Şapka yüzünden hiç kimse asılmadı mı?

Published by

on

Şapka yüzünden hiç kimse asılmadı mı?

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

m. kemal atatürk ile abdurrahman kamil efendi, atatürk sarikli hoca, atatürk sarik, m.kemal sarik, amasya müftüsü abdurrahman kamil efendi m. kemal atatürk, atatürk hoca asti mi

Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ve M. Kemal…

***

Kemalist rejim tarafından kandırılmış bazı kimseler sosyal medyada dolaşan yukarıdaki fotoğrafa dayanarak “M. Kemal devrinde şapka giymeyenlerin idam edilmediğini” ispatlamaya çalışmaktadırlar. “Resmi ideoloji” tesis etmek isteyenler tarafından kandırılmış olan bu insanlar, sözkonusu fotoğrafın “şapka kanunu”ndan 5 yıl sonrasına, yani 1930 yılına aid olduğuna da (son ve öldürücü darbeyi vuruyorlarmış edasıyla) dikkat çekmektedirler.

Kemalist rejimin afyonu ile sersemleştirilen bu arkadaşlar, fotoğraftaki kişinin Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi olduğunu biliyorlar. Ne güzel… Yani bu zat 8 Temmuz 1923’ten 18 Aralık 1941’e kadar müftülük yapmıştır.[1] Dolayısıyla fotoğrafın çekildiği tarihte müftüdür.

Ama müftülerin “şapka kanunu” ile bir alakası yoktur. Zira bu kanun hakim, asker ve diyanete bağlı memurları kapsamaz.[2] Bu insanların daha şapka kanunundan haberleri yok, ama buna rağmen kalkmış “gerici ve yobazlara” (!) tarih dersi vermeye kalkışıyorlar. Işte cehalet böyle bir şeydir.

Din görevlileri, 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı kanun çıkıncaya kadar “sarık ve cübbe” ile dolaşabiliyorlardı.

Sözü edilen kanunun 1. maddesi şöyledir:

“Her hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır.

Hükümet her din ve mezhebden münasib göreceği yalnız bir ruhaniye mabed ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat (geçici) müsaadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında (sonunda) onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya bir başka ruhaniye verilmesi caizdir.”[3]

*

m. kemalin idam ettigi hocalar, m. kemalin astigi hocalar, sapka kanunundan asilan hocalar, atatürkün idam ettigi hocalar, atatürkün astigi hocalar, atatürk hoca asti mi

[3] no’lu dipnot ile alakalı… 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı kanun, 13 Aralık 1934 tarih ve 2879 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…

***

Burada tafsilata girecek değiliz, ancak şu kadarını söyleyelim ki, kanunun bu 1. maddesi 1935 yılında meriyyete girmiştir.[4]

Dolayısıyla bir din görevlisinin 1930 yılında sarığıyla dolaşabilmiş olması, şapkadan dolayı idam edilenlerin olmadığını ispata kâfî gelmez. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, din görevlileri 1934-1935 yılına kadar sarık ve cübbe ile dolaşabiliyorlardı.

*

m. kemalin idam ettigi hocalar, m. kemalin astigi hocalar, sapka kanunundan asilan hocalar, atatürkün idam ettigi hocalar, atatürkün astigi hocalar, atatürk hoca asti mi 2

[4] no’lu dipnot ile alakalı… 6 Şubat 1935 tarihli ve K.Atatürk imzalı kararname, 18 Şubat 1935 tarih ve 2933 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…

***

Ancak bazı din görevlileri bu tarihten sonra da cübbe giymekte ısrar ettikleri, çıkarttıkları sarık yerine de şapka giyecekleri yerde başları açık olarak ya da takke vb. ile dolaştıkları gerekçesiyle, kemalist rejim tarafından uyarılmışlardır.[5] Bu uyarıya rağmen kanuna uymayanlar hakkında kanunî işlem yapılmıştır.[6]

*

m. kemalin idam ettigi hocalar, m. kemalin astigi hocalar, sapka kanunundan asilan hocalar, atatürkün idam ettigi hocalar, atatürkün astigi hocalar, atatürk hoca asti mi 3

[5] no’lu dipnotta bahsi geçen ve Içişleri Bakanlığı tarafından gönderilen 6 Temmuz 1935 tarihli yazıda “başı açık gezmenin kanuna aykırı” olduğu belirtilmektedir…

***

Şapka yüzünden birçok insanın idam edildiği apaçık ortadayken[7], bu hakikatleri inkar etmek hıyanet değilse, cehalettir. Biz şahsen bu arkadaşların kandırılmış ve cahil olduklarına hükmettik. Ancak, bu insanları kandıranlar, hiç şüphe yok ki hıyanet içindedirler.

