Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu

Published by

on

Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu

Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpag, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün 20 Şubat 1935 tarihli bir yazısına atıfta bulunuyor ve “Neues Deutsches Lichtspiel Syndikat GmbH Berlin” adlı Alman şirketinin “Sultan II. Abdülhamid” filmi çekmek için girişimde bulunduğunudan söz ediyor. Almanya’nın yetkili Bakanlığı’na bu filmin yapılmaması hakkında teşebbüste bulunulmuş ve bu keyfiyet Türkiye Içişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir.[1]

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

abdulhamid alman filmi yasaklaniyor 1

[1] no’lu dipnotta bahsi geçen yazı

***

Içişleri Bakanı Şükrü Kaya da, 5 Mayıs 1935 tarihinde Başbakanlığa yazdığı bir yazıda, söz konusu yazıya atıfta bulunuyor ve “Bu tahrirata nazaran ‘Abdülhamid’ isimli filmde tadilat yapılarak çevrilmesine istenen müsaadenin verilmesinde mahzur gördüğümüzden, iş’arımız üzerine, Elçiliğimizin Alman Propaganda Bakanlığı nezdinde yaptığı teşebbüs neticesi olarak filmin yapılmaması hakkında Bakanlıkça icab edenlere kat’i şekilde emir verildiğini arz ederim,” diyor.[2]

abdulhamid alman filmi yasaklaniyor 2

[2] no’lu dipnotta bahsi geçen Şükrü Kaya imzalı belge

***

Görüldüğü gibi, “Abdülhamid” filminin yapımına resmi makamlar izin vermemişlerdir.

 

**********

 

KAYNAKLAR:

[1] Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, No: 30 10/86 567 24.

[2] Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, No: 30 10/86 567 24.

 

**********

 

Kadir Çandarlıoğlu

 

**********

 

“Belgelerle Gerçek Tarih” isimli 792 sayfalık çalışmamızı ücretsiz indirebilirsiniz:

http://www.mediafire.com/?vgk9k8cozdpy7ez

*

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com

*

*

4 responses to “Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu”

  1. Kerim Avatar
    Kerim

    Size ulaşacağımız mail adresiniz var mı aceba ?

  2. Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Avatar
    Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48

    Gönderen . Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48
    SEVGİLİ CUMHURBAŞKANIM SELAM VE HÜRMETLERIMLE MEKTUBUMA BAŞLARIM

    SOSYAL PAYLAŞIM SİTESİNDE ŞEHİD TAZİYE EVİNDE HAKKIN KELAMINI SESİNİZDEN DUYMAKLA BAHTİYAR OLDUM BU GÜNLERİ BİZE GÖSTEREN RABBİME BINLERCE ŞÜKÜRLER
    HAKIN DAVASINA EMEGİ GECEN HERKESDEN ALLLAH RAZ OLSUN .

    VATANIMIZDA DİNSİZLİGİN ESKIDEN ZİRVESİ BİR TEPE OLARAK BİLİNEN BİR MEVKİDEN ;
    CENBI HAKKIKIN K KELAMI KADİMİNİ ASLAN YÜREKLİ ;
    HAZRETİ ÖMER MİSALI.
    İSLAMI HAYATA HAYATA HAKIM KILMAYA CALIŞAN.
    YAVUZ SULTAN SELİM DİRAYETI GiBİ BİR REİSİ CUMHURUMUZ OLDUGU İÇİN ALLAHA ŞÜKTREDİYORUM AMA BU MAKAMI SİVİL ANAYASA VE 5816 SAYILI KANUNU KALDIRARAK YALAN SÖYLEYEN TARIH olan;
    İNKİLAP TARİHİNİ KALDIRARAK vede ASKERİ EGİTİM SİSTEMINI DEGİŞTİREREK çünkü bu sistem imanın 6 esası yerine CHP nin İMANI olan 6 OK LU JOKEBEN BIR SİSTEMDİR ,
    KISACA ISLAMI HAYATA HAKIM KILARAK ITTIHADI İSLAMI VUCUT KILARAK DEVAMI İÇİN ALLAH YOLUNDA VATAN VE ÜMMMETİN SELAMETİ İÇİN :
    SENINLE HAKKIN YOLUNDA CANIMIZ FEDA OLSUN
    DAVAMIZ
    BÜYÜK:
    CUMHUR BAŞKNIMIZDAN ANADOLU KITASI BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ DAVA TAŞINI GEDİĞİNE KOYMASINI BEKLİYORUM;
    SÖZÜN ÖZÜ SİVİL BİR ANAYASA VE 5816 SAYILI KUNUNUNDA İVEDİLİKLE KALDIRILMASINI TALEP EDİYORUM .
    ÇÜNKÜ SİZE YAKIŞANDA TARİHE NOT DÜŞME ADINA ANCAK BUDUR ÖYLE DEGILMİ ! ?…
    ZİRA HAKIKI İMANI ELDE EDEN ADAM KAİNAT BOBBA OLUP PATLASI İHTİMAL DİRKİ RECEP TAYIP ERDOGANI KORKUTMAZ
    5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun Mecliste kabulü sırasında yapılan konuşmalardan aktarıyorum:

