Harf Inkılabının Zararları Hakkında Müthiş Bir Analiz

Published by

on

Harf Inkılabının Zararları Hakkında Müthiş Bir Analiz

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

harf inkilabi atatürk dil devrimi kemal atatürk harf devrimi, osmanlica zorunlu ders, osmanlica okuma yazma oranlari lütfi özsahin 1

***

Marmara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında Yüksek Lisans – Mastır yapan, bilahare Felsefe Tarihi’nde(Siyaset Felsefesi) doktora çalışmasını bitiren, Arapça ve Ingilizce’nin yanı sıra orta derecede Ibranice ve Gürcüce bilen Prof. Dr. Lütfü Özşahin’in “Kaosun Jeopolitiği ve Dinler Arası Diyalog” adlı kitabından konunun ehemmiyetine ve genişçe analiz edilmiş olmasına binaen uzunca bir alıntı yapacağız. Prof. Özşahin, verdiği örneklerle Türkiye’de yapılan dil ve harf devriminin yanlışlığına dikkat çekiyor ve birbirinden önemli değerlendirmelerde bulunuyor.

Işte Prof. Dr. Lütfü Özşahin’in her satırı altın değerinde olan yazısı:

“Insanlığın tarihsel gelişimi boyunca, dil meselesi emperyalist sömürge ve kaos ortamının oluşması için daima önemini korumaya devam etmiştir.. Wittegenstain’ın çok mükemmel şekilde anlattığı gibi dil bireyin, toplumun her şeyidir. Insanın hafızası, muhayyilesi, düşünebilmesi, soyutlama yeteneği büyük ölçüde bildiği kelime sayısı ve kullandığı dille ilgilidir. (Ludwig Wittegenstein, Tractatus)

Dil seslerden oluşan canlı, sosyal bir müessesedir. Onu kendi ikliminden ve tarihsel gelişiminden kopardığınız anda, ya da tabii olarak aktığı kendi mecrasını tepeden inmeci bir şekilde dış müdahalelerle değiştirdiğiniz zaman hayat damarlarından bir çoğunu koparmış, onu yozlaştırmış ve anlaşılmaz kelime yığınlarına dönüştürerek ölüme mahkum etmişsiniz demektir. Maalesef ülkemizde bu müdahaleler çağdaşlık ve ilericilik adına son derece komik, seviyesiz ve anlamsız şekilde, zaman zaman yapılmış, bu nedenle Türkçe günümüzde yozlaşarak günlük 150 kelime ile konuşulan ve yazılan kısır bir dile indirgenmiştir.

Eğer bir birey yahut bir toplum diline yabancılaşmışsa bu doğal olarak şu anlama gelir:

O birey ve toplum artık neşet ettiği, varlık alanına çıktığı tarihiyle, sanatıyla, edebiyatiyla, diniyle, müziğiyle, ilmiyle, irfanıyla son tahlilde kendisini var kılan tüm tarihsel ve toplumsal değerleri ile ilişki kuramıyor demektir. Çünkü her insan kendisini kendi yapan tüm değerleri ancak bir dil aracılığı ile ifade edebilir. Bundan dolayıdır ki, bir toplumda dilin bozulması o dile ait kelime ve kavramların bağlamlarının anlam kaybına uğraması, buharlaşması yani içlerinin boşalması ve bir anlam ifade etmemesi o toplumu kısa sayılmayacak bir gelecekte çöküşün ve yok olmanın eşiğine götürür. Çünkü kendini ifade edemeyen birey ve toplum, kişilik ve kimliğini kaybettiğinden dolayı aşağılık kompleksinin eşlik ettiği nevrotik bir ruh haliyle, doğal olarak başka toplum ve medeniyetlerin kültürel hegemonyasına girecekleri için, dirençlerini yitirirler ve sonuçta kendiliğinden sömürgeleşerek aline (alination) olurlar.