Bu hainler, “şapka kanunu”ndan dolayı hiç kimsenin idam edilmediğini iddia ederler. Işte bu bir algı operasyonudur. Buradaki tuzak kelime “kanun” kelimesidir. Yani “şapka kanunu yüzünden” kimse idam edilmedi. Doğru, hiçbir kararda “şapka kanunu uyarınca idamına…” yazmaz. Ancak kemalist rejimin mağdurları “şapka yüzünden” ve fakat başka bir kanuna dayanılarak idam edilmişlerdir. Mesela Iskilipli Atıf Hoca Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmişti. Ama “şapka yüzünden” bu cezaya çarptırılmıştır.[8] Nitekim solcu (yani gerici ve yobaz! olmayan) Prof. Dr. Mete Tunçay bile Iskilipli Atıf hocanın “şapka yüzünden” (şapka risalesi) asıldığını yazmıştır.[9]

Buna rağmen inkılap yobazları bu tür kelime oyunlarıyla insanların aklıyla alay etmekten utanmıyorlar. Kaldı ki Tek Parti döneminde kemalist rejim tarafından halka uygulanan zulüm “kanunsuzca” yapılmıştır.

Mesela “Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması” konusu da kanunlaştırılmış değildir, ancak uygulamada nice zulümler meydana geldiğini başka bir makalemizde tafsilatıyla ortaya koymuştuk.

Burada bir misalle iktifa edelim: M. Kemal Atatürk döneminde Kırşehir’de “Allahu Ekber” şeklinde tekbir alan bir müezzin hakkında işlem yapılıp Adliyeye teslim edildiği 10.1.1936 tarihli bir resmi belgede görülmektedir:

*

arapca-ezan-ceza-tanri-uludur-allahu-ekber-tekbir-mc3bcezzin-atatc3bcrk-ezan-kirsehir

“10.1.1936 gün ve 3/14 sayılı yazıya:

Kırşehir vilayetinin Kaman nahiyesinde arapça tekbir (yani: “Allahu Ekber”) alan müezzin Yusuf oğlu Hüseyin hakkında yapılan incelemede bilmeyerek tekbiri Arapça okuduğu anlaşılmış ve Adliyeye teslim edilmiş olduğu vilayetin bildirisinden anlaşılmıştır.

Saygılarımla arz ederim.

Başvekalete, Riyaseticumhur Umumi Katipliğine de sunulmuştur.

Dahiliye Vekaleti Vekili

(Imza).”[10]

***

Yukarıda delillendirdiğimiz üzere, Ezan-ı Muhammedi okuyanlar bir kanundan dolayı ceza almadıkları gibi, elbette şapka kanunu dolayısıyla ortaya konulan tepkilere imza attıkları iddia edilen şahsiyetlerin de hiçbiri şapka kanunundan dolayı ceza almamıştır. Ya isyana teşvik, yataklık vs. ya da Iskilipli Atıf Hoca’da görüldüğü üzere Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” gibi delile ihtiyaç hissettirmeyen “vicdani” (!) kararlarla hüküm giymişlerdir. Ancak bu kişiler mahkemelerde sürekli olarak şapka konusunda takındıkları tavırlar, geçmişte yazdıkları yazılar, yine geçmişte ya da o günlerde yaptıkları vaaz ve nasihatlar ve olaylara katıldığı sabit görülmüş(!) insanları tanıyıp tanımadıkları üzerinden sorguya çekilmişlerdir.[11]

Bu keyfî hüküm vermelere dair başka bir misal verilecek olursa, Izmir Suikasti yargılamaları kâfî gelir. Emeli, yalnızca M. Kemal’in direktifiyle katledilen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in[12] intikamını almak olan Ziya Hurşit, M. Kemal’e suikast teşebbüsünde, o da nakıs (noksan: henüz hazırlık safhasında) teşebbüste bulunmasına rağmen tıpkı Iskilipli Atıf Hoca gibi Ceza kanununun 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmiştir.[13]

Halbuki Ziya Hurşit, tevkif edildiğinde mer’i (yürürlükte) olan 46’ncı maddeye göre cezalandırılmalıydı:

“Suikast fikri tahakkuk etmemişse, kanunun sarahati olmayan yerlerde cinayet telakki olacak cürmü, bir seneden eksik olmamak üzere kalebentliğe tahvil olunur.”

Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kemalist rejim kanunsuz hareket etmiştir.

Nitekim M. Kemal kanunsuz hareket edebileceklerini şöyle itiraf ediyordu:

“Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse o kanunları değiştiririz, yeni kanun yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz.”[14]

“…bu yolda her şeyin üstüne çıkarak…”

Yani bu demektir ki;

“Sıkışırsam kanun da tanımam, asarım, çalarım, keserim…”

O dönemin kanun anlayışını ve Istiklal Mahkemelerinin niteliğini göstermesi açısından Istiklal Mahkemesi üyelerinden Lütfi Müfit’in sözleri de oldukça önemlidir:

“Bizim muayyen milli gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.”[15]

Bilmem başka söze gerek var mı?

Kaldı ki M. Kemal, “şapka inkılabına” karşı gelenleri asacağını bizzat açıklamıştır.

Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş ve Kastamonu’lulara şöyle hitap etmişti:

“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[16]

Neymiş… M. Kemal şapka için “kurbanlar verelim” demiş… Hal böyleyken kraldan çok kralcı olmaya ve demogoji yapmaya lüzum yoktur.

