Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Örtünmek (Kılık-Kıyafet)
(Ayrıca “Bakış” ve “Ses” konusuna da temas edilmiştir)
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
***
I – GENEL OLARAK GİYİM
Giyim, insanın mevkiini, cinsiyetini, kabilesini, bölgesini, milletini, medeniyetini ve hatta duygularını ortaya koyabilen en müessir ifade vasıtalarından biridir. Ferdin taşıdığı bir bayraktır. (…)
İnsanın elbiseleri bir mânâda onun evine benzetilebilir. Elbise insanın “ilk evi”, daha özel bir evidir. Çünkü insan önce elbisesi içinde, sonra evinde oturur.
Desmond Morris, bir eserine başlık olarak “Çıplak Maymun” demiş ve bundan insanı kasdetmiştir. Gerçekten de insan memeliler içinde tek çıplak doğan ve bütün hayvanlar içinde “tek giyinen”dir. Bu yüzden insanın giyiminin tarihi, dünya kadar hattâ dünyadan da eskidir. Bilgi ağacından tadan ilk çift, Hazret-i Âdem ve Havva, birden bire çıplaklıklarını farketmişlerdir. (Bakara Sûresi. 28-29 ve A’raf Süresi. 13-30 âyetler). Şeytanın iğvasına kandıkları anda, çıplaklıklarını farketmişler ve aynı zamanda haya, utanma duygusunu hissetmişlerdir. Bu an, insanlar arası ilişkilere haya duygusunun girdiği andır. Hususi durumla, cemiyet içindeki durum, o andan itibaren farklılaşmıştır. İlk çift ortaya çıkar çıkmaz, elbiseyi de “icad etmişlerdir.” Elbise utanma duygusunu silmiş ve insanı kollektif hayata sokmuştur.
Yahudilerin Genése’ine göre, kendilerini çıplak gören ilk insanlar, incir yapraklarından kemerler yapmış, omuzlarını hayvan kürkleriyle örtmüşlerdir. İnsanın hayvanlık halinden insanlık şerefine erişmesi, elbise ile olmuştur.
*
II – FARKLI TOPLUMLARDA FARKLI GİYİMLER
Kıyafetin tarihi, dinler ve devletler, âdetler, düşünceler tarihi ile iç içedir. Fransızca’dan Türkçe’ye de geçmiş olan costume kelimesi İtalyanca “costume”den gelmektedir ki âdet, gelenek mânâsınadır. Yani, giyim ile âdet başlangıçta aynı şeyi ifade etmektedir. Çünkü her kavmin kendine göre bir giyim âdeti vardır. Kostümlerin yani kıyafetlerin değişmesi ile âdetlerin değişmesi birbiriıne paralel olmuştur.
Kıyafetin tarihi, medeniyet tarihinin bir parçası olarak ele alınabilir ve tarihin karanlık köşelerini aydınlatabilir. Kıyafetteki değişmelerin sebebi etnolojik, iktisadî, siyasî, dinî, manevi, sanatla ilgili şartlarda aranabilir. Toplumların birbirlerinin giyiminden etkilendikleri ve genellikle galib kavimlerin kıyafetlerinin, mağlublar tarafından benimsendiği söylenebilir. Ancak kıyafetin yalnız elbiseyi değil, vücûda yapılan dövmelerden başlayarak, saç ve sakal şeklini, bıyıkları, kadınların saç tuvaletini ve avadanlıklarına kadar bedene yapılan her türlü müdahale ve ilâveyi anlamak daha yerinde olur. Ayrıca toplumlara göre değişen, bir renk senbolizmi olduğunu da unutmamak lâzımdır.
Elbise bir işarettir ve karşımızdakine, hangi gruba aid olduğumuzun mesajını verir. Deri, hayvan tüyü, yaprak, deniz kabuğu, saman vs. gibi tabiatta hazır bulunan malzemelerden günümüzün yıkanan, buruşmayan, çekmeyen dokuma sanayiine kadar alınan yolun her merhalesinde bugün de yaşamağa devam eden topluluklar vardır.