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    Adana Milletvekili Sinan Tekelioğlu:

    “Bu kanun, hürriyet-i kelamı tamamıyla selbetmektedir (fikir açıklama hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaktadır). Mesela yarın, üniversitede inkılap tarihi okutan bir hoca Atatürk’ün nutkunun haricinde bir şeyler söylerse mes’ul tutulacak mıdır?”

    Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:

    Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:
    “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyettedir.”

    Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:
    Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:
    “Fevkalbeşer ve layuhti (insanüstü ve hatasız) bir kimsenin olacağına inanmıyoruz. Binaenaleyh, M. Kemal Paşanın idari, içtimai, siyasi hataları bulunduğunu söylemek ve yazmak, demokratik rejimi benimsemiş olanlar arasında tabii bir hak olmak lazım gelir. Bu kanun, Atatürk’ün ef’al ve icraatı ve şahsı hakkında yazılan bazı şeyleri savcının hakk-ı takdirine bırakmak suretiyle tecavüzkar, hakaretamiz ve tezyifkar bularak cezalandırmayi kastediyor. Vatandaşı sarih ve doğru mütalaadan mahrum bırakmak suretiyle hakk-ı kelamının milletten kısmen de olsa nez’ini (alınmasını) istiyor. Teessürle söylüyorum ki, 27 senelik devirde riyakar birçok yazarlar, hatipler, şairler milletin gösterdiği feragat ve kahramanlığa hemen hiç kıymet vermeyerek tek şahıs için uluhiyete kadar yükselen kasideleriyle gençliğe birçok yanlış kanaatler, hakikate uymayan fikirler aksettirmişlerdir.5816 SAYILI KANUNLA Bu kanunla tek parti rejiminin ve bu zihniyetin antidemokratikliğinin ortaya çıkmasına mani olunacaktır. Birçok hakaik-i tarihiye (tarihi hakikatler) ketmedilmiş (gizlenmiş) veya tahrif edilmiştir. Bu kanun ensal-i atiyeyi (gelecek nesilleri), pek çok dersler verecek, inkılaplara ve tecdid (yenilik) devrine dair bitaraf (tarafsız) yazılardan mahrum bırakacaktır. Halbuki Atatürk’ün hizmetleriyle beraber hem hatalarının, hem de noksanlarının millete açıkça anlatılması bir hizmet-i vataniyedir.”

    Isparta Milletvekili Said Bilgiç:

    Isparta Milletvekili Said Bilgiç:
    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    “M. Kemal bir melek değildir. Onun da beşeri zaafları vardır. Halbuki böyle bir nokta üzerinde duracak bir tarihçi, bu kanuna istinaden cezalandırılabilecektir. “Kemalist rejim” deniyor. Türkiye devletinin idare şekli cumhuriyettir. Kemalist devlet tabirinden ne anlaşıldığı merak-ı mucibdir. Türkiye’nin idare şekli olan cumhuriyetin, tek parti, tek şef ve ısmarlama meclis devrinin cumhuriyetiyle bir alakası yoktur. Rejimlerin şahıslara izafesi ancak faşistlere yaraşır.”