Kemalistlerin gözdesi Atatürkçü Can Dündar bile M. Kemal’in şapka giymeyenleri darağacına gönderdiğini kabul ediyor:

“Yola çıkarken kafasında planladığı devrimi altı yıl içinde büyük oranda gerçekleştirmişti.

Ama bitmemişti. Dini siyasal ve toplumsal hayatta etkisizleştiren, Türkiye’yi Batı’yla bütünleştiren adımlar peş peşe geldi:

Islami düşüncenin üretilip yeni kuşaklara devredildiği asırlık tekke ve zaviyeler bir günde kapatıldı.

Saat ve takvim Batı’ya uyduruldu. Dönemin en gelişkin Medeni Kanunu, Isviçre’den alınarak kadın erkek eşitliği konusunda önemli bir adım atıldı… Devrimlere direnenlerin, şapka giymeyenlerin bazısı hapishaneye, bazısı darağacına gönderildi.”[17]

Başka söze ne hacet?

.

**********

.

KAYNAKLAR:

.

[1] Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi’nin görev süresi için bakınız;

http://www.amasyamuftulugu.gov.tr/Sayfalar/Ana%20Men%C3%BC/eski%20m%C3%BCft%C3%BCler.html

[2] Bu hususta 11 Kasım 1925 tarih ve 2626 sayılı kararnameye bakılabilir; Düstur, 3. Tertip, cild 6, 2.B., sayfa 383.

[3] 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı Kanun için bakınız: Düstur, 3. Tertip, cild 16, 2.B., sayfa 24. 13 Aralık 1934 tarih ve 2879 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…

[4] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18., Yer no: 51.8.15. Tarih: 6 Şubat 1935. 18 Şubat 1935 tarih ve 2933 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…

[5] Içişleri Bakanlığı’nın 6 Temmuz 1935 tarihinde gönderdiği yazı için bakınız: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 490.1., Yer no: 611. 122. 2.

[6] Vakit Gazetesi, 31 Temmuz 1935.

[7] Şapka yüzünden asılan insanlar hakkında daha fazla malumat için bakınız;

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/30/m-kemal-ataturkun-sapka-zulmu-ve-istiklal-mahkemesinde-asilan-alimler-hocalar/

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2015/04/26/kemalist-rejimin-sapka-yuzunden-idam-ettigi-salci-baci/

[8] Iskilipli Atıf Hoca Neden Idam Edildi? Bütün Iftiralara Cevaplar:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2015/02/08/iskilipli-atif-hoca-neden-idam-edildi-tum-iftiralara-cevaplar/

[9] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Yurt Yayınları, Ankara 1981, sayfa 158, dipnot 43.

[10] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 490 01/590 38 1.

Kur’an ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması hakkında tafsilat için bakınız:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/29/kemal-ataturkun-eseri-kuran-ve-ezanin-yasaklanmasi/

[11] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993.

[12] Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti hakkında çarpıcı gerçekler için bakınız:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2013/02/22/topral-osman-ali-sukru-beyi-neden-oldurdu-ali-sukru-beyi-ataturk-mu-oldurttu/

[13] Izmir Suikastı hakkında tafsilat için bakınız:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2014/05/12/izmir-suikasti-tertibi/

[14] (1931) Ayın Tarihi, cild 25, s. 82, 83.

O devrin nasıl bir diktatörlük olduğunu merak edenler şu makalemize müracaat edebilirler:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2013/08/14/hangi-diktator-halife-ve-padisah-olabilecekken-cumhuriyeti-kurar-diyenlere-cevap/

[15] A. Süreyya Özgeevren, “Şeyh Said Isyanı” Dünya Gazetesi, 24 – 26 Mayıs 1957.

Istiklal Mahkemeleri hakkında tafsilat için bakınız:

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/

[16] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, 5. Baskı, Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 221 – 222.

Ayrıca Bakınız;

K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67.

[17] Can Dündar, Mustafa, NTV Yayınları, Istanbul 2009, sayfa 129.

.

**********

.

Kadir Çandarlıoğlu

.

**********

.

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

www.belgelerlegercektarih.com

*

3 responses to “Şapka yüzünden hiç kimse asılmadı mı?”

  1. alperen Avatar
    alperen

    Hocam Allah senden razı olsun bu emeğin için Allahu Teala izin verirde inşallah bu belgeleri yazıları yayınlatırsın reklamını da iyi yaparsın herkesin eline geçsin çok değerli bir arşiv olmuş Allahu Teala devamını hayırısıyla getirsin kolay gelsin

  2. Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Avatar
    Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48

    Gönderen . Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48
    SEVGİLİ CUMHURBAŞKANIM SELAM VE HÜRMETLERIMLE MEKTUBUMA BAŞLARIM

    SOSYAL PAYLAŞIM SİTESİNDE ŞEHİD TAZİYE EVİNDE HAKKIN KELAMINI SESİNİZDEN DUYMAKLA BAHTİYAR OLDUM BU GÜNLERİ BİZE GÖSTEREN RABBİME BINLERCE ŞÜKÜRLER
    HAKIN DAVASINA EMEGİ GECEN HERKESDEN ALLLAH RAZ OLSUN .

