Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi

Published by

on

Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

sapkali köylüler, üstü yirtik köylüler kültür jenosidi, sapka inkilabi sapka devrimi***

Asırlardır, Avrupa, Türklüğü yok etmek, en azından Balkanlar’dan ve Anadolu’dan koparıp Asya içlerine sürmek emelindeydi. 19. asırda, onun düşmanlığına, – Kapitalizm, Komünizm, Farmasonluk gibi birçok alet- fikriyatı ve bunların teşkilatlarını yedeğine alarak- siyonizm ve dünya hakimiyeti emeli güden Gizli-Kuvvetin düşmanlığı zammoldu.

Gizli-Kuvvet, Türklüğe cepheden hücum etmek yerine, onu yok etmek için, bir başka strateji geliştirdi. Tarihi tahrif ederek ve bir yığın fikri hokkabazlıkla, Türklerin Ârî ırktan geldiği, Türkçenin bir taraftan aslında dünyanın en eski dili ve bütün dillerin yahud en azından büyük kültür dillerinin anası olduğu, diğer taraftan da Hind-Avrupa dil ailesine dahil bulunduğu, Sümer’den Mısır’a, Akdeniz medeniyetlerine kadar bütün büyük medeniyetlerin temelinde Türk unsurunun yer aldığı, tarihlerinin Islam evveli devresi muhteşem iken, aksine Islam devresinin bir inhitat, bozulma ve düşüş devri olduğu gibi sakîm -hatta hâinâne olmasa ahmakça diyebileceğimiz- müddeâlar (iddialar) ortaya atarak ve bu hezeyanlara da “Güneş-Dil Teorisi” adını takarak, Leon Cahun’lerden Tekin Alp’lere ve Sabataî Reise kadar, ısrarla, Türklerin, Müslümanlıkla alakalarını kesip Avrupa milletleri arasındaki tabii yerlerini almaları lazım geldiği fikrini işledi.

Deli saçması olmakla beraber, bu müddealar sadece birer fikir olarak kalsaydılar, icab eden cevap verilir ve istihzayla ademe mahkum edilirlerdi. Lakin bunlar, gülünç birer iddia olarak kalmadılar; cebren (zorla) ve hileyle iktidarı zapteden mütegallibenin Türklüğe karşı amansız bir topyekun kültür jenosidi siyasetine müncer oldular.

Bu topyekun kültür jenosidi, Lozan’da, Gizli-Kuvvet ile onun Türkiye’deki uzantısı ve Avrupa arasında ortak bir proje haline geldi. Böylece, Milletin canını dişine takarak onca fedakarlıkla yürüttüğü ve sonunda askeri bir zafer elde ettiği Istiklal Harbinin, Lozan’da, bir kurtuluş fermanıyle neticelenmesi umulurken, tam aksine, Lozan, Türklüğün ve Müslümanlığın bir ölüm fermanı oldu. Nitekim, Türkiye’de Lozan sonrası yaşananların, hep Lozan’daki projenin tatbikatı olduğu anlaşılmakta ve bu bakımdan, onların, başlangıcından günümüze kadar, daima, Insan Haklarını kendine alem yapmak iddiasındaki ikiyüzlü Avrupa’nın alkışları altında cereyan ettiği gözlenmektedir. (…)

Milli kültürümüze, 1923 Lozan Muahedesi veya Projesi mucibince, topyekun harb ilan edilirken, hedef, Milletimizi toptan Avrupalılaştırmak, diğer tabirle Frenkleştirmek idi.(…)

Türkler, Avrupa Medeniyetinin alternatifi olan Islam Medeniyetinin ortak kurucusu olduklarına, şahsıyetleri tamamen bu medeniyet tarafından yoğrulduğuna ve hiçbir mugalata bu tarihi hakikati değiştiremeyeceğine göre, onların Avrupa Medeniyetine intisab etmeleri, kendilerine mahsus şahsıyetlerini kaybetmekten, bambaşka bir hüviyete bürünmekten, diğer tabirle temessül etmekten başka ne manaya gelebilir? (…)

Hiç şüphesiz, Türkiye’nin yeri elveliyetle Yakın-Doğu’da ve ikinci derecede de bütün Islam coğrafyasındadır. Bu cihetle, Türkiye, ilk merhalede, Avrupalıların Birlik stratejisine benzer şekilde, tedricen gerçekleştirilecek bir Yakın-Doğu Birliği’ne ve ikinci merhalede de bir Islam Birliği’ne önayak olabilir. Böyle bir birlik, Avrupa’ya düşmanlık manasına gelmez. Sadece, Türkiye, Yakın-Doğu ve bütün Islam Alemi, şahsıyetlerini muhafaza ederek ve imkanlarını birleştirerek sulh içinde kalkınma, gelişme imkanı elde etmiş olurlar. Avrupalılar da bizimle aynı Insanî Ahlak ve Hukuka sahip çıktıkları müddetçe, arada çatışma değil, ancak işbirliği ve meşru yarış olabilir ve bundan da bütün Insanlık kârlı çıkar.

