının önüne çıkan Saçlı Şeyh adında bir meczup, Bektaşi tekkelerini kapattığı için bu şekilde hitap etmiştir.
Hâdiseyi ilk nakleden Ubicini, bu kişinin Bektaşi meczubu olduğunu söylerken; bilahare hâdiseyi nakledenler sözün sahibini “şeriatçı bir hoca”ya dönüştürmüşlerdir. Padişah, tasavvuf erbabı, bütün Osmanlı padişahları gibi, dini bütün bir şahsiyettir. Ancak Bektaşîlerin başlattığı bu aleyhte propaganda, her kesimden insana tesir ederek bugüne kadar gelmiştir. Bektaşîlerin, Osmanlılara ve Nakşibendîlere olan aleyhtarlığı bununla başlar. Meşrutiyet’ten sonra da intikam alma imkânı bulmuşlardır.”[65]
Bu propagandanın her kesimden insana tesir etmesinde, padişahın yenileşme hareketlerinde çok ileri gitmesinin hatta sakalını kısa kestirip devlet dairelerine resimlerini astırmasının da payı olsa gerektir. Burada, Ingiliz Sefaret heyetiyle Sultan II. Mahmud’un huzuruna çıkan bir Ingiliz amiralinin dikkatli müşahedesi nakle değer:
“…kabul sırasında padişah pek sade giyinmişti. Osmanlı padişahlarının o şarka mahsus muhteşem kıyafeti kaybolmuştu. II. Mahmud’un sırtında mavi bir setre, harmani, ayaklarında Wellington tarzı çizmeler ve çelik mahmuzlar vardı. Fesindeki pırlantalı çelenkten başka üstünde süs görünmüyordu… II. Mahmud yeni kıyafetiyle sık sık Istanbul’da görünmüş halkı bu kıyafete alıştırmaya çalışmıştır. Yenileşme hareketlerinde çok ileri gittiği için muhafazakar çevreler tarafından gavur padişah olarak anılmıştır.”[66]
.
***
.
9) HÜKÜM!
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, festen rahatsız olanların millilik ile bir alakaları olmadığı gibi Yunan, Rus, İngiliz ve Yahudilerin safında yerlerini almış oldukları anlaşılmaktadır.
Nitekim bu rejimin iki numaralı adamı Ismet Inönü, Avrupalılar ile aramızda “fark olsun” diye şapkanın ortasına bir “ayyıldız” koymayı teklif eden Ankara Valisi Yahya Galip Bey’e;
“Canım, biz bunları farkımız olmasın, diye yapıyoruz”[67] tarzında çıkıştığını hatıralarında anlatmıştır.
*
[67] no’lu dipnotta bahsi geçen Inönü’nün hatıratının ilgili sayfası…
***
Kemalist rejimin Mehmed Akif’i fişlediği, takibe aldığı ve tehdit gördüğü yazışmaları “Irtica 906” isimli dosyada topladığı bilinmektedir. Bu raporlardan birinde şu istihbarata yer verilmiştir:
“Şapka ve Türkçe Ezan hakkında çok kimseler Şair Akif’ten reyini (görüşünü) sormuş, o da ‘Şapka giymek, doğrudan doğruya Avrupalıya benzemek maksadı ile yapıldığı için tamamen küfürdür’ cevabını vermiştir.”[68]
*
[68] no’lu dipnotta sözü edilen ve Kemalist rejimin Mehmed Akif hakkında tuttuğu istihbarat raporları…
***
Yani Sultan II. Abdülhamid ve benzeri mevzularda görüşlerine katılmadığımız Mehmed Akif’e göre bile Avrupalıya benzemek maksadıyla şapka giymek kişiyi “kafir” yapar…
Bu husustaki hüküm ise şu Hadis-i şerif ile bildirilmiştir:
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır!”[69]
.
**********
.
KAYNAKLAR:
[1] “Kamus-ı Türki” ve “Büyük Türk Lugatı”ndan nakleden; Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam Ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları 1969, Başnur Matbaası, Ankara 1967, sayfa 113.
Fes’in bize Fas’tan geldiğine dair başka bir kaynak için bakınız; Clement Huart, İslam Ansiklopedisi, 1978, cild 4, sayfa 575.
[2] Timur Bilgiç, Tarih Terimleri Sözlüğü, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2012, sayfa 153.