Kıyafet, ev-barkla beraber ferdin aid olduğu grubu en açık ve en doğrudan bir şekilde ifade eden bir işarettir. Kızılderililerin çadırları önünde uzun tüylü başlıkları, dar paçalı pantalonları ve bağdaş kurmuş oturur halleri veya Eskimoların buzdan evler önünde ve parkalarıyla durmaları etnoğrafik hayal kurmalarda ilk akla gelen imajlardır. Aynı şekilde zengin ve kibar sınıfa mensub bir Çin’li erkek, şişman, tepesinde bir tek perçem halinde bırakılmış saçı, sonuna kadar uzatılmış tırnakları, mavi, mor veya siyah elbisesi ile Çin tarihinin canlı bir şahidi gibidir.
Medeniyet tarihine bakıldığı zaman Hint-Avrupa ırkının kıyafetini devamlı olarak değiştirdiğini, Asya toplumlarının ise, eski çağlardan bugüne kadar pek değiştirmediklerini görüyoruz.
Guénon, İslam dahil, doğu toplumlarının kendilerine göre, kemali bulmalarından sonra (vahiy ve üstün örnek sayesinde) artık değişmediklerini ve her neslin o mükemmel örneği tekrar ederek yaşadığını ileri sürer. XVIII. yüzyıldan beri “Terakki putu”na tapan batı için ise mükemmel, hep yarınlardadır. Ama bugün mükemmel olan yarın aşılacak, yarının mükemmeli de öbür gün geçilecektir. Böylece alâimissemâyı yakalamak isteyen bir çoouk gibi, batı hep koşacak ve hiç bir zaman bulamayacaktır.
Doğu ile batı arasındaki bu temel fark kendini giyinişde de ifâde etmektedir. Giyim insanın dünya görüşünü ortaya koyan senbollerden biridir. Ve her uygarlığın insan anlayışı ile doğrudan ilgilidir. Önce Yunan, sonra Roma, sonra da Rönesansa kadar Avrupa toplumunun giyimine baktığımızda, bu giyimin günümüzün geleneğini koruyabilmiş toplumlarında gördüğümüz giyim özelliklerine, yani uzun, bol ve genellikle başlıklı giyime uyduğunu görürüz. Ancak burjuvazinin tarih sahnesine çıkması, kapitalizmin gelişmesi ve Batının kendini bir model olarak bütün dünya toplumlarına empoze etmesi sırasında batının giyim anlayışının da değiştiğini ve giyimin giderek küçüldüğünü, darlaştığını ve başlıksız hâle geldiğini görüyoruz.
Rönesansla birlikte ortaya çıkan bir anlayış ile Batıda insan herşeyin temeli kabul edilmiş ve bunun sonucunda yeni bir “Hümanizm” egemen olmuştur. 400 yıldır Batıda Tanrı, kiliseye hapsedilmiş ve hayattan çekilmiş durumdadır. Maneviyat hayatın ucuna itilmiş, batı uygarlığı maddi bir iskelet olmuştur. İnsan ne “Allah’ın rûhu”nu taşıyan bir varlıktır, ne de O’nun yeryüzündeki halifesi. Bu uygarlıkta insanın hayvandan farkı olarak taşıdığı hiçbir temel varlık değeri yoktur. Fil güçlüdür. İnsan da akıllı. Bu akıllı hayvan bilim ve teknik silâhı ile tabiat üzerinde egemenlik kurmuştur. Bunun dışında hayatın başlangıcı, süresi ve sonuyla ilgili olarak diğer hayvanlardan hiçbir farkı yoktur. Belli bir süre yaşayacak ve sonunda ölecektir.
