Rıfat Börekçi-M. Kemal Çatışması: “Türkçe Hutbe…” Atatürk ve Din-8

Published by

on

Rıfat Börekçi-M. Kemal Çatışması: “Türkçe Hutbe…” Atatürk ve Din-8

*

Bu yazıda “Rıfat Börekçi-M. Kemal çatışması”nın “Türkçe Hutbe” ayağını ele alacağız. Ancak evvela hutbelerin Osmanlı’da nasıl okunduğunu kısaca izah etmeye çalışalım. Bakalım mesele; “Atatürk hutbeleri Türkçeleştirdi de anlayabildik” diye ahkam kesenlerin zannettiği gibi miymiş görelim… Esasen Osmanlı Dönemi’nde “Kürsü Şeyhliği” diye adlandırılan bir müessese vardı.[1] Ilk olarak Eyüp camiine tayin edilen Kürsü Şeyhleri daha sonra başka camilere de tayin olunmuşlardır. Bunların en mühim vazifeleri Prof. Nesimi Yazıcı’nın ifadesiyle: “cuma namazı sırasında hatip tarafından Arapça olarak okunan hutbeyi, namaz bitimindeki vaazları esnasında cemaate ‘izah ve telkin’ etmekti.”[2]

*

[1] no’lu dipnot ile ilgili… Mehmed Emin’in 1919’da Sebilürreşad Dergisi’nde neşredilen “Kürsü Şeyhleri: Selatin Şeyhliği” başlıklı makalesi…

***

Elimizdeki kayıtlara göre hutbelerin Türkçeleştirilmesi meselesi Osmanlı Dönemi’nde ilk olarak mason Ali Suavi tarafından gündeme getirilmiştir. Ali Suavi bu fikrini “Fransa”da çıkardığı “Ulum” gazetesinin 1 Mayıs 1870 tarihli nüshasında kaleme aldığı “Zemane Hutbesi” başlıklı yazısında dile getirir.[3] Hutbe meselesine devam etmeden evvel Ali Suavi hakkında kısa bir parantez açmakta fayda görüyoruz. Zira onun kişiliğinin tanınması “bazı hususların” daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Her ne kadar tarihçi Stanford Shaw; “muhakeme edilip asıldı”[4] dese de, Ali Suavi’nin 20 Mayıs 1878’de Beşinci Murad’ı kaçırıp tahta çıkarmak ve dolayısıyla da Sultan II. Abdülhamid Han’a darbe yapmak üzereyken “Yedi-Sekiz” lakaplı Hasan Paşa tarafından kafasına vurulan sopa darbesiyle öldüğü bilinmektedir.[5]

“Mason” olan Ali Suavi’nin karısı Ingilizdi ve kendisinin de Ingiliz ajanı olduğu yönünde rivayetler vardır.”[6]

Bir rivayete göre de o; “vak’a günü Çırağana hareket ederken Ingiliz olan karısına sarayı, yalıdan kontrol etmesini ve şayet bir baskına uğrayıp saray ve rıhtımın karıştığını görecek olursa bütün evrakı derhal yakmasını söylemiş ve sarayı dürbünle kontrol eden zevcesi de anın (onun) dediği gibi hareket etmiştir.”[7]

Tarihçi Ord. Prof. Enver Ziya Karal’ın yazdıkları da bu rivayetleri kuvvetlendirmektedir. Karal, Ali Suavi’nin Ingiliz yanlısı olduğunu, güzel bir Ingiliz kadınla evlendiğini ve Ingilizlerin Ikinci Abdülhamid Han’a itimat etmedikleri için darbe yapmaya kalkıştığını yazar.[8]

Ali Suavi’yi takdir eden Avukat Abdurrahman Adil beyin kaleme aldığı hal tercümesinde şu bilgiler verilmektedir:

“Çıkarmakta olduğu Muhbir gazetesinde Mısır mes’elesini kurcalıyordu. Gerek bazı vaızları ve gerek Mısır mes’elesi dolayısile yazdığı yazılar tevkifini icap ettirdi; Suavi, Kastamoniye nefyolundu (sürüldü), fakat oradan kaçarak bir Fransız vapuriyle Istanbula geldi; vapur Anadolu kavağında karantine muamelesini yaptırırken bir takrip savuştu; Rumeli sahiline çıktı, karadan Kuriye Doryan (Courrier d’Orient) gazetesi idarehanesine geldi; bu gazetenin sahibi olan Fransız Jan Piyetri’nin delaletile ve Fransız sefarethanesi (elçiliği) vasıtasiyle Avrupaya kaçırıldı; orada Mısırlı Mustafa Fazıl Paşadan yardım gördü, Londrada Muhbir gazetesini ve Pariste ise Ulum gazetesini çıkardı.”