[3] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiyenin Tarihi, (Tercüme eden: Yasemin Saner Gönen), İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2000, sayfa 77.
[4] İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Kronolojisi, cild 4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, sayfa 114.
[5] Ekrem Buğra Ekinci, “Bir zamanlar Başlara Taht Kuran Fes”, 08 Şubat 2016: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=673
[6] Ahmet Cemil Ertunç, Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2011, sayfa 156, 157.
[7] Jacques Benoist-Mechin, M. Kemal-Bir İmparatorluğun Ölümü, (Tercüme eden: Zeki Çelikkol), Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 1999, sayfa 298.
[8] Andrew Mango, Atatürk, (Tercüme eden: Füsun Doruker), Sabah Kitapları, İstanbul 2000, sayfa 418. (Prof. Dr. İlber Ortaylı tavsiyeli kitap)
[9] Lütfi Tarihi, cild 1, sayfa 255 ve devamından naklen; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Asakir-i Mansure’ye Fes Giydirilmesi Hakkında Sadr-ı Azamın Takriri ve II. Mahmud’un Hatt-ı Hümayunu”, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayını, cild 18, Sayı 70, Yıl 1954 Nisan, sayfa 223-230.
[10] Başbakanlık Arişvi hatt-ı hümayun kısmı, numara 50810.
Kimlerin ne giyeceğine dair Nizamname için bakınız; Ahmed Rasim, Osmanlı, cild 6, (Düzenleyen: Metin Hasırcı), Emir Yayınları, İstanbul 1999, sayfa 2136-2140.
[11] Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiye’sinde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007, sayfa XIII, XIV.
[12] Ümit Meriç, Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve İslam’da Örtünme, İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme, (Yayına Hazırlayan: Bekir Topaloğlu v.d.), İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayını, 2. Baskı, İstanbul 1987, sayfa 31’den naklen; Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiye’sinde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007, sayfa XIII, XIV.
[13] Kenneth d.Mc.Donald, Facist Fashion: Dress, The State and The Clothing İndustry İn The Third Reich, Ph.D, December 1998, University of California Riverside, sayfa 37, 38’den naklen; Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiye’sinde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007, sayfa XIII, XIV.
[14] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, nr. 77308, 3 Şubat 1302/15 Şubat 1887.
Sosyolog Niyazi Berkes’e göre de fesin bir dini sembol haline gelmesi, Sultan II. Abdülhamid devrine rastlamaktadır. Bakınız; Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma (Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş), Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, İstanbul 2002, sayfa 198, 547.
[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, nr. 82247, 4 Eylül 1303/16 Eylül 1887.
[16] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Hususi, nr: 102, 14 Temmuz 1310/26 Temmuz 1894. İzmir’in batılılaşmış olan Yahudileri de 19. yüzyılın sonuna doğru şapka giymeye başladılar. Bakınız; Henri Nahum, “1900”e Doğru İzmirli Bir Yahudi Ailesinin Portresi, Derleyenler: Francois Georgeon-Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak Toplumsallık Biçimleri ve Cemaatlerarası İlişkiler (18.-20. Yüzyıllar), (Tercüme eden: Maide Selen), İstanbul 2000, sayfa 207’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Modernleşme Sancıları-Fes-Şapka Çatışması”, Toplumsal Tarih, Sayı 162, Haziran 2007, sayfa 14-22.
[17] Erik Jan Zürcher, Savaş, Devrim ve Uluslaşma-Türkiye Tarihinde Geçiş Dönemi (1908-1928), (Tercüme eden: Ergun Aydınoğlu), İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul 2005, sayfa 46.
“M. Kemal’e göre, bu başlık Türk halkının yönelmesi gereken Batı uygarlığının simgesiydi.” Bakınız; Jean-François Solnon, Sarık ve İstanbulin-Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa: XIV.-XX. yüzyıllarda çatışma ve karşılıklı hayranlık, (Tercüme eden: Ali Berktay), Doğan Kitap, İstanbul 2013, sayfa 530.
[18] Andrew Davison, Türkiye’de Sekülarizm ve Modernlik, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2012, sayfa 238.
[19] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cild 2, Dünya Yayınları, Istanbul 1958, sayfa 396. (Sansürsüz baskı).
