Şapka yüzünden hiç kimse asılmadı mı?
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ve M. Kemal…
***
Kemalist rejim tarafından kandırılmış bazı kimseler sosyal medyada dolaşan yukarıdaki fotoğrafa dayanarak “M. Kemal devrinde şapka giymeyenlerin idam edilmediğini” ispatlamaya çalışmaktadırlar. “Resmi ideoloji” tesis etmek isteyenler tarafından kandırılmış olan bu insanlar, sözkonusu fotoğrafın “şapka kanunu”ndan 5 yıl sonrasına, yani 1930 yılına aid olduğuna da (son ve öldürücü darbeyi vuruyorlarmış edasıyla) dikkat çekmektedirler.
Kemalist rejimin afyonu ile sersemleştirilen bu arkadaşlar, fotoğraftaki kişinin Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi olduğunu biliyorlar. Ne güzel… Yani bu zat 8 Temmuz 1923’ten 18 Aralık 1941’e kadar müftülük yapmıştır.[1] Dolayısıyla fotoğrafın çekildiği tarihte müftüdür.
Ama müftülerin “şapka kanunu” ile bir alakası yoktur. Zira bu kanun hakim, asker ve diyanete bağlı memurları kapsamaz.[2] Bu insanların daha şapka kanunundan haberleri yok, ama buna rağmen kalkmış “gerici ve yobazlara” (!) tarih dersi vermeye kalkışıyorlar. Işte cehalet böyle bir şeydir.
Din görevlileri, 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı kanun çıkıncaya kadar “sarık ve cübbe” ile dolaşabiliyorlardı.
Sözü edilen kanunun 1. maddesi şöyledir:
“Her hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır.
Hükümet her din ve mezhebden münasib göreceği yalnız bir ruhaniye mabed ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat (geçici) müsaadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında (sonunda) onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya bir başka ruhaniye verilmesi caizdir.”[3]
*
[3] no’lu dipnot ile alakalı… 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı kanun, 13 Aralık 1934 tarih ve 2879 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…
***
Burada tafsilata girecek değiliz, ancak şu kadarını söyleyelim ki, kanunun bu 1. maddesi 1935 yılında meriyyete girmiştir.[4]
Dolayısıyla bir din görevlisinin 1930 yılında sarığıyla dolaşabilmiş olması, şapkadan dolayı idam edilenlerin olmadığını ispata kâfî gelmez. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, din görevlileri 1934-1935 yılına kadar sarık ve cübbe ile dolaşabiliyorlardı.
*
[4] no’lu dipnot ile alakalı… 6 Şubat 1935 tarihli ve K.Atatürk imzalı kararname, 18 Şubat 1935 tarih ve 2933 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…
***
Ancak bazı din görevlileri bu tarihten sonra da cübbe giymekte ısrar ettikleri, çıkarttıkları sarık yerine de şapka giyecekleri yerde başları açık olarak ya da takke vb. ile dolaştıkları gerekçesiyle, kemalist rejim tarafından uyarılmışlardır.[5] Bu uyarıya rağmen kanuna uymayanlar hakkında kanunî işlem yapılmıştır.[6]
*
[5] no’lu dipnotta bahsi geçen ve Içişleri Bakanlığı tarafından gönderilen 6 Temmuz 1935 tarihli yazıda “başı açık gezmenin kanuna aykırı” olduğu belirtilmektedir…
***
Şapka yüzünden birçok insanın idam edildiği apaçık ortadayken[7], bu hakikatleri inkar etmek hıyanet değilse, cehalettir. Biz şahsen bu arkadaşların kandırılmış ve cahil olduklarına hükmettik. Ancak, bu insanları kandıranlar, hiç şüphe yok ki hıyanet içindedirler.