Bu kısa zamandan başka birşeye sahip olmayan insanın yapacağı tek şey, bu zaman içinde kendisine en yararlı gelen şeyleri toplamak ve kendisine en fazla zevk ve eğlence veren şeylerden alabildiğine faydalanmaktır. Bu, iki ayağı üzerinde gezen dünyalık ve akıllı hayvan bütün fıtrî ve bedenî güdülerini sonuna kadar kullanmalıdır. Arzularını doyurmak yolunda hürdür. Sosyal hayat da bu özgürlüğe bir sınır koymamaktadır. İşte bu sebebden, böyle bir toplumda cinsî güdüler vahşileşir, sınır tanımaz. Kadın da verdiği zevk oranında değer taşır. Artık kadın İlahî bir emanet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri olmaktan çıkmış ve yalnızca bir “beden” haline gelmiştir. Taşıdığı değer, bedeninin değeri kadar olacaktır. Böyle bir toplumda kadının tüm varlığı görülmekte ve alıcının gözü ile değerlendirilmektedir. Kadın sadece deri, erkekse sadece göz’dür.
İnsanın yalnızca beden, yüz ve gözden ibaret olduğu bir kültürde giyimin şekli ne olacaktır? Böyle bir insan için elbise, vücûdu örtmekte değil, tersine teşhir etmekte kullanılan bir araçtır. Kadın için bir sığınak değil, ikinci bir deridir.
Öte yandan batılı anlayış dünyayı tüketime, daha çok tüketime zorlamaktadır. Böyle bir maneviyattan yoksun sistem içinde kadına biçilen rol, tüketen ve tükettiren bir araç olmaktır ve değeri de bu rolünü oynayabildiği ölçüdedir.
Resim, müzik, sinema, tiyatro, gazete, dergi, posterler kadını sürekli pazara sürmektedir. Sermayesi aynı olan iki önemli endüstri kolu daha vardır ki, buınlardanı biri tekstil, giyim, diğeri ise kozmetik endüstrisidir. Eğer kadın beden ve gözlerle de değerlendirilen bir varlık olmaktan çıkarsa, gerçek hüviyetine kavuşturulursa, bu endüstri kollarının kaderi ne olacaktır? Batılı veya batılılaşmış bir kadın yalnızca vücûdunu ortaya koyan elbiseler giymekle kalmamalı, aynı zamanda elbiselerini de sürekli değiştirmeli ki, dokuma ve kumaş endüstrileri yaşasın.
*
III – İSLÂM’DA GİYİM VE TESETTÜR
İslâm’da kılık-kıyafet ve örtünmenin sosyolojik açıdan değerlendirilmesiyle ilgili bir çalışmada batı toplumunun bugünkü durumuna niçin bu kadar geniş bir yer ayırdığımız sorusu akıllara gelebilir. Hemen şunu belirtelim ki İslâm’ın giyim konusunda emrolunan esasları, yukarda, manzarasını çizdiğimiz batı toplumunun durumuna, beşeriyetin düşmesine mâni olmak içindir. Gerçekten de batılı giyim biçimi ile İslâmî giyim biçimi iki ayrı kültür, iki ayrı inanç ve iki ayrı anlayış çerçevesinde ancak açıklanabilir. Bu iki kültür ve giyim biçiminin arasındaki uzaklık gökle yer arasındaki uzaklıktan daha fazladır. (…)
Genellikle sanılanın aksine Kur’an-ı Kerîm’de en ufak bir kadın düşmanlığı (misogynie) söz konusu değildir. İslâm’da kadının dünyası ile erkeğinki birbirinden kesinlikle ayrıdır. İslâm cinsiyetleri birbirinden hem ayırır, hem birleştirir onları. Hem farklılandırır, hem karşılıklı tamamlar. Bu yüzden her cinsiyetin kendine göre ayrı bir değeri vardır. Erkek, erkekliğini bilmelidir; kadın da kadınlığını. Bu cinsi dikotomi, ikileme, kendini hissettirecektir. Bu yüzden fıkıh kitapları, en ufak teferruatına kadar her iki cinsiyetin nasıl giyinmesi gerektiği konusundaki bilgilerle doludur. Buhâri’de müstakil bütün bir bölümün giyim konusundaki esaslara ayrıldığı malûmdur.