[20] Falih Rıfkı Atay, “Bu Da Bir Yıldönümü”, Dünya Gazetesi, 26 Ağustos 1964.
[21] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, 7. Baskı, Ankara 2014, (Birinci Baskı: 1990), sayfa 239.
[22] Mehmet Altay Köymen, “Alp Arslan Zamanı Türk Giyim Kuşamı”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı 3 (1971) sayfa 60.
[23] Kaşgarlı Mahmud Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi, (Tercüme eden: Besim Atalay), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1985, cild 1, sayfa 26.
[24] Mehmet Altay Köymen, “Alp Arslan Zamanı Türk Giyim Kuşamı”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı 3 (1971) sayfa 61.
[25] Mehmet Altay Köymen, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Kuruluşu II: V. Sultan Mahmud’un Ölümü ve Oğlu Mesud’un Tahta Geçmesiyle Değişen Şartlar ve Selçuklular”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, cild 15, Sayı 4 (Aralık 1957), sayfa 70.
[26] Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Genişletilmiş Dördüncü Baskı, İstanbul 2001, sayfa 696.
[27] Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, cild 3, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1978, sayfa 185-187. Daha fazla tafsilat için aynı eserin beşinci cildinin onuncu bölümüne bakılabilir.
[28] Kaşgarlı Mahmud Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi, (Tercüme eden: Besim Atalay), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1985, cild 1, sayfa 349, 350.
[29] Kaşgarlı Mahmud Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi, (Tercüme eden: Besim Atalay), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1985, cild 1, sayfa 201; cild 2, sayfa 151.
[30] Halil İnalcık, Doğu Batı-Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2008, sayfa 204.
[31] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA) Cevdet Belediye Dosya No: 99 Gömlek No: 4936.
[32] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Istanbul 1973, sayfa 205.
[33] Fatma K. Barbarosoğlu, Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet, Iz Yayıncılık, Istanbul 1995, sayfa 105.
[34] Fatma K. Barbarosoğlu, Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet, Iz Yayıncılık, Istanbul 1995, sayfa 106, 107. Reşat Ekrem Koçu: “Fesin Türkiyede giyilmesi XVI. (16.) Yüzyılda başlamışdır.” Bakınız; Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam Ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları 1969, Başnur Matbaası, Ankara, 1967, sayfa 113.
[35] “Çâk etmesin mi câme-i sebzin görünce gül
Bak şu yeşil mukaddeme şol kırmızî fese.”
Bakınız; Nedim Divanı, (Hazırlayan: Muhsin Macit), Akçağ Yayınları, Ankara 1997, gazel 131/3-342’den naklen; Mine Mengi, “Fes ya da Püsküllü Bela ve Şiir”, Çukurova Üniversitesi, Prof. Dr. Mehmet Özmen Armağanı, Adana 2014, sayfa 230.
[36] Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 2, 6. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, Istanbul 2010, sayfa 586.
[37] Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 3, 1. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, Istanbul 2006, sayfa 148.
[38] Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 1, 1. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, 5. Baskı, Istanbul 2008, sayfa 383.
[39] Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 1, 2. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, 5. Baskı, Istanbul 2008, sayfa 393.
[40] Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 2, 5. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, Istanbul 2010, sayfa 429.
[41] Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cild 1, 1. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, 5. Baskı, Istanbul 2008, sayfa 63.
[42] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, nr. 82247, 4 Eylül 1303/16 Eylül 1887’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[43] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Belgeleri, 47/4, Lef: 2, 10 Şubat 1312/22 Şubat 1896. Aynı konu, 24 Şubat 1896’da Dahiliye Nezareti’nden Sadarete yazılan bir yazıda da dile getirilmişti. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Belgeleri, 47/4, Lef: 1, 12 Şubat 1312/24 Şubat 1896’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[44] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Müfettişlikler ve Komiserlikler Evrakı, 25/1, 2 Haziran 1320/ 15 Haziran 1904’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[45] Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, İş Bankası Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2017, sayfa 254’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[46] Selma Ekrem, Peçeye İsyan, Namık Kemal’in Torununun Anıları, (Tercüme eden: Gül Çağalı Güven), İstanbul 1998, sayfa 218, 256’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[47] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Perakende Evrakı Umum Vilayetler Tahriratı, 6/10, 29 Ağustos 1299/10 Eylül 1883’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[48] Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji Abdülhamid Dönemi (1876-1909), (Tercüme eden: Gül Çağalı Güven), İstanbul 2002, sayfa 29, 40’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[49] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, nr. 77308, 3 Şubat 1302/15 Şubat 1887’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[50] Nahum, “1900’e Doğru İzmirli Bir Yahudi Ailesinin Portresi”, sayfa 205-207’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[51] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, nr. 77308, 3 Şubat 1302/15 Şubat 1887’den naklen: Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
[52] Cevdet Kırpık, “Osmanlı Devleti’nde Faaliyet Gösteren Yabancı Şirketlerde Kıyafet Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 161, 2006, sayfa 131-137.