Bu hainler, “şapka kanunu”ndan dolayı hiç kimsenin idam edilmediğini iddia ederler. Işte bu bir algı operasyonudur. Buradaki tuzak kelime “kanun” kelimesidir. Yani “şapka kanunu yüzünden” kimse idam edilmedi. Doğru, hiçbir kararda “şapka kanunu uyarınca idamına…” yazmaz. Ancak kemalist rejimin mağdurları “şapka yüzünden” ve fakat başka bir kanuna dayanılarak idam edilmişlerdir. Mesela Iskilipli Atıf Hoca Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmişti. Ama “şapka yüzünden” bu cezaya çarptırılmıştır.[8] Nitekim solcu (yani gerici ve yobaz! olmayan) Prof. Dr. Mete Tunçay bile Iskilipli Atıf hocanın “şapka yüzünden” (şapka risalesi) asıldığını yazmıştır.[9]
Buna rağmen inkılap yobazları bu tür kelime oyunlarıyla insanların aklıyla alay etmekten utanmıyorlar. Kaldı ki Tek Parti döneminde kemalist rejim tarafından halka uygulanan zulüm “kanunsuzca” yapılmıştır.
Mesela “Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması” konusu da kanunlaştırılmış değildir, ancak uygulamada nice zulümler meydana geldiğini başka bir makalemizde tafsilatıyla ortaya koymuştuk.
Burada bir misalle iktifa edelim: M. Kemal Atatürk döneminde Kırşehir’de “Allahu Ekber” şeklinde tekbir alan bir müezzin hakkında işlem yapılıp Adliyeye teslim edildiği 10.1.1936 tarihli bir resmi belgede görülmektedir:
*
“10.1.1936 gün ve 3/14 sayılı yazıya:
Kırşehir vilayetinin Kaman nahiyesinde arapça tekbir (yani: “Allahu Ekber”) alan müezzin Yusuf oğlu Hüseyin hakkında yapılan incelemede bilmeyerek tekbiri Arapça okuduğu anlaşılmış ve Adliyeye teslim edilmiş olduğu vilayetin bildirisinden anlaşılmıştır.
Saygılarımla arz ederim.
Başvekalete, Riyaseticumhur Umumi Katipliğine de sunulmuştur.
Dahiliye Vekaleti Vekili
(Imza).”[10]
***
Yukarıda delillendirdiğimiz üzere, Ezan-ı Muhammedi okuyanlar bir kanundan dolayı ceza almadıkları gibi, elbette şapka kanunu dolayısıyla ortaya konulan tepkilere imza attıkları iddia edilen şahsiyetlerin de hiçbiri şapka kanunundan dolayı ceza almamıştır. Ya isyana teşvik, yataklık vs. ya da Iskilipli Atıf Hoca’da görüldüğü üzere Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” gibi delile ihtiyaç hissettirmeyen “vicdani” (!) kararlarla hüküm giymişlerdir. Ancak bu kişiler mahkemelerde sürekli olarak şapka konusunda takındıkları tavırlar, geçmişte yazdıkları yazılar, yine geçmişte ya da o günlerde yaptıkları vaaz ve nasihatlar ve olaylara katıldığı sabit görülmüş(!) insanları tanıyıp tanımadıkları üzerinden sorguya çekilmişlerdir.[11]
Bu keyfî hüküm vermelere dair başka bir misal verilecek olursa, Izmir Suikasti yargılamaları kâfî gelir. Emeli, yalnızca M. Kemal’in direktifiyle katledilen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in[12] intikamını almak olan Ziya Hurşit, M. Kemal’e suikast teşebbüsünde, o da nakıs (noksan: henüz hazırlık safhasında) teşebbüste bulunmasına rağmen tıpkı Iskilipli Atıf Hoca gibi Ceza kanununun 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmiştir.[13]
Halbuki Ziya Hurşit, tevkif edildiğinde mer’i (yürürlükte) olan 46’ncı maddeye göre cezalandırılmalıydı:
“Suikast fikri tahakkuk etmemişse, kanunun sarahati olmayan yerlerde cinayet telakki olacak cürmü, bir seneden eksik olmamak üzere kalebentliğe tahvil olunur.”
Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kemalist rejim kanunsuz hareket etmiştir.
