Atatürk’e verilen idam fetvasından dolayı Sultan Vahidettin’e hain denilemez – Dürrizâde Fetvası Ingiliz baskısıyla verilmiştir
Sultan Vahdettin’i (rahmetullahi aleyh) -haşa- “hain” ilan edenlere cevap… Yazıyı 4 bölüm halinde yayınlıyoruz.
Atatürk’e verilen idam fetvasından dolayı Sultan Vahidettin’e hain denilemez – Dürrizâde Fetvası Ingiliz baskısıyla verilmiştir – 1
Temelinde şeriat olan Osmanlı’da dine uygun mudur diye Şeyhülislâm’ın görüşü alınır, yani fetvası istenirdi… Şeyhülislâm’ın bir fetvası Padişah’ı dahi tahtan indirebilirdi. Anadolu’da Milli Mücadele’ye katılanların önde gelen isimlerini idam edebilmek için Şeyhülislâm fevasına ihtiyaç vardı.
Bu konuda o tarihlerde İstanbul’da Sebilürreşad Mecmuası’nı çıkartan Eşref Edip Bey;
“…Şeyhülislâm, Haydarızâde İbrahim Efendi idi. Anadolu’daki harekata taraftar idi. İngilizler, Hükümeti tazyik ederek (baskı yaparak) fetva istiyorlardı. Şeyhülislâm bu fetvayı vermeyerek görevinden ayrıldı. Yerine Dürrizâde Abdullah Efendi geçti. (…) Şeyhülislâm, istenen bu fetvaları, işgal kuvvetlerinin haddi aşmış zulüm ve baskıları altında verdi” diyordu.[1] Zira maksat, Istanbul hükümetini ve Padişahı Milli Mücadele’ye karşıymış gibi göstermek ve halkın gözünden düşürmektir. Şayet ingilizler M. Kemal’i öldürmek isteselerdi, ordularını Ankara’ya gönderirler ve iç isyanları bile bastırmakta zorlandığı için cephedeki Çerkes Ethem’i yardıma çağıran M. Kemal’i kolaylıkla öldürebilirlerdi.
Dürrizâde Fetvası ve ikinci bir fetvaya göre idam edilmeleri şart ve uygun olanlar şunlardır:
“M. Kemal Paşa, Ali Fuat Cebesoy, Kara Vasıf, doktor Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar, İsmet İnönü, Bekir Sami Bey, İsmail Fazıl Paşa, Celalettin Arif Bey, Hamdullah Suphi Bey, Rıza Nur Bey, Yusuf Kemal Tengirşek, Cami Baykut, Ankara müftüsü Rıfat Börekçi…”
Neticede Kuva-yı Milliye’nin devlete ve Padişah’a asi olduğuna dair Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi Fetva verdi. Ve “Fetva-yı Şerife” adıyla 11 Nisan 1920 tarihinde Devlet’in resmi organı olan Takvim-i Vekayi ile o tarihlerde İstanbul’da çıkan Peyam-ı Sabah gazetelerinde yayınlandı.[2]
Sultan Vahidettin’i “hain” ilan edenler, bu fetvayı gerekçe gösteriyorlar, oysa bu fevtanın İngilizlerin baskısı ve zorlamasıyla verilmiş olduğunu ileri sürenlerin sayısı bir hayli fazla.[3]
Tamamı beş fetvadan oluşan Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi’nin Fetva-yı Şerife’si bugünkü dille şöyledir:
“Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu Tanrı’nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri’nin veliliği altında bulunan İslam memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve kendilerine elebaşılar seçerek Padişah’ın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla aldatmakta, yoldan çıkartmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, şeriata uymayan ve yüksek emirlere aykırı bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sadık tebaasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah tarafından atanmış bazı dini, askeri ve sivil memurları istedikleri gibi memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.
Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Halifenin yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilafet katına ihanet etmektedirler. Ayrıca Padişah’a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve asayişini bozmak için düzme yayımlar ve yalan söylentiler yayarak halkı azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hala kötülüklerine inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek ve kulları fenalıklardan kurtarmak dince yapılması gerekli olup, Allah’ın “öldürünüz” emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır” Beyan buyrula?