    VATANIMIZDA DİNSİZLİGİN ESKIDEN ZİRVESİ BİR TEPE OLARAK BİLİNEN BİR MEVKİDEN ;
    CENBI HAKKIKIN K KELAMI KADİMİNİ ASLAN YÜREKLİ ;
    HAZRETİ ÖMER MİSALI.
    İSLAMI HAYATA HAYATA HAKIM KILMAYA CALIŞAN.
    YAVUZ SULTAN SELİM DİRAYETI GiBİ BİR REİSİ CUMHURUMUZ OLDUGU İÇİN ALLAHA ŞÜKTREDİYORUM AMA BU MAKAMI SİVİL ANAYASA VE 5816 SAYILI KANUNU KALDIRARAK YALAN SÖYLEYEN TARIH olan;
    İNKİLAP TARİHİNİ KALDIRARAK vede ASKERİ EGİTİM SİSTEMINI DEGİŞTİREREK çünkü bu sistem imanın 6 esası yerine CHP nin İMANI olan 6 OK LU JOKEBEN BIR SİSTEMDİR ,
    KISACA ISLAMI HAYATA HAKIM KILARAK ITTIHADI İSLAMI VUCUT KILARAK DEVAMI İÇİN ALLAH YOLUNDA VATAN VE ÜMMMETİN SELAMETİ İÇİN :
    SENINLE HAKKIN YOLUNDA CANIMIZ FEDA OLSUN
    DAVAMIZ
    BÜYÜK:
    CUMHUR BAŞKNIMIZDAN ANADOLU KITASI BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ DAVA TAŞINI GEDİĞİNE KOYMASINI BEKLİYORUM;
    SÖZÜN ÖZÜ SİVİL BİR ANAYASA VE 5816 SAYILI KUNUNUNDA İVEDİLİKLE KALDIRILMASINI TALEP EDİYORUM .
    ÇÜNKÜ SİZE YAKIŞANDA TARİHE NOT DÜŞME ADINA ANCAK BUDUR ÖYLE DEGILMİ ! ?…
    ZİRA HAKIKI İMANI ELDE EDEN ADAM KAİNAT BOBBA OLUP PATLASI İHTİMAL DİRKİ RECEP TAYIP ERDOGANI KORKUTMAZ
    5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun Mecliste kabulü sırasında yapılan konuşmalardan aktarıyorum:

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    Adana Milletvekili Sinan Tekelioğlu:

    “Bu kanun, hürriyet-i kelamı tamamıyla selbetmektedir (fikir açıklama hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaktadır). Mesela yarın, üniversitede inkılap tarihi okutan bir hoca Atatürk’ün nutkunun haricinde bir şeyler söylerse mes’ul tutulacak mıdır?”

    Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:

    Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:
    “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyettedir.”

    Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:
    Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:
    “Fevkalbeşer ve layuhti (insanüstü ve hatasız) bir kimsenin olacağına inanmıyoruz. Binaenaleyh, M. Kemal Paşanın idari, içtimai, siyasi hataları bulunduğunu söylemek ve yazmak, demokratik rejimi benimsemiş olanlar arasında tabii bir hak olmak lazım gelir. Bu kanun, Atatürk’ün ef’al ve icraatı ve şahsı hakkında yazılan bazı şeyleri savcının hakk-ı takdirine bırakmak suretiyle tecavüzkar, hakaretamiz ve tezyifkar bularak cezalandırmayi kastediyor. Vatandaşı sarih ve doğru mütalaadan mahrum bırakmak suretiyle hakk-ı kelamının milletten kısmen de olsa nez’ini (alınmasını) istiyor. Teessürle söylüyorum ki, 27 senelik devirde riyakar birçok yazarlar, hatipler, şairler milletin gösterdiği feragat ve kahramanlığa hemen hiç kıymet vermeyerek tek şahıs için uluhiyete kadar yükselen kasideleriyle gençliğe birçok yanlış kanaatler, hakikate uymayan fikirler aksettirmişlerdir.5816 SAYILI KANUNLA Bu kanunla tek parti rejiminin ve bu zihniyetin antidemokratikliğinin ortaya çıkmasına mani olunacaktır. Birçok hakaik-i tarihiye (tarihi hakikatler) ketmedilmiş (gizlenmiş) veya tahrif edilmiştir. Bu kanun ensal-i atiyeyi (gelecek nesilleri), pek çok dersler verecek, inkılaplara ve tecdid (yenilik) devrine dair bitaraf (tarafsız) yazılardan mahrum bırakacaktır. Halbuki Atatürk’ün hizmetleriyle beraber hem hatalarının, hem de noksanlarının millete açıkça anlatılması bir hizmet-i vataniyedir.”