    Izmir Milletvekili Halide Edip Adıvar:

    “Bu kanun, tarihten önce Asurilerin, Babillilerin insanları putlaştırdığı gibi, Atatürk’ü putlaştırmak istiyor. Atatürk’ü put haline koyan bu kanun, inkılapları adeta mütehase (fosil) haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.”,
    ,

    Kadir Mısıroğlu:
    “Atatürk’ü koruma kanunu kaldırıldığında millet aslına dönecek, aslına dönmenin karşısında en büyük engel bu kanundur. Dünyada kanunla korunan başka kim var? Kendi milletine karşı korunan adam kahraman olur mu? Adamınıza güveniyorsanız kaldırın bu kanunu, konuşalım!”
    KORUMA KANUNU NEDEN KALKMALI?
    Kemalistler kendilerini Cumhuriyetçi diye takdim eder; ama değildirler. Çünkü Cumhuriyet’in kanunları ve kuralları geneldir ve herkesi kapsar. Zaten Cumhuriyet’in monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı hususların en önemlilerinden biri; yasaların kişiye özel olmamasıdır. Yani bu manada “Cumhuriyet” bir bakıma “isimsizler” rejimidir. Yasal açıdan sülalenin, aşiretin ve soyun önceliği bulunmaz. Makamlar korunur; fakat şahıslar korunmaz. Buraya kadar anlattığımız Cumhuriyet’in nitelikleridir, şimdi bakalım bu niteliklere kim uymuyor? Yapılan araştırmalara göre bu niteliklere uymayan ve anayasasında özel isim bulunan üç ülke vardır: Bunlar; İran, Kuzey Kore ve Türkiye’dir. Bilindiği gibi bizim anayasada da, M. Kemal’in ismi geçmekte, sadece geçmekle kalmayıp, bu milletin yani cumhurun millî manevi değerleri de “Atatürk milliyetçiliği” iddiasıyla bir şahsın inisiyatif ve inkılâplarına feda edilmiştir.
    O halde bu rejime Cumhuriyet denilebilir mi? Böyle bir ülke olur mu? Böyle bir millete “hür millet” denilebilir mi? Her halde hiçbir akıl, mantık, izan ve insaf sahibi bunu diyemez. O halde bu sahte milliyetçiler, ne yüzle nara atıyorlar?
    Meselâ, bazı Kemalistler “Atatürk Cumhuriyeti” diye bir tabir kullanılırlar. Bu lafın kendisi Cumhuriyet’e aykırıdır. Çünkü bu tabirin kendisi Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır; çünkü cumhuru da devre dışı bırakıp tekelciliği ifade eder. Bunun, ”Stalin Cumhuriyeti” demekten bir farkı yoktur. İkisinde de özel isim merkezdedir. Kemalizm’in en büyük icadı; iç düşmanlar türetmesidir, bu milleti laik – anti laik, kemalist-antikemalist gibi ayrımlarla bölüp parçalamasıdır. Bunları yaparken hep “koruma kanununun” arkasına sığınırlar. Demek bu kanun, artık bu millet için, bir tuzak haline gelmiştir. 1960 darbesiyle bu ismi anayasaya yerleştirdiler ve hâlâ daha duruyor. Bir deli bir kuyuya taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor.