İslâm Dini’nde istediği gibi giyinmek hürriyeti vardır. Ancak, vücûdun anatomik biçimlerinin yerine, elbisenin cinsî farka dayanan senbolizmini geçirmek söz konusudur. Yani, giyimin insanı tabii etkilerden korumak görevinin yanında, çok kesin bir başka görevi daha vardır: biolojiği, teolojik ile aşmak. Elbise basit bir alışkanlık olmaktan çıkmakta, bir etik, hatta bir teolojik olmaktadır. Bu yüzden izar, aşık kemiklerini aşmamalıdır. Cübbe, geniş olmalıdır. Elbiselerin ne şekilde giyileceği de kesinlikle belirtilmiştir. Tek bir parçaya sarılmağa ve avret mahallini kısmen veya tamamen örtüsüz bırakmağa da izin verilmemiştir. Bir başkasının elbisesinin şiddetle çekilmesi de yasaklanmıştır. Sebeb, giysinin birden açılabilmesi ihtimalidir.
Erkeklerin giyebilecekleri renkler bellidir; beyaz, yeşil, kırmızı. İpek, erkekler tarafından giyilemez, hanımlara mahsusdur. Altın da keza. Sakal, İslâm erkeğine mahsus bir imtiyazdır. Titiz ve devamlı bir ihtimamın konusu olmalıdır. Sakal, İslâm erkeğinin senbolüdür, örtü de İslâm kadının senbolü. Ama örtü kadınlığı gizlemek içindir, sakal ise tersine dikkati çekme ve bir mânâda erkekliği sergilemek için. Sakal, erkekliğin alâmetidir; nasıl olması gerektiği de tayin edilmiştir. Geleneksel İslâm toplumunda bir insanın içtimaî ehramdaki yeri sakalının boyundan, şeklinden, renginden anlaşılırdı. Kadıların, müderrislerin, imamların sakalı beyaz ve uzun olurdu. Askerlerin siyah. Kölelerin ve işçilerin kısa.
İslâm’da bir haya vasıtası olan kıyafet, vücûdu gizlemeli ve aynı zamanda dünyadaki cinsiyet ikiliğini aksettirmelidir. Bu görev kadın kıyafetinde başörtüye verilmiştir. Başörtünün görevi sadece fayda değil, onu taşıyan kadının sâfiyetinin bir devamı olduğunu gösterme, onun hem kadın, hem de müslüman olduğunu göstermektedir. (Nûr Sûresi (XXIV), 27-31. âyetler). Örtü, Müslüman kadına mutlak bir anonimlik kazandırır. Müslüman kadın olmak, “in cognito” yaşamak demektir. Arab evi, pamuk yahut keten peçenin üstüne atılan taştan bir peçedir.
Cinsiyet ayrımının son basamağı olan bakış da, sıkı dinî yasaklara tâbi tutulmuştur. Müslüman olmak, bakışlarını kontrol etmesini bilmek demektir. Islâm’da mahremiyet kavramı da çok nüanslıdır ve giyim konusunda buna da bir yer ayırmak gerektir:
Avr kökünden gelen avret kelimesi başlangıçta bir gözün kaybı mânâsına gelir. Avret dört kategoriye ayrılır:
1) Bir erkeğin bir kadında görebileceği,
2) Bir kadının bir erkekde görebileceği,
3) Bir erkeğin bir erkekde görebileceği,
4) Bir kadının bir kadında görebileceği.
Bir kadının yabancılara yalnız yüzü ve elleri açık olabilir. Yabancı bir kadına bakmanın cezası “cennetin kokusunu duymamak”tır. İslâm’da mutlak çıplaklık katiyen tavsiye edilmez, yalnızken bile. Çünkü cinler ve meleklerle dolu olan bir dünyada, mutlak bir yalnızlık yoktur. Bütün bu yasaklar “mübâh bakış” ile “zina olan bakış”ı birbirinden ayırmaktadır. Bir hadîs-i şerifte, “Gözün zinası, bakıştır; dilin zinası, sözdür; elin zinası, dokunmaktır; ayağın zinası, nefsimizin doğrultusunda yürümektir.” buyuruluyor.