    Isparta Milletvekili Said Bilgiç:

    Isparta Milletvekili Said Bilgiç:
    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    “M. Kemal bir melek değildir. Onun da beşeri zaafları vardır. Halbuki böyle bir nokta üzerinde duracak bir tarihçi, bu kanuna istinaden cezalandırılabilecektir. “Kemalist rejim” deniyor. Türkiye devletinin idare şekli cumhuriyettir. Kemalist devlet tabirinden ne anlaşıldığı merak-ı mucibdir. Türkiye’nin idare şekli olan cumhuriyetin, tek parti, tek şef ve ısmarlama meclis devrinin cumhuriyetiyle bir alakası yoktur. Rejimlerin şahıslara izafesi ancak faşistlere yaraşır.”

    Izmir Milletvekili Halide Edip Adıvar:

    “Bu kanun, tarihten önce Asurilerin, Babillilerin insanları putlaştırdığı gibi, Atatürk’ü putlaştırmak istiyor. Atatürk’ü put haline koyan bu kanun, inkılapları adeta mütehase (fosil) haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.”,
    ,

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    Kadir Mısıroğlu:
    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    Kadir Mısıroğlu:
    “Atatürk’ü koruma kanunu kaldırıldığında millet aslına dönecek, aslına dönmenin karşısında en büyük engel bu kanundur. Dünyada kanunla korunan başka kim var? Kendi milletine karşı korunan adam kahraman olur mu? Adamınıza güveniyorsanız kaldırın bu kanunu, konuşalım!”
    KORUMA KANUNU NEDEN KALKMALI?
    Kemalistler kendilerini Cumhuriyetçi diye takdim eder; ama değildirler. Çünkü Cumhuriyet’in kanunları ve kuralları geneldir ve herkesi kapsar. Zaten Cumhuriyet’in monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı hususların en önemlilerinden biri; yasaların kişiye özel olmamasıdır. Yani bu manada “Cumhuriyet” bir bakıma “isimsizler” rejimidir. Yasal açıdan sülalenin, aşiretin ve soyun önceliği bulunmaz. Makamlar korunur; fakat şahıslar korunmaz. Buraya kadar anlattığımız Cumhuriyet’in nitelikleridir, şimdi bakalım bu niteliklere kim uymuyor? Yapılan araştırmalara göre bu niteliklere uymayan ve anayasasında özel isim bulunan üç ülke vardır: Bunlar; İran, Kuzey Kore ve Türkiye’dir. Bilindiği gibi bizim anayasada da, M. Kemal’in ismi geçmekte, sadece geçmekle kalmayıp, bu milletin yani cumhurun millî manevi değerleri de “Atatürk milliyetçiliği” iddiasıyla bir şahsın inisiyatif ve inkılâplarına feda edilmiştir.
    O halde bu rejime Cumhuriyet denilebilir mi? Böyle bir ülke olur mu? Böyle bir millete “hür millet” denilebilir mi? Her halde hiçbir akıl, mantık, izan ve insaf sahibi bunu diyemez. O halde bu sahte milliyetçiler, ne yüzle nara atıyorlar?
    Meselâ, bazı Kemalistler “Atatürk Cumhuriyeti” diye bir tabir kullanılırlar. Bu lafın kendisi Cumhuriyet’e aykırıdır. Çünkü bu tabirin kendisi Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır; çünkü cumhuru da devre dışı bırakıp tekelciliği ifade eder. Bunun, ”Stalin Cumhuriyeti” demekten bir farkı yoktur. İkisinde de özel isim merkezdedir. Kemalizm’in en büyük icadı; iç düşmanlar türetmesidir, bu milleti laik – anti laik, kemalist-antikemalist gibi ayrımlarla bölüp parçalamasıdır. Bunları yaparken hep “koruma kanununun” arkasına sığınırlar. Demek bu kanun, artık bu millet için, bir tuzak haline gelmiştir. 1960 darbesiyle bu ismi anayasaya yerleştirdiler ve hâlâ daha duruyor. Bir deli bir kuyuya taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor.