Adil Bey’in devamında verdiği şu kişilik özellikleri “konumuz açısından” son derece dikkat çekicidir:

“Suavi mücadeleci, kendini beğenmiş, nefsine itimadı fazla, ilmine mağrur fikri inkılapçı idi. Çırağan vak’ası memlekette fiili bir inkılap yapmak veyahut muvaffak olduğu takdirde sönmeyen ihtirasını tatmin için bir hareket olmak iktiza eder.”[9]

Şimdi gelelim, “kendini beğenmiş… ilmine mağrur fikri inkılapçısönmeyen ihtirasını tatmin için hareket eden… ingiliz yanlısıdarbeci, mason ve Türkçe hutbe taraftarı” Ali Suavi’den M. Kemal’e…

M. Kemal’in yapmak istediği din inkılapları arasında ilk sırayı “Türkçe Hutbe” işgal etmekteydi. Hatta bu meseleyi henüz Cumhuriyet’i ilan etmeden evvel gündemine alarak Halife Abdülmecid’in biat töreninden sonra Cuma namazı için gidilen Fatih Camii’nde hutbenin Türkçe okunmasını emretmişti.[10] 1923’de Balıkesir’de yaptığı meşhur “hutbe”de ise “tamamen Türkçe olacak” diyerek adeta ultimatom veriyordu:

“Hutbeler hakkında irat edilen sualden anlıyorum ki bugünkü hutbelerin tarzı milletimizin hayatı fikriyesi ve lisaniyle ve ihtiyacatı medeniyesiyle mütenasip görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur.(..) Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve icabatı zamana muvafık olmalıdır ve olacaktır.”[11]

*

“Atatürk ve Din” serimizin bir önceki 7. bölümünde temas ettiğimiz üzere Ingiliz ajanı mason Dr. Abdullah Cevdet‘in Içtihad dergisinde “Timsal-i Emel” müstearıyla neşredilen “Pek Uyanık Bir Uyku” başlıklı yazının 12. maddesinde de hutbelerin Türkçeleştirilmesi gerektiği ifade ediliyordu…

***

M. Kemal’in bu ultimatom vari açıklamasının üzerinden bir sene geçmesine rağmen Diyanet Işleri Reisi Rıfat Börekçi bu yönde bir adım atmadığı gibi, Mayıs 1924’de verdiği bir beyanatta, Arapça hutbeler tanzim ettirmeyi düşündüğünü söyleyerek karşı bir çıkış yapar:

“Riyaset, Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i şerife tercümelerinin lüzumuna kanidir. Bunun için yakında bir hey’et-i mütehassısa teşkil ederek bu mühim işi yapacaktır. Hutbeler hakkındaki kanaatimiz ise, yine hutbelerin Arapça, fakat elhan ve negamat ile değil, nesren okunarak hitamında (bitiminde) cemaate Türkçe tercümesinin söylenmesi yolundadır. Çünkü hutbeler Türkçeleştirilirse, namazlardaki kıraatin de Türkçeleştirilmesi meselesinin ortaya çıkarak hoşnutsuzluk yapması ihtimali vardır. Riyaset bu esasa göre yeniden Arapça hutbeler tanzimi hususunu düşünmektedir.”[12]

*

Diyanet Işleri Reisi Rıfat Börekçi’nin [12] no’lu dipnotta metni verilen beyanatı…

***

Ancak 21 Şubat 1925’de Kangırı Milletvekili Ahmet Talat ve Yusuf Ziya; “Türkçe bir hutbe mecmuası tertip ve neşri ile Türkçe hutbe kıraatinin mecburi tutulması hakkında” TBMM’ne bir takrir vererek Diyanet Işleri Başkanlığı’na baskı yaparlar.[13]

Bunun üzerine Türkçe hutbe meselesi TBMM’de tartışılmış, hutbenin muhtevalarının düzenlenmesi ve dilinin Türkçe olması üzerinde durulmuş ve bunun için örnek bir hutbe kitabının hazırlattırılmasına dair bir kanaat oluşmuştur. Zor durumda kalan Rıfat Börekçi 4 ay sonra, M. Kemal’in istediği gibi “tamamının” değil sadece “mev’iza” yani “vaaz ve nasihat” kısımlarının Türkçe okunmasına karar vermiş ve teşkilata tamim etmiştir.