İktibas: Cevdet Kırpık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Modernleşme Sancıları-Fes-Şapka Çatışması”, Toplumsal Tarih, sayı 162, Haziran 2007, sayfa 14-22.
[53] Orhan Koloğlu, Cumhuriyet’in ilk 15 yılı, Boyut Kitapları, İstanbul 1999, sayfa 316.
[54] Orhan Koloğlu, Cumhuriyet’in ilk 15 yılı, Boyut Kitapları, İstanbul 1999, sayfa 304-306.
[55] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cild 2, Dünya Yayınları, Istanbul 1958, sayfa 395. (Sansürsüz baskı). Yine Atay: “Müslümanlar Hıristiyanın eyisine ‘makul kefere’, kötüsüne gavur, beterine şapkalı gavur derlerdi.” Bakınız; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cild 2, Dünya Yayınları, Istanbul 1958, sayfa 392. (Sansürsüz baskı).
[56] Ömer Seyfettin, Primo Türk Çocuğu, Hikmet Neşriyat, (Yayına Hazırlayan: Merve Bostan), Çevik Matbaası, İstanbul 2000, sayfa 25-27, 40, 44, 45, 60, 61.
Ziya Gökalp da Diyarbekir’de neşrettiği “Küçük Mecmua” isimli dergisinde; “milli kültür hareketlerinin doğmasına sebep oldu” diyerek, Ömer Seyfettin’in bu sahadaki öncülüğünü teslim ve takdir eder. Bakınız; Yusuf Ziya Ortaç, Bir Varmış Bir Yokmuş: Portreler, Akbaba Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 1963, sayfa 122.
[57] İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Kronolojisi, cild 4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, sayfa 114.
[58] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, cild 5, 8. Baskı, Ankara 2007, (Birinci Baskı: 1947), sayfa 158.
[59] Hülya Tezcan, “Fes”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cild 12, 1995, sayfa 415, 416.
[60] Marshall G.S. Hodgson, The Venture of İslam, cild 3, The University of Chicago Press, Chicago 1974, sayfa 264.
Akıcı bir tercümesi için bakınız; Marshall G.S. Hodgson, İslam’ın Serüveni, cild 3, (Tercüme eden: Berkay Ersöz), Phoenix Yayınevi, Ankara 2017, sayfa 312.
[61] Mithat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986. “Fes” maddesi.
[62] Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, (Sadeleştiren: Enver Koray), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, sayfa 12.
[63] Ekrem Buğra Ekinci, “Bir zamanlar Başlara Taht Kuran Fes”, 08 Şubat 2016: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=673
Osmanlı uzmanı Tarihçi Prof. Jean-François Solnon şu sözleriyle Prof. Ekinci’yi teyit eder: “Gerçekten de başlık tercihinde, müminlerin namaz kılarken secdeye varmasını engelleyecek herhangi bir siperlik bulunmaması da dikkate alınmalıydı. Sultan 1828’de Avrupa değil, Fas menşeli yeni bir başlık getirdi: fes.” Bakınız; Jean-François Solnon, Sarık ve İstanbulin-Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa: XIV.-XX. yüzyıllarda çatışma ve karşılıklı hayranlık, (Tercüme eden: Ali Berktay), Doğan Kitap, İstanbul 2013, sayfa 366.
Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün kurucu başkanı Prof. Dr. Zafer Toprak: “…fes giyildi. Yine de kültür normları gereği baş Batı’dan farklı bir biçimde ifade edilmeliydi. En azından Cumhuriyet’e kadar Batı’nın fötr şapkasıyla araya mesafe kondu.” Bakınız; Zafer Toprak, Türkiye’de Yeni Hayat, Doğan Kitap, İstanbul 2017, sayfa 231.
