Bektaşi, Kızılbaş ve Aleviler Atatürk Döneminde Dinlerini Yaşayabildiler mi? Atatürk ve Din-4

Published by

on

Bektaşi, Kızılbaş ve Aleviler Atatürk Döneminde Dinlerini Yaşayabildiler mi? Atatürk ve Din-4

*

Kemalizmi aklamak için gündeme getirilen iddialardan biri de, M. Kemal döneminde hiç kimsenin dinine karışılmadığı, devletin sadece “isyancı, gerici yobazlara” karşı mücadele ettiği, bununla birlikte mesela Bektaşi, Kızılbaş ve Alevilere hiç baskı yapılmadığı şeklindedir.

Biz daha evvel Alevi vatandaşlarımıza edilen hakaret ve yapılan zulümlere dair birkaç paylaşım yapmıştık.[1] Bu yazı ise o paylaşımların bir devamı niteliğinde sayılabilir. Kemalist rejimin iman sahiplerine olan düşmanlığı sadece sünnilerle sınırlı kalmamıştı. Zaten 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı; “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarıyla Bir Takım Ünvanların Men ve ilgasına Dair Kanun” Alevi ve Bektaşi dergahlarını da kapsıyordu.[2]

*

[2] no’lu dipnotta zikri geçen kanun…

***

Kanun, Sünnilerin tekke ve zaviyeleriyle birlikte Alevi ve Bektaşi dergahlarını da kapatıyor, ayinlerini yasaklıyor ve bu tarikatlarda kullanılan “şehlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, babalık” gibi ünvanları; “falcılık, büyücülük ve üfürükçülük”le bir tutuyordu.

Çıkan bu kanun sonrasında tıpkı sünni tarikat mensuplarında olduğu gibi alevi tarikat mensupları da sıkı bir takibe alınmış ve birçok kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmişti. CHP Tek Parti döneminde yayınlanan gazete nüshalarına bakıldığında, kemalist rejimin sadece Sünni değil, aynı zamanda Alevi-Bektaşi avına da çıktığı açık bir şekilde görülmektedir. Mevzu ile ilgili birkaç haberi buraya alıyorum…

Mesela 1932 senesine ait “Milliyet” gazetesinin bir haberinde, “Ayin yapan Kızılbaşlar” başlığı altında şu ifadeler yer almaktaydı:

“Gazi Antebin Nizip kazasından olup iki ay evvel dini ayin yapmak maksadile Damal nahiyesine gelen iki kızılbaş şeyhi gece ayin yaptıkları bir zamanda jandarma ve asker tarafından yakalanmış ve adliyeye verilmiştir. Ayine iştirak eden 15’i mütecaviz kimsenin de gayrimevkuf olarak muhakemelerine başlanmıştır.”[3]

*

[3] no’lu dipnotta sözü edilen Milliyet gazetesinin ilgili haberi…

***

Yine 1932 senesine ait olan ve “Akşam” gazetesinde çıkan bir haberin başlığı:

“Gizli Bektaşi ayini maznunlarının (sanıklarının) muhakemesi…”[4]

*

[4] no’lu dipnotta bahsi edilen Akşam gazetesinin ilgili haberi…

***

19 Haziran 1932 tarihli “Akşam” gazetesinin; “Bektaşi ayini” başlıklı haberinde, Haki baba adlı maznunun (sanığın) 4 ay hapsine, 60 lira para cezasına, Tevfik, Hasan, Naili Efendi ve Remziye Hanımın üçer ay hapsine karar verildiği görülmektedir.[5]

*

[5] no’lu dipnotta bahsi geçen mahkumiyet kararları…

***

Tam bir sene sonra “Milliyet”te çıkan “Alevi ayini” başlıklı başka bir habere göre, Antalya’nın Şeyh Sinan mahallesinde bir evde kadın erkek bazı kimselerin toplanarak bir takım ayinler yaptıklarının haber alınması üzerine zabıta 30 kişiyi ayin yaparken yakalamış ve adliyeye teslim etmiştir.[6]

