Osmanlı’nın Adaletini Araplar da itiraf etti
*
***
Araplar, Osmanlı Devleti’nin hakimiyetini kabul ettiklerinde kendilerini haklardan yoksun ve baskı altında bulunan halklardan görmüyorlardı. Osmanlı fethini 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar yabancıların köleleştirmesi olarak kabul etmiyorlardı. Çağdaş Arap milliyetçiliğinin büyük ideologlarından biri olan Suriyeli tarihçi el-Husri, çalışmalarında Arapların Osmanlı sultanlarının iktidarını doğrudan Islam halifeliğinin devamı olarak gördüklerini ve kendilerini yabancı bir iktidar tarafından fethedilmiş ve ona boyun eğdirilmiş bir halk olarak hissetmediklerini belirtmiştir.[1] Bir başka Arap tarihçisi Zeyn N. Zeyn, Osmanlıların Araplara ait toprakları Arapların elinden almadıklarını, onların Memlukler, Ispanyollar ve Farslar ile savaştıklarını, ancak Araplar ile savaşmadıklarını dile getirmiştir. Yine aynı yazara göre Osmanlılar, iktidara Jön Türkler gelinceye dek Arapların asimile edilmesi ve Türkleştirilmesi yönünde hiçbir girişimde bulunmamışlardır.[2]
Yazımızı Mısırlı Dr. Fehmi Şinnâvî’den bir alıntı ile noktalayalım:
“Osmanlı döneminde mahkemelerin durumu hakkikaten övünülecek bir haldeydi. Biz bugün bu vasfa sahip mahkemelere mâlik değiliz…
Mahkemeler şeriatın hüküm sürdüğü, davaların süratle neticelendiği kurumlardı. Anlaşamayan taraflar arasında hüküm veren kadı, din hususunda da bilgisi olan müftünün ta kendisiydi, ve kapısını çalan herkese dinî, dünyası hususunda bilgi verirdi; ne fetvadan, ne de kazadan (hakimlik görevinden) para almazdı. Her şehirdeki ve kasabadaki müftü Kahire’deki genel müftüye bağlıydı. Genel müftüyü de Bâb-ı Âli tayin ederdi. Islâm âleminin her yanındaki genel müftüler şeyhülislâma bağlıydılar. Şeyhülislâm Osmanlı hilafetinde sultandan sonra en önemli ikinci şahsiyetti. Şeyhülislâm başbakan olan sadrazamdan önce gelirdi. Arşivler Müslümanca bir adaletin uygulandığına tanıklık eden belgelerle doludur. Oysa bugün çağdaş devletlerin arşivleri karıştırıldığında karşımıza mahkeme bitmeden vefat eden birçok davalı ve davacı buluruz; yahut öylesine ciddi ve önemli davalar vardır ki, kesin bir karara kavuşması gerekirken hemen olağanüstü yasalar çıkar ve herşey tersyüz olur!
Sonunda kanunların sadece adı kalır, hepsi yalaka olur! Osmanlı döneminde mütfü ve kadı’nın önünde bir köle ya da cariyeyle paşa, prens, general, hatta sultanın kendisi karşı karşıya gelebilirdi. Bir mahkeme ki, davacı ve davalıdan birinin köle, diğerinin hükümdar olduğunu düşününüz… Kadı böyle bir mahkemede ya bir celse ya da iki celsede işi bitirirdi, daha uzatmazdı. Hem de işler vakar ve ihtimam ile olurdu. Karşılıklı rızanın da bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü adaletin Allah’ın şeriatına uygun biçimde ifasına çalışılıyordu.”[3]
.
**********
.
KAYNAKLAR:
.
[1] el-Husri, el-Biladu’l-Arabiyye ve’d-Devletü’l-Osmaniyye, Beyrut 1960, sayfa 36, 82, 83.
[2] N.Z.Zeyne, The Emergence of Arab Nationalism. With a Background Study of Arab-Turkish Relations in the Near East, Beirut 1966, sayfa 9, 10, 17.
Tafsilat için bakınız; Nikolay Ivanov, Osmanlı’nın Arap Ülkelerini Fethi 1516-1574, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, sayfa 270, 271.
[3] Dr. Fehmi Şinnâvî, Hilafet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi, (Tercüme eden: Sadık Ömeroğlu), Insan Yayınları, Istanbul 1995, sayfa 35 – 38.
.
**********
.
Kadir Çandarlıoğlu
.
**********
.
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
*
Gerçekten memnun verici bir iş yapıyorsunuz çok teşekkür ediyorum
Arap kardeşlerimizin Osmanlı adaletini övmesi güzel bir şey, fakat keşke biz de örnek alabilsek.. hepimiz! Günümüzün Türkiye’sinde adalet yok mu? Hiç olmaz mı! Şortlu kadına tekme atan 3 yıl hapis yer, çarşaflı hanıma tükürüp küfreden, asansöre kadar kovalayan alçak 30 dakika sonra serbest kalır.. heykele yan bakan 5 yıldan yargılanır ve asla serbest bırakılmaz, başörtülü hanımı yumrukla yere seren bir gün dahi hapis yatmaz! İşte insan canına ve onuruna verilen değer.
Biz ne desek kimsenin umurunda değil fakat Tarih bu günün adaletini hiç iyi yazmayacak!