Nitekim M. Kemal kanunsuz hareket edebileceklerini şöyle itiraf ediyordu:
“Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse o kanunları değiştiririz, yeni kanun yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz.”[14]
“…bu yolda her şeyin üstüne çıkarak…”
Yani bu demektir ki;
“Sıkışırsam kanun da tanımam, asarım, çalarım, keserim…”
O dönemin kanun anlayışını ve Istiklal Mahkemelerinin niteliğini göstermesi açısından Istiklal Mahkemesi üyelerinden Lütfi Müfit’in sözleri de oldukça önemlidir:
“Bizim muayyen milli gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.”[15]
Bilmem başka söze gerek var mı?
Kaldı ki M. Kemal, “şapka inkılabına” karşı gelenleri asacağını bizzat açıklamıştır.
Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş ve Kastamonu’lulara şöyle hitap etmişti:
“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[16]
Neymiş… M. Kemal şapka için “kurbanlar verelim” demiş… Hal böyleyken kraldan çok kralcı olmaya ve demogoji yapmaya lüzum yoktur.
Kemalistlerin gözdesi Atatürkçü Can Dündar bile M. Kemal’in şapka giymeyenleri darağacına gönderdiğini kabul ediyor:
“Yola çıkarken kafasında planladığı devrimi altı yıl içinde büyük oranda gerçekleştirmişti.
Ama bitmemişti. Dini siyasal ve toplumsal hayatta etkisizleştiren, Türkiye’yi Batı’yla bütünleştiren adımlar peş peşe geldi:
Islami düşüncenin üretilip yeni kuşaklara devredildiği asırlık tekke ve zaviyeler bir günde kapatıldı.
Saat ve takvim Batı’ya uyduruldu. Dönemin en gelişkin Medeni Kanunu, Isviçre’den alınarak kadın erkek eşitliği konusunda önemli bir adım atıldı… Devrimlere direnenlerin, şapka giymeyenlerin bazısı hapishaneye, bazısı darağacına gönderildi.”[17]
Başka söze ne hacet?
.
**********
.
KAYNAKLAR:
.
[1] Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi’nin görev süresi için bakınız;
http://www.amasyamuftulugu.gov.tr/Sayfalar/Ana%20Men%C3%BC/eski%20m%C3%BCft%C3%BCler.html
[2] Bu hususta 11 Kasım 1925 tarih ve 2626 sayılı kararnameye bakılabilir; Düstur, 3. Tertip, cild 6, 2.B., sayfa 383.
[3] 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı Kanun için bakınız: Düstur, 3. Tertip, cild 16, 2.B., sayfa 24. 13 Aralık 1934 tarih ve 2879 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…
[4] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18., Yer no: 51.8.15. Tarih: 6 Şubat 1935. 18 Şubat 1935 tarih ve 2933 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır…
[5] Içişleri Bakanlığı’nın 6 Temmuz 1935 tarihinde gönderdiği yazı için bakınız: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 490.1., Yer no: 611. 122. 2.
[6] Vakit Gazetesi, 31 Temmuz 1935.
[7] Şapka yüzünden asılan insanlar hakkında daha fazla malumat için bakınız;
https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/
[8] Iskilipli Atıf Hoca Neden Idam Edildi? Bütün Iftiralara Cevaplar:
[9] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Yurt Yayınları, Ankara 1981, sayfa 158, dipnot 43.
[10] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 490 01/590 38 1.
Kur’an ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması hakkında tafsilat için bakınız:
[11] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993.
[12] Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti hakkında çarpıcı gerçekler için bakınız:
[13] Izmir Suikastı hakkında tafsilat için bakınız:
https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2014/05/12/izmir-suikasti-tertibi/
[14] (1931) Ayın Tarihi, cild 25, s. 82, 83.
O devrin nasıl bir diktatörlük olduğunu merak edenler şu makalemize müracaat edebilirler:
[15] A. Süreyya Özgeevren, “Şeyh Said Isyanı” Dünya Gazetesi, 24 – 26 Mayıs 1957.
Istiklal Mahkemeleri hakkında tafsilat için bakınız:
https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/
[16] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, 5. Baskı, Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 221 – 222.
Ayrıca Bakınız;
K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67.
[17] Can Dündar, Mustafa, NTV Yayınları, Istanbul 2009, sayfa 129.
.
**********
.
Kadir Çandarlıoğlu
.
**********
.
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
*
Bir Cevap Yazın