    Şimdi ise AB, bu kanunu kaldırın diyor. Yine zavallı milletin hiç sesi çıkmıyor veya çıkaramıyor. Tabi Kemalistler; demokrasiye, insan haklarına, cumhuriyete hatta laikliğe rağmen yaygarayı basıyor. Hâlbuki buna dayanarak insanları yargılamak, sadece Cumhuriyetin felsefesine değil, demokrasi, din, vicdan, hürriyet ve insanlık esprisine de aykırıdır. Yani Kemalizm; öyle bir yobazlıktır ki, hiçbir medeniyet, hak, hukuk, dini ve insani değer tanımamaktadır. O halde hamiyet ve insaniyet namına artık buna bir çare bulunmalı ve son verilmelidir. Onun için artık AB de bu işe önem atfetmiştir. Hamiyetli bir şâir bakın, bu konuda ne diyor.
    “Haddi yok açlıktan başı derde girenin,
    Meydanı sehpaya boyun verenin,
    Lânetle anılan cebabirenin
    Bu rahmet okuttu en küstahına”
    İlim adamlarımız şâirin, “Muini zalimin dünyada erbabı denaettir, köpektir / Zevk alan sayyad-ı bî insafa hizmetten.” dediği duruma düşürülmüş olmuyor mu? Bu acı manzara, başta kimleri düşündürmesi lâzım? Ben de bir zamanların akademisyeni olarak, bu durum, kanıma ve izzetime dokunuyor. Dünya üniversitelerinden ilk 500’de esamemiz yok. Hâlbuki bir asırdır bizim Kemalistler, ilericilik ve çağdaşlık narası atıyor, türküler söylüyorlar; “yoksa bu, bu millete aksi tesir mi yapıyor?” diye düşünüyorum. Çünkü ifade hürriyetinin olmadığı bir ülkede insanların kabiliyetleri gelişemez; zira onlar her şeyi suç addederler ve meramlarını ifade edemezler. İçe kapalı bir duruma düşerler ki, bu da başarıyı engeller. Fakat bu sadece sebeplerden biridir, öbürlerini ise yeri geldikçe, nasip olursa, söyleriz.
    Yani işte, dini vicdanlara hapsedip, fonksiyonsuzlaştırmanın sonucu budur. Eğer bu millet yeniden milli dinamikleri ve moral değerleriyle motive edilebilseydi Osmanlı’da olduğu gibi yine dünyanın süper ülkesi biz olabilirdik. Fakat bu millette, bu cevher, söndürülemediğine göre en yakın zamanda yine bu cevher, hâkim olacak ve bu millet insanlığın kurtuluş çaresi olacaktır.
    Bir Alman düşünürü, “Alman Teknik Üniversitesi yıkılsa, edebiyat fakültesi onu yaptırır; fakat edebiyat fakültesi yıkılsa Teknik Üniversitesi onu yaptıramaz.” diyor. Yani bu milleti, ruh kökünden öldürmek istediler, süründürdüler; fakat öldüremediler
    . Onun için MEHMET AKİF ERSOY MERHUM;
    “Üç beş balta bizi ayıramaz mazimizden,
    Mademki ağacın kökleri derindir cidden
    Gövdesi kesilmiş, dalları kopmuş ne çıkar
    O görürsün yine üstündeki edvarı yarar
    Yükselerek fışkırır afakı perişanımıza
    Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza” diyor.
    Maalesef bu şâirimiz de rejimin hışmından nasibini almış, kaç yılını yurt dışında geçirmişlerdendir. Üstelik de İstiklâl Marşı şâirimiz olduğu halde. İ

    Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı? || Faruk KÖSE || Yeni Akit

    Nihayet, “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine…” gibi absürd kararlarıyla tarihe mal olan “İstiklal Mahkemeleri”nin zabıtları gün ışığına çıkarılacak. Yakın tarihin tanınması, Cumhuriyet’in neler üzerine ve nasıl kurulduğunun görülmesi, devrimlerin neye mal olduğunun bilinmesi bakımından bu zabıtların arşivlerden çıkarılması çok önemli. Bilinen az sayıdaki kararlarının bile ürperti vermeye yettiği “portatif mahkemeler”den söz ediyoruz. Mezardaki ölüyü bile çıkarıp “aleme ibret olsun” diye idam ipine çektiren mahkemelerden…

    Ya da şapka kanununa muhalefet etti diye bir kadıncağızı bile astıran mahkemelerden…
    İşte, adeta “idam mangası” işlevi görmüş olan bu “portatif mahkemeler(!)”in TBMM’de gizli tutulan zabıtları açıklanacakmış. Ancak henüz araştırmacıların incelemesine kapalı. Şimdilik TBMM tarafından inceleniyor. Basında yer aldığı kadarıyla, bu kapsamda 1471 dosyanın günümüz Türkçesine çevrilmesine başlanmış. Eğer Başkanı onay verirse, yapılan çeviriler dijital ortama aktarılıp TBMM’nin internet sitesinde yayımlanacakmış. Bekliyoruz…
    Bekliyoruz da, zabıtların açıklanmasının yeterli olmayacağını da biliyoruz. Çünkü, eğer sadece içeriğini görüp de üzerinde yorum yapamayacaksak, failler hakkında kanaat belirtemeyeceksek, bu kararları veren mahkemeleri kuranları, üyelerini atayanları, kararlar karşısında sessiz kalarak durumun aynı minval üzere devam etmesini zımnen onaylayanları gündeme getirip tarih mahkemesine çıkaramayacaksak… zabıtların açıklanmasının ne önemi olabilir ki? Ha açıklanmış, ha açıklanmamış ne fark edecek?
    Biliyorsunuz, İstiklal Mahkemeleri döneminde devletin başında M.Kemal vardı. Peki, zabıtlar açıldığında, yapılacak yorumların ucu, kendi zamanında izni ve bilgisi dışında hiçbir şey yapılamayan M.Kemal’e değmeyecek mi? Haliyle değecek. Bu durumda mahkemeler, 5816 Sayılı yasaya istinaden yorum sahibinin yakasına yapışmayacak mı? Haliyle yapışacak. Öyleyse, zabıtların açıklanmasıyla gizli kalması arasında ne fark olacak?
    Niye mi bu soruları soruyorum? Hadi biraz daha müşahhaslaştırayım. Biliyorsunuz, bu ülkede “Atatürkü Koruma Kanunu” adıyla nam salmış bir kanun var. Kanunun asıl adı, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.” 5816 Sayılı bu kanun Menderes zamanında, 31.7.1951 tarihli ve 7872 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giriyor. Yürürlüğe girdiği günden bu yana da pek çok insanın canını yakıyor. Bu yasa kapsamında bir fiil işlenirse, şikayete bağlı olmaksızın Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılıyor.
    Yasanın ilk maddesi şöyle: “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
    Yasanın ikinci maddesi, bu birinci maddedeki “suç”ların nasıl işlenirse ne kadar artırılacağına ilişkin hükümleri ihtiva ediyor.
    Geçenlerde Cumhurbaşkanı Gül, şike sanıklarına adeta af getiren yasal düzenlemeyi Meclis’e geri gönderirken, “kişiye özel yasa olmaz” demişti. Ancak el’an mer’i bulunan bu 5816 sayılı yasadan daha kişiye özel bir yasa da yok ve bu durum, ülke için çok büyük bir ayıp, hukuk adına da çok büyük bir kayıp değil mi? Ancak burada, “kişiye özel yasa” meselesi üzerinde durmayacağım, daha başka bir zaviyeden yaklaşmak istiyorum konuya.
    Bu yasanın anlamı açıkça şudur: “Atatürk asla hata yapmamıştır, ne yaptıysa mutlak doğrudur. Sorulamaz, sorgulanamaz, eleştirilemez, reddedilemez. Hatta, böyle de yorumlanabilecek bir tavırda bulunulamaz. Aksi halde, ihlal edenin canına okunur.”
    Peki, o zaman bu yasa, açıkça M.Kemal’i “monark” ya da daha ileri bir tabirle “ilah” konumuna getirmiş olmuyor mu? Sadece soruyoruz ve geçiyoruz. Falih Rıfkı Atay da ünlü Çankaya adlı kitabında “Atatürk diktatör müydü?” diye soruyor. Ancak o sorup geçmiyor, hemen ardından cevabını kendisi veriyor: “Rejimine bakarsanız, evet.” Gerçi bundan sonra, bu diktatörlüğün ne kadar gerekli olduğuna dair kendince bir dizi izahatta bulunuyor; ama bir kişinin “kurucu” olmasının, her ne sebeple ya da niyetle olursa olsun, halkı üzerinde -kendi tabiriyle- “diktatörlük” kurması hakkını ona verip vermeyeceğini açıklamıyor. Tabiî bu arada, M.Kemal’in en yakınındaki birinin onu “diktatör” olarak tanımlaması ayrı bir fasıl.
    Peki, madem M.Kemal kendi arkadaşları tarafından da “diktatör” olarak tanımlanıyor, öyleyse kendi devrindeki her türlü icraattan sorumlu olan birinci kişi olmaz mı? Ya da ne yapıldıysa, bir şekilde gelip M.Kemal’e dayanmaz mı? Bu durumda İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarının M.Kemal ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısına dair bir şüphe ortaya çıkarsa, bu şüphenin peşine düşülmesi halinde, “koruma yasası” buna engel teşkil etmeyecek mi? Bir araştırmacı, İstiklal Mahkemelerinde yaşanan mezalimin M.Kemal’e dayanan herhangi bir bağlantısını keşfederse, bunu kamuoyunun bilgisine açıklayabilecek mi, açıklayamayacak mı? Hadi açıkladı diyelim, o zaman 5816 tonluk bir yasa yükünün altında ezilmeyeceğini kim garanti edebilir?
    Böyle bir garanti, ancak “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”un kaldırılması ile olur, öyle değil mi? Öyle ya, “kişiye özel kanun olamaz”dı hani?… İşte başlıkta sorduğumuz soru bu yüzdendi.
    Şimdi, Sayın TBMM Başkanı’na soruyorum: Tamam, İstiklal Mahkemeleri zabıtları açıklanacak da, bunun bir anlam ifade etmesi bakımından “Atatürk’ü Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı?