Batılılar bu konuyu çok iyi bildiklerinden dolayı Roma Imparatoru Julius Sezar’ın başlattığı önce dili bozma geleneğini tüm modern dönemler boyunca sistematik bir şekilde devam ettirmiştir. Hatırlanacağı üzere Julius Sezar Büyük Britanya’yı işgal ettiği zaman ilk işi yerli halkın dili olan Keltçe’yi yasaklayarak Latinceyi dayatmak oldu. Bu geleneği Ingilizler farklı şekillerde Amerika’da, Hindistan, Pakistan, Mısır, Nijerya gibi ülkelerde çok iyi uyguladılar. Yine Ispanyollar Meksika, Arjantin gibi ülkelerde, Portekizliler Brezilya’da, Italyanlar Libya’da, Fransızlar Cezayir, Tunus, Fas gibi ülkelerde ve ismini sayamadığımız bir çok Afrika ülkesinde Roma Imparatoru Julius Sezar’ın geleneğini sözüm ona ilerleme ve çağdaşlığın bir gereği olarak dayattılar ve son tahlilde buraları tamamen sömürgeleştirdiler ve dikkat edilirse bu ülkeler ABD hariç halen yoksullukla mücadele etmektedirler.

ABD hariç dedik, çünkü ABD 1492’den itibaren Avrupa’dan göçen, bizzat Greko-Romen ve Judeo-Critean geleneğin Amerika kıtasındaki uzantısı olan, 1618-1648 yılları arasında yapılan Avrupa’daki din savaşlarından kaçan, özellikle Kalvinist, Lütherci Hıristiyanlık anlayışını benimseyen Protestanlardan oluşan, püriten (aşırı dindar), katil, sapkın, altın arayıcısı, kanun kaçağı, hırsız, adi suçlu, Kızılderili katillerin, kurduğu bir ülkedir. Bundan dolayı ABD, Avrupa medeniyetinin Amerika kıtasında doğurduğu neo-sömürgeci çocuğudur. Yani bu insanlar, ABD’liler kahir ekseriyeti Anglo-Sakson kökenli ari ırktan oldukları için efendidirler, doğuştan asildirler, yönetirler, sömürürler, gerekirse cezalandırırlar ama asla yönetilemezler sömürülemezler.

Bugün ülkemizde ve Islam ülkelerinde maalesef eski Batı sömürgelerinde, kolonilerde bile olmayan Ingilizce eğitim ve öğretimin yaygınlaştırılması son derece düşündürücüdür. Öyle ki Osmanlının son dönemlerinde ülke sathına bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan Ingilizce, Fransızca eğitim veren okullardan mezun olan binlerce öğretmen, sonradan devlet adamı olan politikacılar, sanatçılar, edebiyatçılar, gazeteciler ve yazarlar -ki bunların önemli bölümü dönme, yani Sabatayisttir- adeta Islam ve Türk kültürünü ortadan kaldırıp Batının çürümüş değerlerini halka empoze etmek için misyonerleri bile şaşırtacak yol ve yöntemler denediler. (Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Cilt 1, sayfa 152-180.)

Fakat bugün çok güvenilir, vatansever olduğu noktasında şüphe duymadığımız bazı cemaatlerin halkın alın teri ile kazanılmış paralarla dünyanın dört bir yanında açtığı kolejlerde, Islam ve Türk kültürüne hizmet ediyoruz savıyla Amerikalıların ve Ingilizlerin bile yapamadığı şekilde gençlere Ingilizce öğreterek, en iyimser deyimle farkında olmadan emperyalizme hizmet etmeleri affedilecek bir hata değildir. Ne yazık ki, bu çevreler, dilin, bireyin ve medeniyetlerin gelişmesindeki önemini ve stratejik boyutunu yeteri derecede kavrayamadıklarından dolayı Islam-Türk kültüründen vazgeçmiş bazı laisist, Batıcı kesimleri aratmayacak şekilde, her şeye bir kılıf buldukları gibi, buna bir de bilimsel kılıf uydurmakta beis görmemektedirler. Ingilizce bilim dili imiş, Ingilizce olmadan teknoloji ve bilim üretilemezmiş. Sanki Japonlar ve Çinliler Ingilizce eğitim yaparak teknoloji ve sanayilerini geliştirmişler. Ya da Almanlar ve Fransızlar bugünkü düzeylerine Ingilizce eğitim yaparak gelmişler. Bırakın Ingilizce eğitimi Paris ve Berlin sokaklarında bir tane Ingilizce tabela bile bulmak neredeyse imkansızdır.