“Reis Rifat” imzasıyla müftülüklere gönderilen 4 Haziran 1341/1925 tarih ve 3955/642 sayılı tamimde şöyle deniyordu:

“Hutbeden maksat, Cenab-ı Allah’a hamd ü sena, vahdaniyet-i ilahiyyesini ikrar, Hazreti Muhammed Sallallahi aleyhi ve sellem Efendimizin hem Allah’ın kulu hem de Resulü olduğuna şehadet etmek, insanlara Allah’a ve Resulüne itaat etmek lüzumunu hatırlatmak ve hilafına hareketten tahzir etmek, kavaid-i Islamiye ve umur-i mühimmeyi talim ve tebliğ etmek olduğu nazarı dikkate alınarak bu maksadın tamamiyle husule gelmesi için hutbelerin tarzında biraz tadilat yapmak zarureti hasıl olmuş ve bunun için de bervechi ati tarifat dairesinde bir hutbe mecmuası yazılmak karargir olmuştur.

Birinci ve ikinci hutbelerde hamd ü sena, salat u selam yine Arabi olarak ifa edilmekle beraber vasiyyet ve mev’ize kısmında başka bir şey okunmayarak itikadat, ibadat, ahlak, sa’y u amel, iktisat hakkında her hafta bir veyahut müteaddit ayat-ı kerime ve hadis-i sahiha okunduktan sonra bunlar sade ve beliğ bir ifade ile Türkçe’ye tercüme ve izah olunacak; sonra Türkçe güzel ve müfid bir dua yapılacak; daha sonra yalnız ‘Innellahe ye’muru bi’l-adl…’ ayet-i kerimesiyle hutbeye nihayet verilecektir. Bu şekil, hutbedeki maksadın husulüne daha ziyade hadim olacağından tarifat-ı anife dahilinde tertip edilecek hutbelerin nihayet-i Teşrini Evvel ibtidasına kadar Riyasete gönderilmesi ve tertip edilen hutbelerden Heyet-i Müşaverece bittetkik tercih edilecek hutbe için sahibine münasip bir mükafat verileceği tamimen beyan olunur.”[14]

*

Rıfat Börekçi’nin [14] no’lu dipnotta metni verilen tamimi…

***

Ancak aradan 9 ay geçtiği halde meselenin kemalist kadronun beklediği gibi gelişmediği anlaşılmaktadır. 7 Mart 1926 tarihli Ikdam gazetesinde yer alan bir haberde camilerde hala Arapça hutbelerin okunduğundan şikayet edilmekteydi:

“Hutbelerin Türkçe okunması hakkında Diyanet Işleri Riyaseti’nden emr-u te’kid geldiği halde, hatip efendilere tebliğ ve tamim edilmemesi yüzünden memlekette Türkçe Hutbe okunmamasına sebebiyet vermektedir. Şimdiye kadar hiçbir makamdan hutbenin Türkçe okunması lüzumuna dair sarih bir emir vürud etmemiştir. Yalnız Haziran 1341 (1925) tarihli bir tamimde hutbelerde tadilat yapılacak Türkçe bir Hutbe Mecmuası yazılmasının karargir olduğu Riyaset-i müşarün-ileyha’dan bildiriliyor, müftülüklerden de tarifata uygun hutbeler bi’t-tertib merkeze gönderilmesi isteniyordu. Bu tamimin veçhesi başka olduğundan, tebliğe medar olacak bir emr-i resmi suretinde telakki edilemeyeceği vareste-i arz-u beyandır zannederim. Böyle bir emir Istanbul’da tebliğ edilmemiş olmalıdır ki birçok camilerde hala Arapça Hutbe okunmakta olduğunu yazarak Istanbul gazeteleri şikayet etmektedir.”[15]