*

[6] no’lu dipnotta sözü edilen Milliyet gazetesinin ilgili haberi…

***

1935’te “Anadolu” gazetesinde verilen “Bektaşi ayini yaparken yakalananlar” başlıklı haberde, maznunun kendisini “ayin değil, alem yapıyorduk” şeklinde savunduğu bildirilmektedir:

“Kasabadan bana misafir gelmiş olan bakkal Rahim ile birlikte rakı içiyorduk. Hüseyin ve Mehmed de aynı odanın bir köşesinde uyukluyordu. Saat onda kepekçi Hakkı ve bir saat sonra da Hayreddin geldiler hep birlikte içmeğe başladık. Bir aralık ben Virani dedenin bir nefesini okumağa başladım. Sesim fazla çıkmış olacak ki komiserin dışarıdan pencereye yanaşarak baktığını gördüm, sonra açık bulunan kapıdan odaya girdi. Sonra defterlerle beraber bizi yakaladı.

Hakim suçlulara: Siz Bektaşi misiniz? diye sordu. Saraç Hüseyin, Hayreddin ve Rahim otuz sene önce bektaşi olduklarını, fakat kanunla bektaşilik yasak edildikten sonra hiçbir toplantı yapmadıklarnı ve tarikatı o zamandan beri terkettiklerini söylediler… Hakim, suçluların bektaşi ayini yaptıkları hakkında kafi delil mevcud olmadığından hepsinin serbest bırakılmasına ve haklarında müstantiklikçe (sorgu hakimi) yapılacak tahkikata gayri mevkuf olarak devam edilmesine karar verdi ve suçlular salıverildi.”[7]

Ayin yasak, alem serbest…

*

[7] no’lu dipnotta bahsi edilen haber…

***

Son olarak “Cumhuriyet” gazetesinin 3 Şubat 1937 tarihli ve; “Bektaşi ayini yapanlar mahkum… Mustafa Türabi ve Nihad babalar üç ay hapis yatacaklar” başlıklı haberini okuyalım:

“Fatih sulh mahkemesi mübaşirlerinden Nihadın Eyübdeki evinde 29 kişinin bektaşi ayini yaparken emniyet memurları tarafından cürmümeşhud halinde (suçüstü) yakalandıkları ve birinci ceza mahkemesinde muhakeme edilmekte oldukları malumdur. Bu dava dün bitmiş ve maznunlardan ve eski bektaşi babalarından Mustafa Türabinin o gece, Nihada bektaşi babalığı payesi vermek üzere oraya geldiği ve Nihadın da üzerinde bektaşi babalarına mahsus elbise giydiği ve maznunların bektaşi ayini yaptıkları yapılan tahkikattan ve dinlenen şahidlerden anlaşılmış olduğundan Mustafa Türabi babanın üç ay müddet hapsine ve 50 lira para cezasına mahkumiyetine ekseriyetle, Nihad babanın da üç ay hapsine ve 50 lira para cezasına mahkumiyetine ittifakla karar verilmiştir.”[8]

*

[8] no’lu dipnotta verilen haber…

***

Alevi-Bektaşi vatandaşlarımız bu zulmün yanı sıra kemalist rejimin ağır iftira ve hakaretlerinden de nasibini bol bol alacaktı.

M. Kemal’in meclisinde kendine yer bulan CHP Kütahya Saylavı (Milletvekili) Naşit Hakkı Uluğ, 19 Haziran 1937 tarihli “Haber” gazetesinde “Dersimlilerin dini seyitlerin dolabıdır” başlıklı bir yazı kaleme alır. Dersim harekatı esnasında yayınlanan ve Dersimli Alevileri alçakça aşağılayan söz konusu paçavranın ilgili kısımlarını buraya alıp hiç yorum yapmadan yazımızı noktalayacağız:

“Din Seyitlerin elinde bir geçim yoludur. Zorbalık vasıtasıdır. Din, cennet ve cehennem burada satılır ve dağıtılır.”