Eğer Ingilizce eğitim ve öğretimle gelişme ve teknolojik düzey yakalanarak kalkınma mümkün olsaydı, bugün ayakkabı boyacılarının bile Ingilizce konuştuğu Mısır, Pakistan, Hindistan, Nijerya, Bangladeş gibi ülkelerin hem bilimsel düzlemde, hem de zenginlik ve teknolojik açıdan dünyanın en gelişmiş ülkeleri olması lazım gelirdi. Halbuki bu ülkeler dünyanın en fakir ülkeleri kategorisinden halen kurtulamamışlardır. Dolayısı ile Ingilizce’nin bilim ve ilerleme için olmazsa olmaz bir koşul olduğu iddiası, Ingiliz muhipleri ve sömürgecilerin sözcüleri tarafından uydurulan kargaların bile tebessüm ettiği en büyük mistifikasyonlarından biridir.

harf inkilabi atatürk dil devrimi kemal atatürk harf devrimi, osmanlica zorunlu ders, osmanlica okuma yazma oranlari lütfi özsahin 2

***

Burada karşı olduğumuz bir dil öğrenmek değildir. Gerekli olduğu zaman yani bilimsel ve sosyo-politik koşullar zorunlu kıldığı zaman en iyi şekilde yabancı dil öğrenmek kaçınılmazdır. Yanlış olan ta ana okulundan başlayarak Ingilizce eğitim ve öğretimi dayatmak suretiyle bir toplumun topyekün kültürünü ve tarihsel kimliğini tahrip etmek yoluyla, o toplumun kendisini var kılan kadim geleneği ile ilintisini kesmek ve düşünemez hale getirerek köleleşme yoluna kanalize etmektir. Bugün Türkiye bu hale düşürülmüştür. Zira dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde dil ve alfabe ile Türkiye’deki kadar oynanmamıştır. Düşünün ki, bırakın sıradan halkı ve öğrencileri, Türkiye’de Atatürkçü geçinen zevatın büyük bir çoğunluğu Atatürk’ün Nutkunu bile orijinalinden okuyamazlar. Tabii Atatürk’ün Nutkunu orijinalinden okuyamayan bir millet elbette Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi, Baki’yi, Akif’i hiç okuyamayacak ve dolayısıyla anlayamayacaktır. Gelişmiş ülkelerin hiç birisinde böyle, Vatikan’ın cümle kardinallerini bile ağlatacak vahim bir olay yoktur.

Bir örnek verecek olursak, günümüzde lisede okuyan bir Ingiliz genci Büyük Elizabeth’i yahut Shakespeare’i bir kaç değişen kelimeleri saymazsak rahat okuyup anlayabilir. Ya da bir Fransız genci bir Napolyon’u, Russo’yu, Volter’i okuyabilir, anlayabilir. Yani onların dilini çözerek en azından H.G. Gadamer’in ifadesiyle kendi ufkuyla onların ufkunu birleştirebilir.. Aynı şekilde yetişkin bir Alman genci de Kant’ın, Hegel’in yahut Rilke’nin, Bismark’ın dilini çözmekte ve anlamakta zorlanmayacaktır. Yani dedelerinin ne dediklerini, ne düşündüklerini, nasıl yaşadıklarını, ne şekilde bilim ve sanat ürettiklerini anlayarak kendilerini var kılan tarih ve gelenekleri ile ilinti kurarak, yabancılaşma ve kimliksizleşme hastalığına tutulmadan gelecekleri için daha sağlam proje üretmenin imkanını elde etmiş olacaklardır. Böyle olduğu içindir ki, Ingilizler, Fransızlar ve Almanlar kimliklerini ve şahsiyetlerini kaybetmeden düşünsel ve bilimsel geleneklerini büyük bir kesintiye uğramadan devam ettirebilmişlerdir. Ne sayesinde? Elbette kültür ve medeniyetlerinin taşıyıcısı olan dil sayesinde.