*

[15] no’lu dipnotta bahsi geçen haber…

***

Bundan iki ay sonra ise 16 Mayıs 1926’da mesele tekrar TBMM’ne taşındı. Zonguldak Milletvekili Tunalı Hilmi, “Hutbeler Türkçe okunacaktı, bu da karardan geçmişti. Şimdiye kadar Diyanet Işleri Reisliği ne için hazırlanmamıştır?” diye sormuş, Çankırı Milletvekili Mustafa Abdülhalik ve Antalya Milletvekili Rasih ise buna cevap olarak “Türkçe Hutbelerin hazırlandığı”nı söylemişlerdi.[16]

*

[16] no’lu dipnot ile ilgili… Tunalı Hilmi’nin “Türkçe Hutbe” meselesini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine taşıdığına dair Meclis zaptı…

***

Nihayet 1925’te hazırlanmasına karar verilen “Türkçe Hutbe” adlı kitap takriben 2 sene sonra 1927’de neşredildi. 1927 Şubat’ında 51 adet hutbenin yer aldığı ve Diyanet’in talimatıyla Ahmed Hamdi Akseki’ye hazırlattırılan bu kitap 2005 senesinde Emine Şeyma Usta isimli bir yazar tarafından hiç alakası olmadığı halde “Atatürk’ün Cuma Hutbeleri” başlığıyla tekrar neşredildi. “Her şeyi Atatürk yaptı” zihniyetinin bir mahsulü olan bu başlık hakkında ABD Clemson Üniversitesi’nden Tarihçi Yrd. Doç. Amit Bein, “oldukça yanıltıcı bir isim” yorumunu yapmaktan kendini alamaz.[17]

Kitabın önsözünde Diyanet Işleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin mevzu ile alakalı ve fakat ilk beyanatından biraz farklı bir görüşü yer alır:

“Buraya kadar vermiş olduğumuz izahattan anlaşılacağı üzere hutbeler de zikrullahı muhtevi bir ibadettir. Bununla beraber hutbeler, ehl-i Islamın, cemaat-i müsliminin intibahına vesile olacak mevaizi de muhtevi bulunacaktır. Hutbede bir mev’iza kısmı bulunacak ve mev’iza kısmında mukteza-yı hale göre halka dünyevi ve uhrevi muhtaç oldukları şeyler teşrih edilecek, ahkam ve adab-ı Islamiyye kendilerine anlatılacaktır. O halde hutbeler hangi lisan ile okunmalıdır ki, erkan ve adabına riayet edilmiş ve bununla beraber meşruiyetindeki hikmet de tecelli eylemiş olsun?

Hutbenin tamamen Arapça okunması, hutbelerdeki mev’izalardan müstefid olmak isteyen ve lisan-ı Arabiye vakıf olmayan müslümanların şu dindarane emeline imkan vermemektedir. Binaenaleyh hem mezahib-i aliye-i Islamiyyeye ve ile’l-yevm müslimin beyninde cari icma-i ameliyyeye muhalefet etmemek, hem de temenni edilen gayeyi elde edebilmek için hutbelerin ‘zikrullah, salatü selam gibi’ erkanı müştemil olan kısmı, lisan-ı dini olan Arabi ile eda edilerek erkan-ı hutbe tamam olduktan sonra mev’iza kısmının memleketimizde Türkçe okunması, daha doğrusu okunan ayat-ı kerime ve ahadis-i şerife mealleri Türkçe izah edilmesi muvafık görülmüş ve fakat her hatip bu yolda hutbe tertibine muktedir olamayacağına binaen, hatiplerimize bir rehber olmak üzere, şerait-i meşruasını cami olarak elli kadar hutbe numunesi tertip olunmuştur.”[18]

Dikkat edilirse M. Kemal Balıkesir’de yaptığı konuşmada, “hutbe demek nasa (halka) hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur” diyerek hutbeyi “ibadetin dışında” gösterdiği halde, Rıfat Börekçi, “hutbeler de zikrullahı muhtevi bir ibadettir” diyerek bu fikri reddetmiştir.