“Çalışmadan yaşıyan, üfürükçülüğünü aleme rahmet bilen Seyit, Dersime niçin musallat olmuştur, bu binlerce insanın vicdanile, sayi (emeği) ile bir oyuncak gibi oynamak hakkını nereden almıştır, bilir misiniz? Asılsız yalan bir şecereden… Güya Seyitlerin topu birden peygamberin torunudur…”

“Seyit, Dersimi asırlardanberi yemiş, kemirmiştir…”

“Dersim Kızılbaş müslümandır. Bir kısmı Zazadır. Bir kısmı da Caferi Sadık isminde bir imamın içtihadını tanır.. Bu imamın mezhebinde göze çarpan şu merasim vardır: Muharremde Hasan, Hüseyin için 12 gün oruç tutmak, 12 imama ‘hanedanı ehli beyt’e tapmak, kışın Muhammet için üç gün aç durmak. Fakat dersim dininde, Orta Asyadan gelen kabilenin getirdiği Totem dininin, tabiat dininin tesirleri hakimdir. Dersimin dört köşesinde cins ve nevi hatıra hayale sığmayacak kadar mütenevvi Totem serpilmiştir. Seyit, onu canı gibi beklemiştir. Bu tembel aç sürünün beklediği Totem, ya bir eski pabuç, ya yıkık bir duvar, ya bir mezar taşı, ya bir paçavra veya kuru bir odundur…”

“Birkaç Totem sayayım:

Ağu içen
Elazizden Hozata gelirken yolun berisinde Bargini köyünde bir totem var: Bu mezardır. Burada Imam Hüseyinin neslinden geldiği söylenen ‘Karadonlu Canbaba’ gömülüdür. Buna ‘Ağu içen’ derler. Babanın harap mezarına hayatını vakfeden Dersimli, Seyidin en muti bir haraçgüzarıdır (haraç vericisi). Bu köyde yaşıyanların bir kısmı mukaddestir, diğerlerine zorbalık ederler. Bu tegallüp fermanı ‘Ağu içen’in torunu oldukları iddialarından ibarettir. Öbür taraf çalışır bunlar otlarlar.”

(Alevi-Bektaşi şeyhi) Sarı Saltuk
Sarı Saltık’: ben bu ismi Dersimi bilmeden de duymuştum. Rumelide Anadolunun Garp kıyılarında bir değil, birkaç ‘Sarı Saltık’ yatırı görmüştüm. Hozata Ovacık yolu üstünde bunlardan biri daha yatıyor… Ovacık yolu üstünde, kuru, çıplak, fakat hakim bir tepede oldukça mazbut bir türbe içinde yatırılan bu sembol, ‘Sarı Ismail Sultan’ diye tanıtılıyor. Sarı Ismail, öldüğü vakit dokuz tabuttan baş göstermiş imiş. Demek ki bugün de Rumelide, Malatyada, daha bir kaç kasabadaki mezarların her biri bir başınındır. Biraz ötede Karacaköyünde oturan seyitler; bunun torunlarındanız, derler. Sarı Saltık mezarı, iyi bir sermaye, hiç bakım istemiyen ve çok getiren bir irattır. Dersimde ağız ve göz hastalıkları için mütehassıs hekim Sarı Saltık postneşinidir…”

“Mazkirtin Muhindi nahiyesinde de başka bir toteme rastlanır. Bu bir yıkık duvardır. Baba Mansur Sultan, güya bu duvara binmiş ve onu at gibi yürütmüş. Şimdi bu duvar, bu babaya atfedilen hurafe ile mühim bir ziyaret yeridir. Bu duvar Dersimlinin mihrabıdır. Köyde oturanların bir kısmı Baba Mansur tayfasıdır, bu duvara gelip elini yüzünü sürenden üç beş kuruş dilenirler, bununla geçinirler…”

“Kırmil totemi de bir mezardır: Kara Süleyman Sultan yatar. Fakat bu yalnız bir totem olarak mütalea edilemez… Burayı bekliyen Dersimin en enteresan şahsiyetidir, nefsinde büyük bir aşiretin reisliği ile, Dersimde türeyen Şeyhasanlar kolunun başseyitliğini cemeden Seyit Rızadır. Bu adam Dersimin karanlık vicdanında bir urdur…”