Düşünsel ve bilimsel geleneklerini sürdüremeyen toplumların küresel düzeyde etki yapacak bilim, teknoloji ve onlara kaynaklık eden düşünsel ve felsefi sistemleri oluşturamayacakları açık ve seçiktir. Evet bugün Türkiye’de küresel düzlemde büyük ilmi, felsefi ve düşünsel sistemlerin ortaya çıkamamasının en büyük nedenlerinden birisi de, ülkemizde bulunan fikir ve ilim adamlarının gelenekle ilinti kuramamalarıdır. Zira bizim üniversitelerimiz bir Sorbon, Oxford, Heidelberg, veyahut bir Jena, Tübingen üniversiteleri gibi, bilim ve kültür geleneklerini kesintisiz asırlarca devam ettirememişlerdir. Bundan dolayı ilim ve fikir adamlarımızın bırakın medeniyetimizin bilim dili olan Arapça ve Farsça ile ilinti kurarak geleneğimizdeki büyük birikimi günümüz nesillerine aktarmayı, büyük bir çoğunluğu dedelerinin konuştuğu Osmanlı Türkçesini bile okumaktan acizdirler.. Tabii ortaya çıkan tablo bu olunca, bir bilim ve felsefe dilinden bahsetmek, en azından Babanzade gibi kendi kültür ve düşüncemize özgü bir felsefe terminolojisi oluşturmak çok zorlama bir uğraş olacaktır.

Bugün Avrupa’da her millet kendi milli dillerini iyi bildiği gibi, aynı zamanda özellikle fikir ve bilim adamları kendi medeniyetlerinin temel dili olan Latince ve Yunanca’yı da çok iyi bilirler. Çünkü iyi bir fikir ve bilim adamı olmanın büyük düşünsel ve ilmi sistemler üretmenin en önemli yollarından birisi de, sadece ait olduğu toplumun milli dilini bilmek değil, aynı şekilde ait olduğu medeniyetin temel dillerini bilmekten geçmektedir. Bu dini ilimlerde bile böyledir.

Geleneğini kaybetmiş dini ilimler, teorik ve pratik alanda yetersiz kalacaklarından dolayı gerilemeye başlarlar ve dini hayatın olumsuz etkilenmesine yol açarak, dinin yozlaşması, anlamsızlaşması suretiyle bedbinlik ve uyuşturucu işlevi görmesine neden olurlar..(Bu pasaj, 1400 yıllık bilgi ve ilmî birikimi yok sayan sünnet inkarcılarına ithaf olunur.)

Şüphesiz, yukarıda açık olarak örneklerini verdiğimiz gibi tüm boyutları ile geleneği devam ettiren en önemli dominant unsur dildir. Bu olgu hakikat gibi aşikar olmasına rağmen, maalesef Türkiye’de bir zamanlar Inönü gibi devlet adamlarının baş danışmanlığını yapan, Nurullah Ataç gibi şahsiyetler, dilde yapılan dejenerasyonda o kadar ileri gitmişlerdir ki, gelişme, kalkınma, çağdaşlık velhasıl laiklik adına dilimizde bulunan dinsel kökenli kelimelerin tamamen yasaklanmasını dahi teklif etmişlerdir. Çünkü bu zevata göre dili, dini gelenekten arındırmak için ancak ateist bir zeminde anlamını bulabilecek olan laiklik uygulamaları bile yetersizdi. Çünkü onlara göre, yerinde bir tespitle, dilimiz halen Islam kültürünün taşıyıcısıydı, ne de olsa, namaz, abdest, zekat, oruç, cihad, cennet, cehennem, iman, mümin, kafir, münafık, şehit, gazi, şehadet, iffet, namus, edep, haya, ar gibi kavramlar şifahi-sözel olarak aktarıldığından doğal bir süreçte kendiliğinden Islam’ı öğretiyorlardı. Bundan dolayı dilin metafizik anlam ve bağlamlardan tamamen kopartılarak sekülarize olması ön koşul olarak halka dayatılmıştı. Hatta Nurullah Ataç o kadar ileri gider ki, konuşmalarında hayatını ve düşüncesini Türk Milletine adayan Istiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif’e hakaret düzeyinde eleştiriler yönelterek onu köylülükle, bilgisizlikle ve cehaletle suçlar.