Aynı yasaklamalar ses için de konulmuştur. Müslüman kadnın sesi de avrettir. Müslüman Arap toplumu bu bir mânâda şuurlu körlükten zaman zaman muzdaribdir. Cinsiyetler birbirlerinden şer’an ayrılmışlardır. Toplumun bir yarısı öbür yarısından kendini gizlemektedir: Kendini tahayyül ettirmek veya karşı tarafı şaşırtmak için. Bu yüzden bir bakışdan, bir tasvirden büyük bir aşkın doğması az rastlanan vak’alardan değildir.
İslâm toplumunda örtünme konusunda köy ile şehir arasında bir ayırım yapmak gerek. Faal çalışma hayatına katılan köylü kadının, şehirli kız kardeşinden çok farklı bir statüsü vardır. Tam bir kapanmaya imkân yoktur. Açık hava buna müsaid değildir. Cariyelik kurumu ayrıca köy bölgelerinde pek gelişmemiş, onun yerine boşanma yani birbirini izleyen poligami daha çok karşılaşılan bir durum olmuştur. Cinsî konudaki İslâmî görüşü belki de bedevi ve beldevî şeklinde ikiye ayırmak doğru olacaktır.
Görüldüğü gibi İslâm, maddi realiteyi asla inkâr etmez; maddi arzulara karşı vurdum duymaz değildir. İslâm’ın bizden istediği maddî arzuları doyurmak, ancak bunu hayatın amacı haline getirmemektir. İslâm’da madde, mânânın emrindedir ve Allah’ın koyduğu ölçü dahilinde, insanın rûhî erdemlerinin gelişmesinde kullanılmalıdır.
İslâm inancı, insanı doğumla ölüm arasında maddi arzularla sınırlı ve ölümden sonra yok olacak iki ayaklı bir hayvan olarak değil, önünde uzun bir yol bulunan ve ölüm kendisi için sadece bir geçit olan bir varlık olarak değerlendirir. Allah karşısında insan sorumlu bir varlıktır. Bedenini de kullanır. Fakat, her istediği yerde ve şekilde ve her istediği ile değil.
İslâm’da insan bedenini sergilemek için giyinmez; bedenini örtmek için giyinir. Onun giyimi arzu uyandırmak için değil, tam tersine onu gemlemek ve azaltmak içindir. Elbise onun için ikinci bir deri değil, ilk evdir. İslâm’da kadınların örtünmesi, kendilerine mahrem olan erkeklere karşıdır. Kur’an’da kadınların nasıl örtüneceği, kimlere karşı örtünecekleri ve erkeklerle olan ilişkilerinin şekli ve sınırları açıklanmıştır.
*
IV – ÇAĞIMIZDA ÇIPLAKLIK KÜLTÜRÜ VE TÜRKİYE’DE DURUM
Gerçekten de asırlar boyu içtimaî mevkii ne olursa olsun bir Müslüman erkeğinin veya kadının Müslüman olduğu kıyafeti ile farkedilmiştir. Osmanlı devletinde de Müslüman, Hıristiyan, Mûsevi gibi din bakımından farklı toplulukların kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. Saraylıların, esnafın, askerlerin, din adamlarının, tarikat ve tekke mensublarının, özel kıyafetleri bulunuyordu. Bunlar rütbe, yaş, kadın, erkek, çocuk, kız, delikanlı gibi toplum içindeki yerlerine göre giyinirlerdi. Ama, hepsinin de kıyafeti genel hatları içinde Müslüman kıyafeti idi. Ancak, son 150 yılda çeşitli medeniyetlerin eş biçim alması gibi giyimde de, Avrupanın batısındaki kavimlerin kıyafetleri esas alındı.