[64] Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, İş Bankası Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2017, sayfa 253.
[65] Ekrem Buğra Ekinci, “Sultan II. Mahmud: Kime Göre Gavur Padişah?”, 01 Ocak 2018: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=934
[66] Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “II. Mahmut ve Kıyafet Inkılabı”, Akşam, 14 Eylül 1952.
Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiye’sinde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007, sayfa 50, 51.
[67] Ismet Inönü, Hatıralar, (Yayına Hazırlayan: Sabahattin Selek), Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, Istanbul 2009, sayfa 471.
[68] Muharrem Coşkun, Kod Adı: Irtica-906 Mehmed Akif Ersoy, Yeditepe Yayınları, Istanbul 2015, sayfa 51-56.
[69] Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031.
.
**********
.
Kadir Çandarlıoğlu
.
Paylaşım Şartı:
Paylaşmak istediğiniz bir yazı, görsel vs. varsa, alakalı yazıya gidin ve yukarıdaki adres çubuğunda görülen linki kopyalayıp paylaşmak istediğiniz yere yapıştırın. Yani YALNIZCA LİNK PAYLAŞIMINA MÜSAADE EDİYORUZ. Ayrıca yazının sonunda “facebook” veya “twitter”ın sosyal medya paylaşım butonları var. O butonlara tıklayarak da paylaşılabilir. Başka türlüsüne hiçbir surette rızamız yoktur.
*
•Yahudi fötr şapkası giyen,
giymeyeni astıran,
•Avrupa’nın tüm kanunlarını, alfabesi getiren, alfabeyi kullanmayanı hapse atan veya idam eden,
•incili resmi gazeteyle neredeyse ücretsiz dağıtıp ezanı kim olduğu belirsiz tanrı uludur diye okutan, ALLAH diyeni hapse attıran,
•Kuran’ı, başörtüsünü, peçeyi, çarşafı yasaklayan(köylü gibi olanlar serbestti),kadınları açılıp saçılmaya özendiren, başka parti açtırtmayan kimdi?
-İlk defa genelevler CHP tarafından resmi olarak ve kurban keserek açıldı,tüm Türkiye’de yaygınlaştı.
Türkiye’nin ve İslam aleminin çivisi niye çıktı. Niye her yer sahte,laik müslüman, İslam istismarcısı?
Osmanlı zamanında hadım etme ve idam cezası vardı.
Uyan ey zerre aklı olan!
•Yukarıda yazılılanların müslüman işi olduğunu iddia edenler süzmedir, cehl-i mürekkebdir, hiçbir şeyi sorgulamazlar, kutsalları İslam değildir, her şeyi de biliyorum zannederler, kendilerini de ehl-i Cennet. SÜMME HÂŞÂ Peygamber Efendimiz(S.A.V.) ve izinden giden takva sahipleri enayi; Allah korkusuyla farza,vacibe,sünnete,kutsala itina ediyorlar.
Merhaba, ben sizin gibi harika bir yeri nasıl bu kadar geç keşfettim?? 😀 Dediklerinize ve üstüne bir de gösterdiğiniz kaynaklara sonuna kadar inanıyorum. Yaşım biraz küçük ve bu tarihe yeni yeni ilgi duymaya başladım ve yeni yeni araştırıyorum. Ama sanırsam ben yanlış anladım ya da sizin dikkatsizliğinize geldi, bir çelişki var.
FES OSMANLI’YA NE ZAMAN GELDİ?
Başlıklı yazınızda 2. paragrafta şunu dediniz : “1883 yılında İzmit’te ve 1885 yılında İstanbul’da feshane adıyla üretim yerleri kuruldu.”
Ama bundan sonraki 3 numaralı kaynak ile belirttiğiniz yerde şöyle diyorsunuz : “1839’da Feshane genişletildi ve Haliç’in yukarısındaki bir sarayın bir bölümüne taşındı. Bu kez kumaş da üretmeye başladı, ancak hala hayvan gücüne dayanıyordu. 1840’ların ortalarında, buhar makinaları getirildi. 1840 ve 1850’lerde aynı türden birkaç fabrika daha açılmıştı, ama bunlar ticaret yapmaktan çok ordunun gereksinimlerini karşılıyordu.”