Dönemin devlet adamı Ismet Inönü’nün dil ve harf devriminin gerçek amacı ile ilgili beyanı hakikaten çok vahim bir durum arzeder… O, 13-14 Nisan tarihleri arasında yayınlanan Ulus gazetesinde aynen şöyle der: “Harf inkılabı, sadece okuma ve yazma kolaylığı için yapılmamıştır. Harf devrimini biz kültür ve medeniyetimizi değiştirmek için yaptık. Artık eski yazıya dönülmeyecektir. Bunun anlamı “Islam Kültürü” ile artık bağımız kalmadı demektir. Harf devriminin bizlere tesiri ve büyük faydası, söylediğimiz bu kültür devrimini kolaylaştırmasıdır.” (Vedat Sağlam, Batıda Islam Imajı, sayfa 267. Inönü’nün Ulus gazetesinde yayınlanan bazı ifadeleri daha sonra hatıratında sansürlenmiştir: K.Çandarlıoğlu)…

Böyle bir uygulama kesinlikle ateizm’in ders olarak okutulduğu SSCB de bile olmamıştır. Zira Bolşevik devriminin lideri Lenin Ortodoks Hıristiyan kültürünü en ince detaylarına kadar anlatan Gogol, Dostoyevski ve Tolstoy’un eserlerini bile yasaklamamıştır. Kendi dilini, dinini, tarihini, kültürünü ancak hainler, satılık kalemler, ya da metafizik değerleri tamamen yeryüzünden kovmak isteyen Nurullah Ataç gibi alinasyona uğramış bireyler sanık sandalyesine oturtabilirler. (Yazar burada dil ve harf inkılabının mimarı olan M. Kemal’e dokunamaması nedeniyle Nurullah Ataç ve Inönü’yü günah keçisi seçmiş olsa gerek: K.Çandarlıoğlu)

Aksini düşünmek akla zarar bir yaklaşımdır. Türkiye’den başka Dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde bu tip bireylere itibar edilmez, saygı da gösterilmez. Fakat bu bireyler bir istisna olarak sömürge ülkelerinde ve Türkiye benzeri memleketlerde ta Cumhurbaşkanlığı baş danışmanlığına kadar yükselebilirler…

Dilin önemine vakıf olan ünlü filozof ve din kurucularından birisi de ta MÖ 6. yüzyılda yaşayan Konfiçyüstür. Bir gün öğrencisi ona Kral-Imparator olsan ne yapardın.? şeklinde bir soru yöneltir. Konfiçyüs hiç tereddüt etmeden “dili düzeltirdim” diye cevap verir. Öğrenci tatmin olmaz ve sormaya devam eder. Niçin? Konfiçyüs bütün bilgeliği ile cevap verir: “Çünkü dil bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır.”

harf inkilabi atatürk dil devrimi kemal atatürk harf devrimi, osmanlica zorunlu ders, osmanlica okuma yazma oranlari lütfi özsahin 3

***

Doğal olarak devletlerini yitiren toplumlar ve milletler, “tarihi tecrübe delili” ile sabittir ki ya tamamen başka toplumların sömürgesi olurlar ya da belli bir zaman dilimi içerisinde tamamen kendi tarihsel ve toplumsal değerlerini kaybederek, kendilerine yabancılaşmak sureti ile başka bir toplumun içerisinde asimile olurlar ve yahut tarih sahnesinden büsbütün silinip giderler.