    Şimdi ise AB, bu kanunu kaldırın diyor. Yine zavallı milletin hiç sesi çıkmıyor veya çıkaramıyor. Tabi Kemalistler; demokrasiye, insan haklarına, cumhuriyete hatta laikliğe rağmen yaygarayı basıyor. Hâlbuki buna dayanarak insanları yargılamak, sadece Cumhuriyetin felsefesine değil, demokrasi, din, vicdan, hürriyet ve insanlık esprisine de aykırıdır. Yani Kemalizm; öyle bir yobazlıktır ki, hiçbir medeniyet, hak, hukuk, dini ve insani değer tanımamaktadır. O halde hamiyet ve insaniyet namına artık buna bir çare bulunmalı ve son verilmelidir. Onun için artık AB de bu işe önem atfetmiştir. Hamiyetli bir şâir bakın, bu konuda ne diyor.
    “Haddi yok açlıktan başı derde girenin,
    Meydanı sehpaya boyun verenin,
    Lânetle anılan cebabirenin
    Bu rahmet okuttu en küstahına”
    İlim adamlarımız şâirin, “Muini zalimin dünyada erbabı denaettir, köpektir / Zevk alan sayyad-ı bî insafa hizmetten.” dediği duruma düşürülmüş olmuyor mu? Bu acı manzara, başta kimleri düşündürmesi lâzım? Ben de bir zamanların akademisyeni olarak, bu durum, kanıma ve izzetime dokunuyor. Dünya üniversitelerinden ilk 500’de esamemiz yok. Hâlbuki bir asırdır bizim Kemalistler, ilericilik ve çağdaşlık narası atıyor, türküler söylüyorlar; “yoksa bu, bu millete aksi tesir mi yapıyor?” diye düşünüyorum. Çünkü ifade hürriyetinin olmadığı bir ülkede insanların kabiliyetleri gelişemez; zira onlar her şeyi suç addederler ve meramlarını ifade edemezler. İçe kapalı bir duruma düşerler ki, bu da başarıyı engeller. Fakat bu sadece sebeplerden biridir, öbürlerini ise yeri geldikçe, nasip olursa, söyleriz.
    Yani işte, dini vicdanlara hapsedip, fonksiyonsuzlaştırmanın sonucu budur. Eğer bu millet yeniden milli dinamikleri ve moral değerleriyle motive edilebilseydi Osmanlı’da olduğu gibi yine dünyanın süper ülkesi biz olabilirdik. Fakat bu millette, bu cevher, söndürülemediğine göre en yakın zamanda yine bu cevher, hâkim olacak ve bu millet insanlığın kurtuluş çaresi olacaktır.
    Bir Alman düşünürü, “Alman Teknik Üniversitesi yıkılsa, edebiyat fakültesi onu yaptırır; fakat edebiyat fakültesi yıkılsa Teknik Üniversitesi onu yaptıramaz.” diyor. Yani bu milleti, ruh kökünden öldürmek istediler, süründürdüler; fakat öldüremediler
    . Onun için MEHMET AKİF ERSOY MERHUM;
    “Üç beş balta bizi ayıramaz mazimizden,
    Mademki ağacın kökleri derindir cidden
    Gövdesi kesilmiş, dalları kopmuş ne çıkar
    O görürsün yine üstündeki edvarı yarar
    Yükselerek fışkırır afakı perişanımıza
    Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza” diyor.
    Maalesef bu şâirimiz de rejimin hışmından nasibini almış, kaç yılını yurt dışında geçirmişlerdendir. Üstelik de İstiklâl Marşı şâirimiz olduğu halde. İ

    Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı? || Faruk KÖSE || Yeni Akit

    Nihayet, “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine…” gibi absürd kararlarıyla tarihe mal olan “İstiklal Mahkemeleri”nin zabıtları gün ışığına çıkarılacak. Yakın tarihin tanınması, Cumhuriyet’in neler üzerine ve nasıl kurulduğunun görülmesi, devrimlerin neye mal olduğunun bilinmesi bakımından bu zabıtların arşivlerden çıkarılması çok önemli. Bilinen az sayıdaki kararlarının bile ürperti vermeye yettiği “portatif mahkemeler”den söz ediyoruz. Mezardaki ölüyü bile çıkarıp “aleme ibret olsun” diye idam ipine çektiren mahkemelerden…

    Ya da şapka kanununa muhalefet etti diye bir kadıncağızı bile astıran mahkemelerden…
    İşte, adeta “idam mangası” işlevi görmüş olan bu “portatif mahkemeler(!)”in TBMM’de gizli tutulan zabıtları açıklanacakmış. Ancak henüz araştırmacıların incelemesine kapalı. Şimdilik TBMM tarafından inceleniyor. Basında yer aldığı kadarıyla, bu kapsamda 1471 dosyanın günümüz Türkçesine çevrilmesine başlanmış. Eğer Başkanı onay verirse, yapılan çeviriler dijital ortama aktarılıp TBMM’nin internet sitesinde yayımlanacakmış. Bekliyoruz…
    Bekliyoruz da, zabıtların açıklanmasının yeterli olmayacağını da biliyoruz. Çünkü, eğer sadece içeriğini görüp de üzerinde yorum yapamayacaksak, failler hakkında kanaat belirtemeyeceksek, bu kararları veren mahkemeleri kuranları, üyelerini atayanları, kararlar karşısında sessiz kalarak durumun aynı minval üzere devam etmesini zımnen onaylayanları gündeme getirip tarih mahkemesine çıkaramayacaksak… zabıtların açıklanmasının ne önemi olabilir ki? Ha açıklanmış, ha açıklanmamış ne fark edecek?
    Biliyorsunuz, İstiklal Mahkemeleri döneminde devletin başında M.Kemal vardı. Peki, zabıtlar açıldığında, yapılacak yorumların ucu, kendi zamanında izni ve bilgisi dışında hiçbir şey yapılamayan M.Kemal’e değmeyecek mi? Haliyle değecek. Bu durumda mahkemeler, 5816 Sayılı yasaya istinaden yorum sahibinin yakasına yapışmayacak mı? Haliyle yapışacak. Öyleyse, zabıtların açıklanmasıyla gizli kalması arasında ne fark olacak?
    Niye mi bu soruları soruyorum? Hadi biraz daha müşahhaslaştırayım. Biliyorsunuz, bu ülkede “Atatürkü Koruma Kanunu” adıyla nam salmış bir kanun var. Kanunun asıl adı, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.” 5816 Sayılı bu kanun Menderes zamanında, 31.7.1951 tarihli ve 7872 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giriyor. Yürürlüğe girdiği günden bu yana da pek çok insanın canını yakıyor. Bu yasa kapsamında bir fiil işlenirse, şikayete bağlı olmaksızın Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılıyor.
    Yasanın ilk maddesi şöyle: “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
    Yasanın ikinci maddesi, bu birinci maddedeki “suç”ların nasıl işlenirse ne kadar artırılacağına ilişkin hükümleri ihtiva ediyor.
    Geçenlerde Cumhurbaşkanı Gül, şike sanıklarına adeta af getiren yasal düzenlemeyi Meclis’e geri gönderirken, “kişiye özel yasa olmaz” demişti. Ancak el’an mer’i bulunan bu 5816 sayılı yasadan daha kişiye özel bir yasa da yok ve bu durum, ülke için çok büyük bir ayıp, hukuk adına da çok büyük bir kayıp değil mi? Ancak burada, “kişiye özel yasa” meselesi üzerinde durmayacağım, daha başka bir zaviyeden yaklaşmak istiyorum konuya.
    Bu yasanın anlamı açıkça şudur: “Atatürk asla hata yapmamıştır, ne yaptıysa mutlak doğrudur. Sorulamaz, sorgulanamaz, eleştirilemez, reddedilemez. Hatta, böyle de yorumlanabilecek bir tavırda bulunulamaz. Aksi halde, ihlal edenin canına okunur.”
    Peki, o zaman bu yasa, açıkça M.Kemal’i “monark” ya da daha ileri bir tabirle “ilah” konumuna getirmiş olmuyor mu? Sadece soruyoruz ve geçiyoruz. Falih Rıfkı Atay da ünlü Çankaya adlı kitabında “Atatürk diktatör müydü?” diye soruyor. Ancak o sorup geçmiyor, hemen ardından cevabını kendisi veriyor: “Rejimine bakarsanız, evet.” Gerçi bundan sonra, bu diktatörlüğün ne kadar gerekli olduğuna dair kendince bir dizi izahatta bulunuyor; ama bir kişinin “kurucu” olmasının, her ne sebeple ya da niyetle olursa olsun, halkı üzerinde -kendi tabiriyle- “diktatörlük” kurması hakkını ona verip vermeyeceğini açıklamıyor. Tabiî bu arada, M.Kemal’in en yakınındaki birinin onu “diktatör” olarak tanımlaması ayrı bir fasıl.
    Peki, madem M.Kemal kendi arkadaşları tarafından da “diktatör” olarak tanımlanıyor, öyleyse kendi devrindeki her türlü icraattan sorumlu olan birinci kişi olmaz mı? Ya da ne yapıldıysa, bir şekilde gelip M.Kemal’e dayanmaz mı? Bu durumda İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarının M.Kemal ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısına dair bir şüphe ortaya çıkarsa, bu şüphenin peşine düşülmesi halinde, “koruma yasası” buna engel teşkil etmeyecek mi? Bir araştırmacı, İstiklal Mahkemelerinde yaşanan mezalimin M.Kemal’e dayanan herhangi bir bağlantısını keşfederse, bunu kamuoyunun bilgisine açıklayabilecek mi, açıklayamayacak mı? Hadi açıkladı diyelim, o zaman 5816 tonluk bir yasa yükünün altında ezilmeyeceğini kim garanti edebilir?
    Böyle bir garanti, ancak “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”un kaldırılması ile olur, öyle değil mi? Öyle ya, “kişiye özel kanun olamaz”dı hani?… İşte başlıkta sorduğumuz soru bu yüzdendi.
    Şimdi, Sayın TBMM Başkanı’na soruyorum: Tamam, İstiklal Mahkemeleri zabıtları açıklanacak da, bunun bir anlam ifade etmesi bakımından “Atatürk’ü Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı?