Diğer taraftan, zannımızca, madde ile mananın en güzel bir terkibini ifade eden bizim Medeniyetimiz, Avrupa Medeniyetinden üstündür. Bu bakımdan, şahsıyetli bir Islam Birliği, daha insanî bir hayat yaşamak için, Avrupalılara da müsbet bir örnek teşkil edebilir.

Son bir-iki asır zarfında, Avrupa’nın Islam Aleminden üstünlüğünün müdafaa edilebileceği üç cihet mevcuddur:

Ilim ve fen,

Sanayi ve iktisad,

Insan Hak ve Hürriyetleri…

Halbuki, Avrupa Medeniyeti, müsbet ilim zihniyet ve usulunü tamamen Islam Medeniyetine medyundur. Insan Hakları için de bu tesbit büyük ölçüde cârîdir. Sanayileşme ve iktisadi gelişme ise bilhassa bu ilk iki değerin mahsulüdür. Üstelik, Avrupa, emperyalist / sömürgeci siyasetleriyle, bu son asırlar boyunca, Islam Aleminin sanayileşmesini ve iktisadi inkişafını hep baltalayagelmiştir; yani bu sahalardaki geriliğimizin birinci derecede bir sebebi, Avrupa emperyalizmidir. Öyleyse şimdi, daha fazla kalkınmak, iktisaden ve hukuken daha fazla ilerleyebilmek için Avrupa’nın kucağına atılmak, mâkul, haklı bir davranış olabilir mi? Onlara: “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!” demek daha doğru değil midir?

Hayır, ilerlemek için, bizim başlıca ihtiyacımız, şu saçma eziklik duygusundan kurtulup yine kendimiz olmak, aslımıza dönmek, tekrar Müslüman, tekrar Türk olmaktır; bütünüyle milli kültürümüzü canlandırıp, onu, bir taraftan, Insan Hakları ve ilim zihniyetiyle uyuşmayan bütün unsurlardan temizlemek, diğer taraftan da, günümüz hayat ve dünya şartlarında hayatiyetini muhafaza edecek şekilde zenginleştirmektir.

Kendimize dönmek, Milli Kültürümüzü ihya etmek ve onu daha da zenginleştirmek ise, kültür jenosidcilerini tarih önünde muhakeme ve mahkum etmemiz ve bu jenosidin bilumum kurbanlarına iade-i itibarda bulunmamız şartına tabidir. Açıktır ki Milletimiz, Türkiye’de putlar devrilmeden, hayatımız onların manevi tasallutundan kurtulmadan kendine gelemeyecektir.

Biz, Insanî Ahlaka da, Insanî Hukuka da tamamen hürmetkar ve sâdıkız! Bu ahlak ve hukukun bir icabı ve onunla kayıdlı olarak, sadece kendimiz olmak istiyoruz!

Bize düşmanlık yapan ve insanlık suçu işleyenleri tek tek teşhir ediyor ve onlara karşı kendimizi müdafaa ediyoruz. Onların kötülüklerini teşhir ederken, bundan zevk değil, derin bir teessür duyuyoruz. Mahatma Gandhi’den öğrendiğimiz gibi, günahkardan değil, onun günahlarından nefret ediyoruz. Asla onların bize reva gördüğünü biz de onlara yapmak emeli gütmüyoruz. Bize haklarımızı vermek, kendimiz olmamıza mani olmamak şartıyle kıllarına halel getirmek gibi bir niyet beslemiyoruz. Bize durmadan tuzak kurmaktan, ihanet etmekten, bizi sırtımızdan hançerlemekten, bize -aslında, çok kerre, bizim değil kendilerinin işlediği- cürümlerle iftira etmekten vazgeçip Temel Insan Hak ve Hürriyetlerimize riayet ederlerse, kendileriyle, daima sulh içinde yaşamak isteriz ve bu çerçevede kendilerinin bilumum meşru haklarına hürmet etmek azmindeyiz. Lakin karşılıklı olmıyan iyi niyetin bir kıymeti yoktur.

***

Mümtehine Suresi:

7 – Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

8 – Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.

9 – Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.

.

**********

.

KAYNAK:

.

Ş. Alparslan Yasa, Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi, Hitabevi Yayınları, Ankara 2014, sayfa 599-612.

.

**********

.

Kadir Çandarlıoğlu

.

**********

.

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

www.belgelerlegercektarih.com

*

One response to “Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi”

  1. stahlmann99 Avatar

    Reblogged this on Göksöğüt Kasabası .

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.