Evet bu yaptığımız analizleri doğuran sonuçları, dilin bozulması ve yozlaşması süreci, tek başına doğurabilecek güçte olan, en önemli başat etmendir. Bundan dolayı yeryüzünde kalıcı ve sürekli olmak isteyen toplumlar ve medeniyetler dil ve eğitim konularına çok önem vermişlerdir. Ancak ülkemizde bütçeden eğitime ayrılan payın bırakın Avrupa ülkelerini, Libya’dan bile geri olması son derece düşündürücü ve aynı zamanda üzücü bir haidsedir. Hatta ismi Milli Eğitim olan bir bakanlığın kendi milletinin tarihsel ve toplumsal kimliğine uyum içerisinde olan aynı zamanda çağdaşlık ve evrensellik iddiasını içinde barındıran bir eğitim ve öğretim sistemini hayata geçirmekten aciz olması, bu konuda yetişmiş kendi kültür ve medeniyetimizi özümsemiş uzmanlardan yoksun oluşu ve Milli Eğitimi misyoner kılıklı ABD ve Avrupalı uzmanlara teslim etmesi, yani onların fikir ve tavsiyelerine uygun olarak eğitim ve öğretimin programlanması ise tamamen skandal boyutunda bir hadisedir. Koloniler ve sömürgeler hariç dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde böyle bir olaya rastlanamaz. ABD, Almanya, Fransa, Ingiltere, Çin gibi ciddi ülkelerin eğitim ve öğretim programlarını bir Türk’ün, bir Iranlı’nın yahut bir Mısırlı’nın düzenlediğini düşünelim, o ülkeleri ne kadar tanıyabilirler ki, faydalı olabilsinler, ya da bu ülkeler böyle bir olayı, böylesine utanç duyulacak bir uygulamayı kabul edebilirler mi.? Bırakın kabul etmeyi bu ülkelerin Milli eğitim politikalarının üretildiği yerlerin kapısından bir yabancı bile geçemez. Zira gayri milli dil ve eğitim politikalarına maruz kalan hiç bir toplum kalkınamaz, gelişemez, yükselemez. Sadece yukarıda da ısrarla vurguladığımız gibi kendi kendilerini sömürgeleştirirler. (self alination) Öyle ki damak zevklerini bile kaybederler.

Günümüzde artık gençler Türk tarihi ve edebiyatı ile aralarının iyi olmadığını, anlamadıklarını söylemektedirler. Çünkü Türk dili o kadar yozlaştırılmış ve buharlaştırılmıştır ki, okullarda öğrenciler adap, edep, ar, haysiyet, şeref gibi kelimeleri bile anlayamamaktadırlar. Diğer taraftan ortalıkta edebiyatçı ve romancı diye geçinen bir takım zevatın apiş arası merkezli, 200 kelime ile yazdıkları eser müsveddeleri de yeni yetişen nesillerin düşünce yetisi, ruhsal gelişimleri ve muhayyilelerine dinamit koymaktadır. Elbette bu durum 70 milyonluk Türkiye’nin bırakın Ingiltere veyahut Fransa’yı 10 milyonluk Çek Cumhuriyeti kadar bile okuyamayan toplum kategorisine koyulmasına neden olmaktadır….

Öyleyse ne yapılmalı?… bizim naçizane kanaatimiz odur ki, ilk önce toplumun yeni yetişen nesillerin kendi gelenek, kültür ve medeniyeti ile tekrar ilinti kurabilmeleri için tüm liselerde mutlaka Osmanlı Türkçe’si ve Islam medeniyetinin ilim dili olan Arapça ders olarak okutulmalıdır. Dikkat edilirse Osmanlıca demiyorum zira Osmanlıca diye ayrı bir dil yoktur, var olan Arap harfleri ile yazılan Osmanlı Türkçe’sidir. Osmanlıca diye ayrı bir dil olduğunu söyleyenler, hem ilmi değildirler hem de art niyetli olarak bu konuda halkı aldatmaya yönelik gayret ve çaba içerisindedirler. Örneğin Latin harfleri ile yazıldığı için günümüz Türkçe’sine Latince demiyorsak ki, bu yaklaşım doğru olmaz, Arap harfleri ile yazıldığı için dedelerimizin konuştuğu Türkçe’ye birisi çıkıp da Arapça ve yahut Osmanlıca derse bu tamamen gayr-i ilmi bir yaklaşım olur…