“Rezalethane
Pertek-Hozat yolunun kenarında, bir sırtın üzerindeki Zive köyünün de bir totemi vardır. Bu ‘Sultan Hazır’ın mezarıdır. Burası Imam Hüseyinin bir torununa nisbet edilen toprak yığınıdır. Buraya evladı olmıyan aileler gelirler, günlerce o civarda sürünürler, beklerler. Burası her türlü iğrenç vak’alara sahne olur…”

“Mesela, Karacaköyündeki Seyit Kasım evindeki bir çift pabuca bir mazi uydurmuştur. Güya bu pabuç Sarı Süleyman Sultanın torunlarından Seyit Nesimin imiş. Bu pabuç mucizeler yaratmışmış. Aslının doğru veya yalan olmasının ne hükmü var, bugün Dersimin dört köşesinden sürü sürü insanlar geliyor, pabucu görmek için koyunlar, keçiler, arpalar ve eşekler hediye ediyorlar…”

“Natürizmden, tabiat dininin eserinden bahsetmiştim. Seyit natürizmi de istismarı ihmal etmez. Küçücük kafalı Dersimli, yazın cehennem güneşi altında yanarken; bir memba görünce ona da tapmağa başlar, zavallının bu halini gören bir açıkgöz, başına yeşil bir paçavra sararak koşar:
-Burada eskiden su yokmuş. Dedemin dedesi Seyit filan ölmüş, buraya gömmüşler, onun gömüldüğü yerden su fışkırmış, bu ağaçlar bitmiş, seyidin ruhu kavak şeklinde yükselmiş.. Bir kaya, geceleri yol gösteren ay, koca bir cevizlik görünce cahil Dersimli sakalına sarılır. Boynunu büker, yahut diz çöker ve ona tapar.”[9]

*

[9] no’lu dipnotta sözü edilen paçavra…

***

.

**********

.

KAYNAKLAR:

.

[1] Alevilerin Atatürk döneminde yaşadıklarıyla ilgili paylaşımlarımız;

https://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2016/07/23/cumhuriyet-aleviligi-yasakladi/

https://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2019/12/03/disisleri-bakani-ihsan-sabri-caglayangil-dersimde-aleviler-zehirli-gazla-fare-gibi-zehirlendi/

https://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2013/03/11/ataturk-ve-aleviler/

Ayrıca bakınız;

https://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2017/06/27/ataturk-hz-aliyi-tenkid-etti/

[2] 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı; “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarıyla Bir Takım Ünvanların Men ve ilgasına Dair Kanun”, 13.12.1925 tarih ve 243 sayılı Resmi Gazete’de neşredildi.

[3] Milliyet Gazetesi, 14 Mayıs 1932.

[4] Akşam Gazetesi, 20 Mayıs 1932.

[5] Akşam Gazetesi, 19 Haziran 1932.

[6] Milliyet Gazetesi, 19 Haziran 1933.

[7] Anadolu Gazetesi, 12 Kasım 1935.

[8] Cumhuriyet Gazetesi, 3 Şubat 1937.

[9] Haber Gazetesi, 19 Haziran 1937.

Ayrıca bakınız;

Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, Istanbul 2011, sayfa 30-35.

.

**********

.

Kadir Çandarlıoğlu

https://www.instagram.com/kadir_candarlioglu_gercektarih

https://instagram.com/belgelerlegercektarihcom

.

Paylaşım Şartı:

Paylaşmak istediğiniz bir yazı, görsel vs. varsa, alakalı yazıya gidin ve yukarıdaki adres çubuğunda görülen linki kopyalayıp paylaşmak istediğiniz yere yapıştırın. Yani YALNIZCA LİNK PAYLAŞIMINA MÜSAADE EDİYORUZ. Ayrıca yazının sonunda “facebook” veya “twitter”ın sosyal medya paylaşım butonları var. O butonlara tıklayarak da paylaşılabilir. Başka türlüsüne hiçbir surette rızamız yoktur.

*

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.