Ancak Rıfat Börekçi’nin 1924’deki beyanatında Arapça Hutbe taraftarı olduğu ve hatta bunun için “Arapça Hutbeler” tanzim etmeyi düşündüğü görülürken, gelen baskılardan sonra vaaz ve nasihat kısmının Türkçeleştirilmesine boyun eğdiği ve bir “ara formül”e razı edildiği anlaşılmaktadır. Bize göre onu ikna eden kişi Ahmed Hamdi Akseki olmuş ve zaten yukarıda da ifade edildiği üzere “Türkçe Hutbe” kitabını da o yazmıştır. Ayrıca CHP Tek Parti dönemi sona erip de Adnan Menderes’in Demokrat partisi iktidara gelince, tekrar Arapça Hutbe okunmasını talep eden bir Müftünün isteğini reddetmekle kalmamış, belgenin üzerine el yazısıyla; “Müftü hakkında lazımgelen şiddetli bir yazı yazılması”na dair not düşmüştü.[19] Akseki’nin tek parti zulmünün geride kalmasından istifade etmemiş olması yukarıdaki kanaatimizi perçinlemektedir.

*

[19] no’lu dipnotta bahsi edilen ve Ahmed Hamdi Akseki’nin el yazısını havi belge…

***

Bize göre Akseki’nin Hutbelerde “Vaaz ve Nasihat” kısmının Türkçe okunması lazım geldiğine dair kanaati önceden de mevcuttu. Ikinci Meşrutiyet döneminde “Sebilürreşad”da ve bu derginin ilk adı olan “Sırat-ı Müstakim”de “Hutbeler” ile ilgili sayısız yazı neşredilmişti. Mesela Halim Sabit ve Alimcan el-Idrisi tarafından kaleme alınan yazılarda “Vaaz ve Nasihat” kısmının Türkçe okunması gerektiği vurgulanıyordu.[20] Işte Ahmed Hamdi Akseki de bu derginin yazı kadrosunda yer almaktaydı. Bunların çoğu Islam’ın modernleştirilmesine taraftardı. Fakat Rıfat Börekçi bu tayfadan değildi.

Öte yandan Akseki’nin mason Muhammed Abduh’un bazı fikirlerinin tesirinde kaldığını Elmalılı Hamdi Yazır’a gönderdiği mektuplardan öğreniyoruz. Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirini yazarken bitirdiği kısımları Aksekili’ye gönderiyor, o da Diyanet’te vazifeli kimselerle bazı düzeltmeler yapıyor ve tavsiyelerde bulunuyordu. Bu suretle karşılıklı mektuplaşmalar senelerce devam etti. Aksekili’nin Elmalılı’ya gönderdiği mektuplarda tefsire müdahale etmeye çalıştığı ve Abduh’un bazı yorumlarına yer verilmesini istediği ve fakat Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu talepleri reddettiği müşahede edilmektedir.

Mesela 1927 yılında yazdığı bir mektupta:
‘…ayet-i kerimesinde Abduh’un çok uzun bir tefsiri vardı. Bunu da görmenizi çok arzu ederdim.’ demektedir.[21]

*

[21] no’lu dipnot ile ilgili mektup…

***

18 Kasım 1934 tarihli mektubunda; “Bendeniz de tamamiyle tevfik (telfik?) taraftarıyım. Hatta biraz daha ileri giderek Cebriye ve Mu’tezile ile de tevfik etmek isterim. Bu hususta Şeyh Bahit’in kitabından pek çok istifade ettim”[22], 7 Nisan 1936 tarihli mektubunda ise; “Belki sizin de vardır, yoksa bir kere de buna bakarsanız diye Abduh merhumun ‘Amme’ cüzünü gönderiyorum”[23] dediği görülmektedir. Akseki 4 Ocak 1937 tarihli mektubunda baskının dozunu iyice artırarak; “bir kerede verilen üç talakın tek talak kabul edilip boşanma sebebi sayılmaması” şeklinde bir ifadeyle bu sorunun Hanefi mezhebine mugayir olarak Ibn Teymiye ve Ibn Kayyım’ın görüşlerine göre tefsirde halledilmesini istemekte, ayrıca Mustafa Sabri Efendi ile Zahid el-Kevseri merhumları tenkid etmektedir.[24]

Akseki’nin yaptığı baskıya gücenen Elmalılı Hamdi Yazır ancak aylar sonra, Temmuz 1937’de gönderildiği anlaşılan mektubunda şöyle der:

“Tefsire başlarken evvela bir program yapılmıştı, ona hey’etinizden bilhassa şu fıkralar derc edilmişti: Furu’da Hanefi Mezhebi, usulde Ehl-i Sünnet Mezhebi esas ittihaz edilecek, nasih-mensuh gösterilecek. Buna nazaran, benim o meselede mezahib-i erba’aya (dört mezhebe) muhalif olan Ibn Kayyım kavlinden kanaatim dairesinde kısaca olsun bahsetmeme itiraz edebilirdiniz. Halbuki zat-ı aliniz o programın hilafına olarak bana şu suali soruyordunuz: ‘Hala mezheb-i Hanefi’ye mi tabi olacağız?’ Ben buna ne diyebilirdim?”[25]

*

[22] no’lu dipnot ile ilgili…

***

*

[23] no’lu dipnot ile ilgili mektup…

***

*

[24] no’lu dipnot ile ilgili mektup…

***

*

[25] no’lu dipnot ile ilgili mektup…

***

Ahmed Hamdi Akseki’nin Muhammed Abduh’un görüşlerini teyit edip tefsirini methedici ifadeler kullanması, umumi manada da Hanefi mezhebine aykırı görüşlere, daha doğru bir ifadeyle Islam’ın yenilikçi modern yorumlarına meyletmesi, onun hem Elmalılı Hamdi Yazır ve hem de Rıfat Börekçi’den farklı bir din anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Türkçe Hutbe meselesinde Rıfat Börekçi’den ziyade onun verdiği kararın belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Akseki ta talebeliğinde Abduh’un en yakın takipçilerinden olan Reşid Rıza’nın, “Muhaveratü’l-Muslih ve’l-Mukallid” isimli eserini; “Mezahibin Telfiki ve Islam’ın Bir Noktaya Cem‘i” adıyla tercüme etmişti.[26]

Halbuki “Mezheblerin kolay taraflarını araştırarak toplamak suretiyle hareket etmek” demek olan “telfik”in muteber olmadığı hususunda icma vardır.[27] Nitekim Reşid Rıza’nın, “Muhaveratü’l-Muslih ve’l-Mukallid” isimli eseri Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yasaklanmıştı.[28]

Bununla beraber, kemalist rejimin dinsizlik siyasetine karşı imanlı nesiller yetiştirilmesi hususunda azami gayret sarfettiğini de inkar edemeyiz. CHP Tek Parti döneminin sıkıntılı senelerinde yazılmış olan az sayıdaki dini eserlerin neredeyse tamamında onun imzası bulunmaktadır. Allah Teala taksiratını affetsin. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, bu alanda vukufiyet sahibi ve sözüne itimat ettiğim -ismini veremeyeceğim- bir Profesör büyüğümüzün bendenize söylediğine göre Ahmed Hamdi Akseki bu görüşünden dönmüştür. Yine de herkesin bu bilgiyi kabul edip etmemek hususunda hür olduğunu eklemeliyim.

Diyanet Işleri Başkanlığı’nın razı olduğu bu “ara formül”e rağmen Sadettin Kaynak, M. Kemal’in Diyanet’e sormadan verdiği bir talimatla 5 Şubat 1932 günü Süleymaniye Camii’nde hutbenin “tamamını” Türkçe okur ve bu haber gazetelere manşet olur.[29]

*

[29] no’lu dipnotta sözü edilen haber… Sadettin Kaynak’ın başı açık ve smokin üstünde paltosu olduğu halde Süleymaniye minberinde iken çekilmiş bir resmi…

***

Fakat Diyanet’in onaylamadığı bu uygulama devam etmez ve dolayısıyla Rıfat Börekçi-M. Kemal çatışmasının “Türkçe Hutbe” ayağında her iki tarafın taviz verdiği görülse de Rıfat hocanın direnişi ve dirayeti sayesinde tamamının Türkçeleştirilememesi ona artı puan kazandırır.

.

**********

.

KAYNAKLAR:

.

[1] Mehmed Emin, “Kürsü Şeyhleri: Selatin Şeyhliği”, Sebilürreşad Dergisi, cild 17, sayı 427-428, Haziran 1335, sayfa 88-89.