Binaenaleyh başkalaşma ve yabancılaşma başladığı zaman bizi tarih sahnesinde var kılan kendi kültür ve medeniyetimizi korumak neredeyse imkansız bir hale gelecektir. Şüphesiz günümüz Türkiye’sinde yabancı dilde eğitim ve öğretim bu başkalaşım ve yabancılaşmayı (alinasyon) tetikleyen, besleyen en önemli temel dinamiklerdendir…

harf inkilabi atatürk dil devrimi kemal atatürk harf devrimi, osmanlica zorunlu ders, osmanlica okuma yazma oranlari lütfi özsahin 4

***

Bir dilin yozlaşma, buharlaşma ve anlam daralması nedenlerinden dolayı, ölü diller arasına katılması o dili konuşan milletin kurduğu devletlerin çökmesinden daha vahim bir olaydır. Zira devlet çöktüğü zaman uygun bir zaman ve zeminde bir çok kavmin yaptığı gibi devleti tekrar tekrar kurmak mümkündür. Biz Türkler bu konuda çok başarılıyızdır. Ancak dilin ölümü topyekün bir milletin uygarlığının ve kültürünün yok olması anlamına geldiği için o uygarlık ve kültürü temsil eden milletin de ebediyete kadar tarih sahnesinden yok olması ile eş anlamlıdır. Daha açık bir anlatımla bir milletin ve toplumun dilini muhafaza etmesi, devletin dahil tüm maddi ve manevi değerlerini korumasını kendiliğinden kapsamaktadır. Örneğin Roma Imparatorluğu tarih sahnesinden, yani bir devlet aygıtı olarak silindiği halde, Latince sayesinde Antik Yunan, Roma kültürü, sanatı, müziği, edebiyatı velhasıl hukuku halen farklı şekillerde yaşamaya devam etmektedir. Bundan dolayı 16’nın üzerinde devlet kurmuş olan Türk milleti eğer dilini kaybetseydi bugün Türk milletinden ve uygarlığından bahsetmek asla mümkün olmayacaktı. Sadece Sümerler, Akadlar ve Hititler kadar bahsedilebilirdi. Öyleyse yapılacak olan tek bir şey var o da sıfatı ve statüsü ne olursa olsun, sorumluluk sahibi her Türk vatandaşının aklını başına devşirmesidir.”

 

**********

 

KAYNAK:

Prof. Dr. Lütfü Özşahin, Kaosun Jeopolitiği ve Dinler Arası Diyalog, Rağbet Yayınları, Istanbul 2005, sayfa 146-154. (Yazıyı kısalttık)

 

**********

 

Kadir Çandarlıoğlu

 

**********

 

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

www.belgelerlegercektarih.com

*

*

8 responses to “Harf Inkılabının Zararları Hakkında Müthiş Bir Analiz”

  1. hasan Korkmaz Avatar
    hasan Korkmaz

    Peki osmanlı döneminde okur yazar oranının düşük olma nedeni nedir,kurtuluş savaşı döneminde esir alınan yunan kamyonlarını kullanacak şöför yokluğundan kamyonlar tekrar ellerine geçmesin diye yakılmıştır.Neden osmanlı hanedanları hep devşirme kadınlarla evlenmiştir,neden taht uğruna kardeş ve çocuklarını öldürmüşlerdir.Bumudur öğüneceğimiz osmanlı

    1. belgelerlegercektarih Avatar

      Yorumunuz icin tesekkürler…

      Kamyon sürecek ehliyette insanlarin olmadigi seklinde bir degerlendirme cok yanlistir. 12 yasindaki bir cocugu bile kamyona oturtsaniz, bir sekilde sürmesini söker. Savaslarda bircok durumda düsmanin araclari vs. yakilir, tahrip edilir. Bunun bircok nedeni olabilir. Tam olarak hangi cephede kamyon yakildigini ve kaynagini yazarsaniz yakilma sebebini de yazma imkanimiz olur.

      Padisahlarin yabancilarla evlenmesi ise hanedan kavgasini engellemek icindir. Batida hanedan kavgalariyla bircok insan hayatini kaybetmistir. Mühim olan insanin irki degil, imani ve ahlakidir.