    KORUMA KANUNU NEDEN KALKMALI?
    Kemalistler kendilerini Cumhuriyetçi diye takdim eder; ama değildirler. Çünkü Cumhuriyet’in kanunları ve kuralları geneldir ve herkesi kapsar. Zaten Cumhuriyet’in monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı hususların en önemlilerinden biri; yasaların kişiye özel olmamasıdır. Yani bu manada “Cumhuriyet” bir bakıma “isimsizler” rejimidir. Yasal açıdan sülalenin, aşiretin ve soyun önceliği bulunmaz. Makamlar korunur; fakat şahıslar korunmaz. Buraya kadar anlattığımız Cumhuriyet’in nitelikleridir, şimdi bakalım bu niteliklere kim uymuyor? Yapılan araştırmalara göre bu niteliklere uymayan ve anayasasında özel isim bulunan üç ülke vardır: Bunlar; İran, Kuzey Kore ve Türkiye’dir. Bilindiği gibi bizim anayasada da, M. Kemal’in ismi geçmekte, sadece geçmekle kalmayıp, bu milletin yani cumhurun millî manevi değerleri de “Atatürk milliyetçiliği” iddiasıyla bir şahsın inisiyatif ve inkılâplarına feda edilmiştir.
    O halde bu rejime Cumhuriyet denilebilir mi? Böyle bir ülke olur mu? Böyle bir millete “hür millet” denilebilir mi? Her halde hiçbir akıl, mantık, izan ve insaf sahibi bunu diyemez. O halde bu sahte milliyetçiler, ne yüzle nara atıyorlar?
    Meselâ, bazı Kemalistler “Atatürk Cumhuriyeti” diye bir tabir kullanılırlar. Bu lafın kendisi Cumhuriyet’e aykırıdır. Çünkü bu tabirin kendisi Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır; çünkü cumhuru da devre dışı bırakıp tekelciliği ifade eder. Bunun, ”Stalin Cumhuriyeti” demekten bir farkı yoktur. İkisinde de özel isim merkezdedir. Kemalizm’in en büyük icadı; iç düşmanlar türetmesidir, bu milleti laik – anti laik, kemalist-antikemalist gibi ayrımlarla bölüp parçalamasıdır. Bunları yaparken hep “koruma kanununun” arkasına sığınırlar. Demek bu kanun, artık bu millet için, bir tuzak haline gelmiştir. 1960 darbesiyle bu ismi anayasaya yerleştirdiler ve hâlâ daha duruyor. Bir deli bir kuyuya taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor.
    Şimdi ise AB, bu kanunu kaldırın diyor. Yine zavallı milletin hiç sesi çıkmıyor veya çıkaramıyor. Tabi Kemalistler; demokrasiye, insan haklarına, cumhuriyete hatta laikliğe rağmen yaygarayı basıyor. Hâlbuki buna dayanarak insanları yargılamak, sadece Cumhuriyetin felsefesine değil, demokrasi, din, vicdan, hürriyet ve insanlık esprisine de aykırıdır. Yani Kemalizm; öyle bir yobazlıktır ki, hiçbir medeniyet, hak, hukuk, dini ve insani değer tanımamaktadır. O halde hamiyet ve insaniyet namına artık buna bir çare bulunmalı ve son verilmelidir. Onun için artık AB de bu işe önem atfetmiştir. Hamiyetli bir şâir bakın, bu konuda ne diyor.
    “Haddi yok açlıktan başı derde girenin,
    Meydanı sehpaya boyun verenin,
    Lânetle anılan cebabirenin
    Bu rahmet okuttu en küstahına”
    İlim adamlarımız şâirin, “Muini zalimin dünyada erbabı denaettir, köpektir / Zevk alan sayyad-ı bî insafa hizmetten.” dediği duruma düşürülmüş olmuyor mu? Bu acı manzara, başta kimleri düşündürmesi lâzım? Ben de bir zamanların akademisyeni olarak, bu durum, kanıma ve izzetime dokunuyor. Dünya üniversitelerinden ilk 500’de esamemiz yok. Hâlbuki bir asırdır bizim Kemalistler, ilericilik ve çağdaşlık narası atıyor, türküler söylüyorlar; “yoksa bu, bu millete aksi tesir mi yapıyor?” diye düşünüyorum. Çünkü ifade hürriyetinin olmadığı bir ülkede insanların kabiliyetleri gelişemez; zira onlar her şeyi suç addederler ve meramlarını ifade edemezler. İçe kapalı bir duruma düşerler ki, bu da başarıyı engeller. Fakat bu sadece sebeplerden biridir, öbürlerini ise yeri geldikçe, nasip olursa, söyleriz.
    Yani işte, dini vicdanlara hapsedip, fonksiyonsuzlaştırmanın sonucu budur. Eğer bu millet yeniden milli dinamikleri ve moral değerleriyle motive edilebilseydi Osmanlı’da olduğu gibi yine dünyanın süper ülkesi biz olabilirdik. Fakat bu millette, bu cevher, söndürülemediğine göre en yakın zamanda yine bu cevher, hâkim olacak ve bu millet insanlığın kurtuluş çaresi olacaktır.
    Bir Alman düşünürü, “Alman Teknik Üniversitesi yıkılsa, edebiyat fakültesi onu yaptırır; fakat edebiyat fakültesi yıkılsa Teknik Üniversitesi onu yaptıramaz.” diyor. Yani bu milleti, ruh kökünden öldürmek istediler, süründürdüler; fakat öldüremediler
    . Onun için M. Akif,
    “Üç beş balta bizi ayıramaz mazimizden,
    Mademki ağacın kökleri derindir cidden
    Gövdesi kesilmiş, dalları kopmuş ne çıkar
    O görürsün yine üstündeki edvarı yarar
    Yükselerek fışkırır afakı perişanımıza
    Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza” diyor.
    Maalesef bu şâirimiz de rejimin hışmından nasibini almış, kaç yılını yurt dışında geçirmişlerdendir. Üstelik de İstiklâl Marşı şâirimiz olduğu halde. İşte işin vahameti…