[2] Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyet’e Hutbelerimiz Üzerine Bazı Düşünceler”, Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Özel Sayı, 1999, sayfa 213.

[3] Ali Suavi, “Zemane Hutbesi”, Ulum Gazetesi, 29 Muharrem 1287/1 Mayıs 1870.

[4] Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, History Of The Ottoman Empire And Modern Turkey, Volume 2, Cambridge University Press, 1977, sayfa 189. Şu ifade: “Ali Suavi was tried and hanged.”

Bu yanlışa söz konusu eserin Türkçe tercümesinde -en azından bir dipnot ile olsun- işaret edilmemiş olması bizi hayrette bıraktı doğrusu. Bakınız;

Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı Imparatorluğu ve Modern Türkiye, cild 2, (Tercüme eden: Mehmet Harmancı), E Yayınları, 3. Baskı, Istanbul 2010, sayfa 436.

[5] Ali Suavi vakasından üç gün sonra Beşiktaş inzibatına memur Çorumlu Yedi-Sekiz Hasan paşanın hadiseye dair Padişaha takdim ettiği 21 Cemaziyyelevvel tarihli raporundan nakleden; Ismail Hakkı Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten Dergisi, cild 8, sayı 29, Türk Tarih Kurumu, Ocak 1944, sayfa 111-112.

[6] Sina Akşin ve diğerleri, Türkiye Tarihi 3 / Osmanlı Devleti 1600-1908, Cem Yayınevi, Istanbul 1988, sayfa 165.

[7] Ismail Hakkı Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten Dergisi, cild 8, sayı 29, Türk Tarih Kurumu, Ocak 1944, sayfa 92, dipnot 1.

[8] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, cild 8, Türk Tarih Kurumu, 6. Baskı, Ankara 2007, sayfa 500. (1. Baskı: 1962) Bu ingiliz kadının Ali Suavi’nin ölümünden sonra bir ermeni ile evlenerek Paris’te yaşamaya başlamış olması da üzerinde düşünülmesi lazım gelen bir başka ilginç noktadır. Bakınız; Avukat Abdurrahman Adil, Hadisat-ı Hukukiyye Mecmuası, cüz 12, sayfa 168’den nakleden: Ismail Hakkı Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten Dergisi, cild 8, sayı 29, Türk Tarih Kurumu, Ocak 1944, sayfa 76, dipnot 2.

[9] Avukat Abdurrahman Adil, Hadisat-ı Hukukiyye Mecmuası, cild 1, cüz 11, sayfa 143-147’den nakleden: Ismail Hakkı Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten Dergisi, cild 8, sayı 29, Türk Tarih Kurumu, Ocak 1944, sayfa 75, dipnot 1.

[10] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 14, (1922-1923), Kaynak Yayınları, 2. Baskı, Istanbul 2007, sayfa 156. Ali Fuad Paşa’nın anlattığına göre, 19 Kasım 1922’de halife seçilen Abdülmecit Efendi’nin 24 Kasım 1922 günü Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Şerif Dairesi’nde gerçekleştirilen biat töreninden sonra Cuma namazı için gidilen Fatih Camii’nde, Müfid Efendi tarafından ilk defa olarak hutbenin tamamı Türkçe okunmuştu. Bakınız; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, cild 1, Temel Yayınları, Istanbul 2002, sayfa 177-179. 7 Ocak 1923 günü de Halife’nin arzusu üzerine ikinci hutbe Türkçe okunmuştur. Bakınız; Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 14, (1922-1923), Kaynak Yayınları, 2. Baskı, Istanbul 2007, sayfa 219.

[11] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 15, (1923), Kaynak Yayınları, Istanbul 2005, sayfa 118.

[12] Diyanet Işleri Reisi’nin Beyanatı, Ileri Gazetesi, 13 Mayıs 1924.

[13] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cild 14, Içtima 61, 21 Şubat 1925, sayfa 220.

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Kılıç, “Cumhuriyetin Ilk Yıllarında Devlet ile Vatandaş Arasında Bir Iletişim Aracı Olarak Hutbeler” (Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt 17, Sayı 35, Yıl 2017, sayfa 142) başlıklı makalesinde “22 Şubat 1925” tarihini, Prof. Dr. Gotthard Jaescke ise “Yeni Türkiye’de Islamlık” (Bilgi Yayınevi, Ankara 1972, sayfa 44) adlı eserinde “23 Şubat 1925” tarihini verir, ki ikisi de hatalıdır. Doğrusu, yukarıda da yazdığımız üzere “21 Şubat 1925″tir.