    KORUMA KANUNU NEDEN KALKMALI?
    Kemalistler kendilerini Cumhuriyetçi diye takdim eder; ama değildirler. Çünkü Cumhuriyet’in kanunları ve kuralları geneldir ve herkesi kapsar. Zaten Cumhuriyet’in monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı hususların en önemlilerinden biri; yasaların kişiye özel olmamasıdır. Yani bu manada “Cumhuriyet” bir bakıma “isimsizler” rejimidir. Yasal açıdan sülalenin, aşiretin ve soyun önceliği bulunmaz. Makamlar korunur; fakat şahıslar korunmaz. Buraya kadar anlattığımız Cumhuriyet’in nitelikleridir, şimdi bakalım bu niteliklere kim uymuyor? Yapılan araştırmalara göre bu niteliklere uymayan ve anayasasında özel isim bulunan üç ülke vardır: Bunlar; İran, Kuzey Kore ve Türkiye’dir. Bilindiği gibi bizim anayasada da, M. Kemal’in ismi geçmekte, sadece geçmekle kalmayıp, bu milletin yani cumhurun millî manevi değerleri de “Atatürk milliyetçiliği” iddiasıyla bir şahsın inisiyatif ve inkılâplarına feda edilmiştir.
    O halde bu rejime Cumhuriyet denilebilir mi? Böyle bir ülke olur mu? Böyle bir millete “hür millet” denilebilir mi? Her halde hiçbir akıl, mantık, izan ve insaf sahibi bunu diyemez. O halde bu sahte milliyetçiler, ne yüzle nara atıyorlar?
    Meselâ, bazı Kemalistler “Atatürk Cumhuriyeti” diye bir tabir kullanılırlar. Bu lafın kendisi Cumhuriyet’e aykırıdır. Çünkü bu tabirin kendisi Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır; çünkü cumhuru da devre dışı bırakıp tekelciliği ifade eder. Bunun, ”Stalin Cumhuriyeti” demekten bir farkı yoktur. İkisinde de özel isim merkezdedir. Kemalizm’in en büyük icadı; iç düşmanlar türetmesidir, bu milleti laik – anti laik, kemalist-antikemalist gibi ayrımlarla bölüp parçalamasıdır. Bunları yaparken hep “koruma kanununun” arkasına sığınırlar. Demek bu kanun, artık bu millet için, bir tuzak haline gelmiştir. 1960 darbesiyle bu ismi anayasaya yerleştirdiler ve hâlâ daha duruyor. Bir deli bir kuyuya taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor.
    Şimdi ise AB, bu kanunu kaldırın diyor. Yine zavallı milletin hiç sesi çıkmıyor veya çıkaramıyor. Tabi Kemalistler; demokrasiye, insan haklarına, cumhuriyete hatta laikliğe rağmen yaygarayı basıyor. Hâlbuki buna dayanarak insanları yargılamak, sadece Cumhuriyetin felsefesine değil, demokrasi, din, vicdan, hürriyet ve insanlık esprisine de aykırıdır. Yani Kemalizm; öyle bir yobazlıktır ki, hiçbir medeniyet, hak, hukuk, dini ve insani değer tanımamaktadır. O halde hamiyet ve insaniyet namına artık buna bir çare bulunmalı ve son verilmelidir. Onun için artık AB de bu işe önem atfetmiştir. Hamiyetli bir şâir bakın, bu konuda ne diyor.
    “Haddi yok açlıktan başı derde girenin,
    Meydanı sehpaya boyun verenin,
    Lânetle anılan cebabirenin
    Bu rahmet okuttu en küstahına”
    İlim adamlarımız şâirin, “Muini zalimin dünyada erbabı denaettir, köpektir / Zevk alan sayyad-ı bî insafa hizmetten.” dediği duruma düşürülmüş olmuyor mu? Bu acı manzara, başta kimleri düşündürmesi lâzım? Ben de bir zamanların akademisyeni olarak, bu durum, kanıma ve izzetime dokunuyor. Dünya üniversitelerinden ilk 500’de esamemiz yok. Hâlbuki bir asırdır bizim Kemalistler, ilericilik ve çağdaşlık narası atıyor, türküler söylüyorlar; “yoksa bu, bu millete aksi tesir mi yapıyor?” diye düşünüyorum. Çünkü ifade hürriyetinin olmadığı bir ülkede insanların kabiliyetleri gelişemez; zira onlar her şeyi suç addederler ve meramlarını ifade edemezler. İçe kapalı bir duruma düşerler ki, bu da başarıyı engeller. Fakat bu sadece sebeplerden biridir, öbürlerini ise yeri geldikçe, nasip olursa, söyleriz.
    Yani işte, dini vicdanlara hapsedip, fonksiyonsuzlaştırmanın sonucu budur. Eğer bu millet yeniden milli dinamikleri ve moral değerleriyle motive edilebilseydi Osmanlı’da olduğu gibi yine dünyanın süper ülkesi biz olabilirdik. Fakat bu millette, bu cevher, söndürülemediğine göre en yakın zamanda yine bu cevher, hâkim olacak ve bu millet insanlığın kurtuluş çaresi olacaktır.
    Bir Alman düşünürü, “Alman Teknik Üniversitesi yıkılsa, edebiyat fakültesi onu yaptırır; fakat edebiyat fakültesi yıkılsa Teknik Üniversitesi onu yaptıramaz.” diyor. Yani bu milleti, ruh kökünden öldürmek istediler, süründürdüler; fakat öldüremediler
    . Onun için M. Akif,
    “Üç beş balta bizi ayıramaz mazimizden,
    Mademki ağacın kökleri derindir cidden
    Gövdesi kesilmiş, dalları kopmuş ne çıkar
    O görürsün yine üstündeki edvarı yarar
    Yükselerek fışkırır afakı perişanımıza
    Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza” diyor.
    Maalesef bu şâirimiz de rejimin hışmından nasibini almış, kaç yılını yurt dışında geçirmişlerdendir. Üstelik de İstiklâl Marşı şâirimiz olduğu halde. İşte işin vahameti…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.