  3. Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Avatar
    Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48

    Lİ ÇETİN, 4 yeni fotoğraf ekledi.Sayfayı Beğen
    11 saat
    RİZE NEDEN BOMBALANMIŞTI PEKİ? OKUYALIM PAYLAŞALIM YORUMLA BEYEN NOKTA DAHİ OLSA.YORUMLAYIN DESTEK OLUNUZ SES VER TÜRKİYEM UNUTMA UNUTTURMA….

    ‘Atma Hamidiye Atma, Vergi de Vereceğuz, Serpuş da Giyeceğuz’
    Aynen böyle diyordu bombardıman altındaki Rize halkı.

    1925’te Rize kendi milletinin deniz kuvvetleri tarafından bombalanır… Balkan Savaşları’nın ünlü Hamidiye zırhlısı Rize’yi bombalar… Hem de görev icabı…

    Rize’ye yapılan ve iki gün süren top atışının üstüne Rize’ye gezici İstiklal Mahkemesi gelir ve 143 kişi yargılanır. Bir günlük yargılama sonucu, 8 kişi idam cezasına; 14 kişi 15’er yıl, 22 kişi 10’ar yıl,19 kişi 5’er yıl, kalanlar da değişik hapis cezalarına çarptırılır. Bir günlük yargılama ve adalet(!). İdamlar hemen infaz edilir.

    Peki, Rize ne yapmıştı ki toplarla terbiye(!) edilmeye, hizaya getirilmeye çalışıldı? Rize’nin suçu neydi ki “atma Hamidiye din kardeşiyiz.”demesine bile aldırış edilmemiş ve Rize’ye yağan top yağmuru iki gün sürmüştü. Üstüne üstlük top yağmurunda ölen ve yaralananlar yetmemiş gibi 8 kişi daha idam edilmiş, 55 kişi de farklı hapis cezalarına çarptırılmış. Neden ve niçin? Dün bu sorular sorulmuş mu ya da sorulabilmiş mi?