[14] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 051.0.0.0/2.6.1.

[15] Ikdam Gazetesi, 7 Mart 1926.

[16] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cild 25, Içtima 100, 16 Mayıs 1926, sayfa 171.

[17] Amit Bein, Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti, (Tercüme eden: Bülent Üçpunar), Kitap Yayınevi, Istanbul 2013, sayfa 173, dipnot 50.

Ayrıca Emine Şeyma Usta yine yanlış olarak hutbe kitabının Rıfat Börekçi tarafından yazıldığını belirtir. Halbuki kitabı Ahmed Hamdi Akseki kaleme almıştır. Bakınız; Ismail Kara, Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, Dergah Yayınları, 10. Baskı, Istanbul 2019, sayfa 36. Ayrıca bakınız; Ismail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak Islam, cild 1, Dergah Yayınları, 6. Baskı, Istanbul 2014, sayfa 70. Başka bir kaynak: Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyet’e Hutbelerimiz Üzerine Bazı Düşünceler”, Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Özel Sayı, 1999, sayfa 215.

[18] Ahmet Hamdi Akseki, Yeni Hutbelerim, cild 1, Cumhuriyet Matbaası, Istanbul 1936, sayfa 5.

[19] 7.10.1950 tarih ve 337 sayılı karardan nakleden; Hicret K. Toprak, Mihrap Minber ve Devlet – Tek Parti Döneminde Diyanet Işleri Başkanlığı, Küre Yayınları, Istanbul 2019, sayfa 144.

[20] Bu konuyla ilgili tartışmalar için bakınız; Recai Doğan, “Cumhuriyet Öncesi Dönemde Yaygın Din Eğitimi Açısından Hutbeler”, Dini Araştırmalar Dergisi, cild 1, sayı 2, yıl 1998, sayfa 515-526.

[21] Necmi Atik, Son Müfessir Elmalılı’nın Mektuplaşmaları, Mahya Yayıncılık, Istanbul 2021, sayfa 39.

[22] Necmi Atik, Son Müfessir Elmalılı’nın Mektuplaşmaları, Mahya Yayıncılık, Istanbul 2021, sayfa 54

[23] Necmi Atik, Son Müfessir Elmalılı’nın Mektuplaşmaları, Mahya Yayıncılık, Istanbul 2021, sayfa 62

[24] Necmi Atik, Son Müfessir Elmalılı’nın Mektuplaşmaları, Mahya Yayıncılık, Istanbul 2021, sayfa 66-69.

[25] Necmi Atik, Son Müfessir Elmalılı’nın Mektuplaşmaları, Mahya Yayıncılık, Istanbul 2021, sayfa 76.

[26] Süleyman Hayri Bolay, “Akseki, Ahmet Hamdi,” TDV Islam Ansiklopedisi, Türk Diyanet Vakfı, Istanbul 1989, cild 2, sayfa 293–294.

[27] Ekrem Buğra Ekinci, Islam Hukuku, Arı Sanat Yayınevi, Istanbul 2006, sayfa 195-197.

[28] Kemal H. Karpat, Islam’ın Siyasallaşması, Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 4. Baskı, Istanbul 2010, sayfa 440.

[29] Milliyet Gazetesi, 6 Şubat 1932.

.

**********

.

Kadir Çandarlıoğlu

https://www.instagram.com/kadir_candarlioglu_gercektarih

https://instagram.com/belgelerlegercektarihcom

.

Paylaşım Şartı:

Paylaşmak istediğiniz bir yazı, görsel vs. varsa, alakalı yazıya gidin ve yukarıdaki adres çubuğunda görülen linki kopyalayıp paylaşmak istediğiniz yere yapıştırın. Yani YALNIZCA LİNK PAYLAŞIMINA MÜSAADE EDİYORUZ. Ayrıca yazının sonunda “facebook” veya “twitter”ın sosyal medya paylaşım butonları var. O butonlara tıklayarak da paylaşılabilir. Başka türlüsüne hiçbir surette rızamız yoktur.

*

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.