2. paragrafınızda 1883 yılında İzmit’te açıldı ve 1885 yılında da İstanbul’da açıldığını söylerken, onun biraz altında 3 numaralı kaynak ile belirttiğiniz yerde “1839 yılında feshane genişletildi” dediniz. Lâkin 1883 ve 1885 yılında açılan şey nasıl 1839 yılında genişletilebilir? Sanırsam burada bir yanlışlık oldu veya bunu sonradan açıklayacaktınız.
Farkli fabrikalar. Ayrica ben demedim, tarihciler diyor. Biri bir fabrikaya, digeri baska fabrikaya dikkat cekiyor. Bunlar haricinde baska fabrikalar da var da var.
Kadir bey İsmet İnönü’nün “gençliğin kafasını allah ve peygamber gibi boş laflardan ve kavramlardan kurtarmış olacağız” diye bir sözü var mı varsa kaynağı nedir ?
Bir gün ülkemizde tarih bilimsel hale gelirse, nasıl olması gerektiğini sitenizden öğrenmiş oluyoruz. İnkılapların bize ülkemizin gelişmesi gibi anlstılması umarım biter.
mervan al ben söyleyeyim 2000li yılların başlarında star tvde ismet inönünü oğlu erdal inönüyü konuk etti Mesut yar. erdal inönü tvde milyonların gözünün içine baka baka biz Allaha inanmayız. babamda inanmazdı Atatürkte bizim gibiydi oda inanmazdı dedi. insan bir şekilde var olurmuş ölünce zaten ölündüğünden herşey bitermiş. ne diyordu M. Kamal.dini ve namusu olanlar kalkınamazmış. fakir ve aç kalmaya mahkum kalırlarmış. adamlar çevirdikleri binbir dolapla koskoca Osmanlıyı götürdü kendi çıkarlarına. ve bunu millete kurtuluş olarak yutturdular.
Videosunu atsana bir izleyeyim.
zekeriya beyaz da katıldı programa bağlan internetten sor yada mesut yardan. milyonlar izledi. internette bulunmaması bu olayın olduğu gerçeğini değiştirmez. milyonlar izledi. insanlar bunadımmı her şeyi ağzından kaçırır. 75 indeki erdal inönüde öyle yaptı. Tıpkı ismet inönünün 1960 ların ortalarında gazetecilere bu millette düşmanımız açıklamasını yapması gibi. bunlar arşivlerden çıkartılabilir.
birde Mustafa Kemal 9 kasım 1938 de öldü yani şu anda 29 aralıkta olduğumuza göre artık öleli 30000 günü aştı. kendi dönemindekileri akranlarını geçtik oğlu yaşındakilerde çekildi dünyadan hatta artık torunu yaşındakilerde.. neden kaldırılamıyor o koruma kanunları. bir ülkeyi kaç çeşit aynı zamanda islam düşmanı olan düşmanlar işgal edecekler ve çok müslüman mustafa kemali getirecekler başımıza. sen buna inanıyormusun yoksa kendilerine çalışan ve kendilerinden olan işbirlikçilerini mi getirirler ve onu aslında onlar başımıza süper kahraman olarakmı dikte ederler.bir düşün istersen.
Bu memlekete ahlaksızlıklar din düşmanlıkları gökten inmedi. Bunlar 23’ten sonra başlayan mektep kitapları rezaletinin mahsulüdür. Allah Kemal Paşa’ya ahirette hak ettiği muameleyi yapsın.
Fes’i kabul edersin etmezsin. Resmi kıyafet olarak giyilmesini yasaklayıp yerine resmi dairelerde giyilmek üzere şapkayı getirebilsin. Kıyafet sonuçta döneme göre değişebilir. O dönem ülke savaştan çıkmış gariban halkımız yiyecek ekmeği zor buluyor. O dönem anlatılanlara göre savaşlardan çıkmış gariban halkımızın çoğu alamıyor şapkayı şehre inerken köylüler muhtarlıkta asılı duran ortak şapka kullanıyorlar. Ayrıca en trajik olanı da Rize halkının, buna karşı olduğu iddia edilerek Hamidiye zırhlısı ile bombalanmasıdır.
Fese yunan milli serpuşu diyen gerizekalıdır. Kemalist gerizekalı cahil bağnaz güruhun her iddiasına cevap vermesen de olur. Bu makaleyi video yapıp YouTube da yayınla