    Hiç zannetmem; bu soruları o zaman soran da bunun bedelini kellesiyle ödemiştir, herhalde.

    Rize ve benzeri yerlerin toplara hedef olmasının sebebi öz olarak “muhalif olmalarıydı, muhalefet etmeleriydi” Neye mi muhaliftiler? Şapkaya.

    Evet, “Rizeli sekiz âlim ve Müslüman şapka giymeyip, dindarlara zulmü kınayıp, hükümete ”Sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapka giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın” diyerek, jandarma karakoluna yürümüşler ve halk da yanlış gördükleri politikalara karşı onlara destek verip onlara katılınca bu yapılan bir isyan olarak görülmüş. Bundan dolayı Rize topa tutulmuş sonra da idam sehpaları kurulmuş.

    Bu olaydan miras olarak her ne kadar “Atma Hamidiye atma, vergi de vereceğuz, serpuş da giyeceğuz…” diyen halk türküsü kalsa da bunun acısı hiç gitmemiş.

    Hâsılı kelam, Rize şapkaya kurban edilmiş. Kürt, Türk ayırımı yapılmadan kurban edilen Maraş’ın, Erzurum’un, Kayseri’nin, Tokat’ın, Amasya’nın, Kırşehir’in, İskilip’in kurban edildiği gibi…

    Zira şapka kanunun yürürlüğe girdiği bir kaç ay içinde bombalanan Rize’yi bir köşeye bıraksak da; bu şehirlerde şapka için tam 78 kişi idam edilmiş, yüzlercesi çeşitli cezalara çarptırılmış.

    12 Aralık, Rize’nin şapka için bombalanmasının yıldönümüdür. Bakalım, Rize’nin bombalanması konuşulacak mı, tartışılacak mı, Rize’den özür dilenecek mi? TC tarihinde yaşanmış olan, aynı zincirin diğer halkaları da gündeme gelecek mi göreceğiz.

    Doğrusunu söylemek gerekirse; dün yapılan zulümlerin konuşulması, tartışılması; onlardan dolayı özür dilenmesi bir şeyi değiştirmiyor. Zira bu zulmün mağdurları için atılması gereken adımlar atılmadıkça kuru kuru özür ne bir şeyi değiştiriyor ne de bir anlam ifade ediyor. Mesela resmi rakamlara göre 13 bin 160 sivilin gayri resmi rakamlara göre ise elli bin insanın katledildiği ve 11 bin 818 kişinin sürgüne gönderildiği Dersim katliamı konuşulup tartışıldı. Hatta Başbakan Dersim’de yaşananlardan dolayı özür bile diledi. Ya sonra…

    Dersim katliamı için dilenen özürden sonra ikinci bir adım gelmeli değil miydi? Ama maalesef özür dileme adımından sonra atılması gereken adım atılmadı.

    Eğer bunlar –Dersim, Zilan, Rize, Erzurum vs.- konuşulacaksa, bunlardan dolayı özür dilenecekse bunlardan sonra da atılması gereken adımlar atılmalıdır.

    Ya bu gün…

    Bu günün, yarınların tarih sayfalarında kara bir leke olmaması; bu günü nasıl okuduğumuza bağlıdır. Bu günde bir anormallik görmeyenlere, dün yapılanları dünün insanının anormal görmediğini hatırlatmak istiyorum. Bu güne de bu gözlükle bakmak gerekir.

    Yarın, bu gün yapılanlardan utanmak istemiyorsak; çocuklarımızın, torunlarımızın bizi şerle yad etmelerini istemiyorsak; dün yapılanlardan ibret alıp bu güne dönmemiz, bu güne bakmamız ve bu günü arındırmamız lazımdır.

    Selam ve dua ile.

    (Dogruhabergazetesi)

    NOT: resmi tarihe göre 80’ e yakın, gayri resmi tarihe göre binlerce insan idam edildi. Kanunen Şapka İktisası Kanununa aykırı hareketin cezası üç ay ile bir yıl arası hapis cezasıydı! Ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun halen yürürlükte olan bir kanundur!

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.