      Okuma yazma oranlari hakkinda sitemizde bircok konu var, birinin linkini verelim:

      Osmanlılar Okur-Yazar Değil Miydi?

      ***

      Kardes katli meselesi icin dört video tavsiye edebilirim:

  2. belgelerlegercektarih Avatar

  3. kerem turk Avatar
    kerem turk

    Bu nasil biseydir ya bi de hala kalkmis savunuyorsunuz. cumhuriyetten sonra sanki yeni dil turedi halen ayni dili kullaniyoruz bi kurtulus savasinda kendi devletlerini kurma amaciyla arkamizdan vuran pis lanet araplarin harfleri yerine dilimizi latin harfleriyle yaziyoruz ben ortada bir fark goremiyorum. islam dinine yillardir siz ve sizin gibi zihniyetler zarar vermistir. Din elden gidiyor diye diye yillarca kafa kestiniz.

    1. belgelerlegercektarih Avatar

      Evet cumhuriyetten sonra yeni dil türedi… araplar güya arkamizdan vurdu ve bu yüzden onlarin harfleriyle yazmayalim diyorsun… latin harfleri de bizi isgal edenlerin harfleri degil mi? Ben ülkemizin kurtarildigini saniyordum.

      1. numan Avatar
        numan

        bir dakika araplar bizim tebaamız değillermiydi, din kardeşi değilmiydik ? halifemiz bir değilmiydi? kitabımız bir değilmiydi? birler türkten daha çok Müslüman değilmiydik?

  4. Doğukan Avatar
    Doğukan

    Bakınız … yazıda katıldığım noktalar var yok değil mesela ingikizin fransizin sömürü olarak kültür yozlastirmasi vesaire .. tamam bunlar mantıklı fakat be hoca sen bizi mısırla felan bir mis tutuyorsun ya da hangi gerekçeyle bir tutuyorsun ?? Ikinci olarak şuan biz müslüman bir ülkeyiz arap ülkeleri de müslüman .. bizim ülkemizde uydurma din adına insanlar öldürülüyor mu ?? Eğer ki biz araplarla dil iletişimini kesmeseydik bir şekilde onlarla o gericilerle iletisim halinde olacaktık ve de bizde onlar gibi birbirimizi öldürmeyecek miydik???? Ayrıca musluman ülkeler arasinda en iyi konumda olan nispeten biz değil miyiz eger sizde evet diyorsanız en büyük aramizdaki en büyük fark acaba ne olabilir bi düsunsek????? Ben bir io ucu vereyim kullandigimiz dil olabilir mi acaba?????? Ayrıca yazıda Atatürk’e aba altindan sopa gostermissiniz eğer Atatürk art niyetli olsaydı ceviriyide yasaklamazmiydi????? Ben cevirinin yasak olduğunu duymadım!!!!! Ayrıca çağın gerisinde kalmamak adına yapılmış güzel bir har3ket değil mi??????? Ayrıca o dönemde sscb deki Türki devletlerle müzakere olmasi adına yapılmış olmasını sizngibiler neden kabuk etmiyor????????? Ve bu yazılar neden sadece bazı kesimlere hitap ediyor??????

    1. belgelerlegercektarih Avatar

      M. Kemal’in Kur’an’i tercüme ettirmesinin nedeni bu olsa gerek:

      Milletimiz Kuran’dan tiksinir mi haşa ? Peki M. Kemal Atatürk ne diyor?

      nitekim karabekir pasaya söyle dedigi hatiralarda gecer: “Evet Karabekir, arap oğlunun (haşa Peygamberimizin) yavelerini (saçmalıklarını / yalanlarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye tercüme ettireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler…”

      Ayrintilar:

      Atatürk, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran tefsir ettirdi yalanı

      ***

      Biz kastettigin arap devletlerindekiler gibi olmazdik, onlar bizim gibi olurdu. Osmanli devletinde araplarla birlikte yasadigimiz zaman biz olduk. Kaldi ki, osmanli devleti varken de en iyi konumda olan bizdik, ancak su an en iyi durumda olan biz degiliz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.