Bugün yurdumuzda da insanımız “Üret ve tüket” fâsit dairesi içine hapsedilmiştir. Bugünün kadınına da mânânın ötesinde bir madde gibi bakılma temayülü, gerek basın, gerek TV ile yaygınlaştırılmaktadır. Mevsimlik giyim tabliîleşmiş, kısa ve dar giyim yerleştirilmek istenmiştir. Gençler, özellikle genç kızlar tam bir giyim buhranı içindedirler. Bir kısmı başını örterek İslâmî giyinişe sığınıyor, bir kısmı ise Blue Jean giyiyor. Ama, yine haya duygusu galebe çalarak kendini rahatsız hissediyor. Bu iki zıt görüşün sentezi ise, her halde Blue Jean giyerek, başını bağlayan Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan İran’lı kız öğrenci hiç değildir.
Temennimiz, toplumumuzun geçirmekte olduğu büyük şahsiyet buhranının kendini en açık şekilde ifade ettiği giyim buhranı ile beraber sona ermesi ve Türk insanının hangi dünya görüşünün sahibi olduğu konusunda kesin bir karara varmasıdır.[1]
***
Örtünmekle ilgili Elmalılı Hamdi Yazır mealinden birkaç ayet meali:
A’raf Suresi
26 – Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah’ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
27 – Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.
***
Nur Suresi
30 – (Resulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.
31 – Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.
***
Ahzab Suresi
59 – Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Ayrıca Sünen-i Nesâî hariç, Kütüb-i Sitte’de ve İmam Malik’in Muvatta’ında libas (giysi) bahsi (Kitâbu’l-Libâs) yer almakta, bunların bablarında libâsa dair çeşitli edeb ve kaidelere temas eden hadîsler sıralanmaktadır.
***
Diğer Şeriat hükümlerinin hikmetleri hakkında şu yazılara bakılabilir:
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – TAADDÜD-Ü ZEVCAT (ÇOK EVLİLİK)
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – ŞAHITLIK: BIR ERKEK IKI KADIN
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – KISAS (Katilin hükmü)
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – HIRSIZLIK (Hırsızın hükmü)
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Mirasta Erkeğe iki Kadın payı
Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Islam’da Köle ve Cariye
***
Benzer yazılar:
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a) Şeriat hakkında ne dedi?
Hz. Ali (kv) Şeriat ile hükmedilmesini emretti
Kur’an Nizamı (Hilafet/Şeriat/Hüküm/Kanun) ile ilgili bir kaç Ayet-i Kerime
Şeriat, Hüküm, Kanun hakkında birkaç Hadis-i Şerif
Osmanlı Devleti’nin Dünya Medeniyetine katkılarını böyle anlattılar
Prof. Dr. Ilber Ortaylı: Islam’da laiklik olmaz
Laiklik nedir? Cesur Bir Laikin Ağzından Laikliğin Gerçek Yüzü
Şeriat ile yönetilen Osmanlı’nın Gayr-i Müslimlere Hoşgörüsü
Kemalistlerin mi yoksa Allahu Teala’nın kanunları mı?
New York Times’tan Şeriat’a övgü (Bizim Laikler ne zaman anlayacak?)
İskoçya Kilisesi Şeriat mahkemelerine destek verdi – Ama bizim laikler hala Fransız
Şeriat sistemine kavuşabilmek için bize göre Müslümanların yapması gerekenler
Kadir Mısıroğlu ile Şeriat ve kemalizm üzerine
Dr. Ebubekir Sifil’in Şeriat ve Laiklik üzerine müthiş yorumları
***
Daha fazlası için sitemizi inceleyebilirsiniz.
**********
KAYNAK:
[1] İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Meriç, Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve İslâm’da Örtünme (Tebliğ), İSAV Yayınları 9, 3. Baskı, İstanbul 1991, sayfa 29 ve devamı.
**********
Kadir Çandarlıoğlu
**********
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com
*
*
Geri bildirim:Atatürk ve Muasır Medeniyet | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Atatürk Örtünmeye Karşı Değil Miydi? | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:“Atatürk’ün duruşu Bilge Kağan duruşudur” yalanına cevap | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Belgelerle Osmanlı’da Kadın Hakları – Belgelerle Gerçek Tarih