Cevap: Allah bilir ki olur.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmet Vâhdettin Han Hazretlerinin etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir ki gerekir.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir, ederler,
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi, asilerin öldürdükleri şehit sayılırlar mı? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Padişah’ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat etmeyen müslümanlar, günahkar ve suçlu sayılıp şeriât yargılarına göre cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, ederler.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah”.[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Eşref Edip, Sebilürreşad, C.10, Sayı: 238, sayfa 202.
[2] Takvim-i Vekayi, 11 Nisan 1336/1920, No: 3824; Peyam-ı Sabah, 11 Nisan 1336/1920, No: 493. Ayrıca bkz., ATASE Arş., Kl: 525, D:129, Fh: 1-1.
[3] Hayrettin Abidin, Tarihte Ankara İstiklal Harbi ve Bursa Hatıratı, Suhulet Kütüphanesi, Ankara, 1934, s. 43; Yunus Nadi, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı ve İsyanlar, İstanbul, 1955, s. 239; Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul, 1978, s. 239; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1983, s. 162; Tevfik Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu’da, Ankara, 1955, sayfa 57.
[4] Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İzmir, 1987, C.I, sayfa 369-370. Ayrıca sadeleştirilmemiş şekli için bkz., Ek: I.
********************
********************
********************
Atatürk’e verilen idam fetvasından dolayı Sultan Vahidettin’e hain denilemez – Dürrizâde Fetvası Ingiliz baskısıyla verilmiştir – 2
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci ve son mareşali, ilk Milli Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk Genelkurmay Başkanı olan ve Istanbul’un işgalinden (16 Mart 1920) sonra Ankara’ya kaçan[1] ve 27 Nisan 1920 günü TBMM’de bir konuşma yapan Fevzi (Çakmak) Paşa da Dürrizâde Fetvası hakkında Ingiliz baskısını doğrulayarak şunları söylemektedir:
“Ancak tâbii malumatınız var, bu kabinenin (Damat Ferit Paşa Hükümeti) teşekkülü ile beraber temasa geldiğim gerek o kabine erkanından olan zevattan, gerekse Harbiye Nezaretinde bulunan bazı arkadaşlardan aldığım malumata nazaran o kabineye tazyik icra ettiler (baskı uyguladılar). Fetvayı veriniz diye. Nihayet o fetvayı aldılar. Malumunuz vechile o fetva Ingiliz süngüsü ile alınmış, Islamı sinesinde birbirine düşürmek için ilk defa yazılmış acı bir vesikadır. Milletin hissi hakikat beyni (milletin gerçeği kavrayan hissi), ümit ederim ki, bundaki feceati görecek ve bunun ehemmiyeti sıfıra inecektir (Meclis’te Milletvekillerinin `Şüphesiz´ Sedaları).”[2]
Fevzi Çakmak’ın bu açıklamaları ve verilen diğer bilgiler fetvanın Ingiliz baskısıyla alındığı yönündedir. Bu arada Damat Ferit de fetvanın Ingiliz istek ve baskısıyla hazırlandığını belirtmektedir.[3]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Fevzi Paşa’nın Ankara’ya kaçışı ile ilgili bilgi için bkz., Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan neşriyatı, Istanbul, 1955, sayfa 367-372.
[2] TBMM Zabıt Ceridesi, C.I, sayfa 92. (Meclis tutanakları)
[3] Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşıyla Ilgili Ingiliz Belgeleri, 2. Baskı, Ankara, 1956, sayfa 153.
********************
********************
********************
Atatürk’e verilen idam fetvasından dolayı Sultan Vahidettin’e hain denilemez – Dürrizâde Fetvası Ingiliz baskısıyla verilmiştir – 3
Birinci ve ikinci bölümde yaptığımız açıklamalardan başka şu üç delil de Ingiliz baskısını doğrular mahiyettedir:
1 – Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne Ingiliz baskısıyla yazdırılan bu fetva, yine Ingiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya dağıtılmıştır.
2 – Bu konuda önemli bir delil de M. Kemal Paşa’nın kurdurttuğu Anadolu Ajansı’nın yayınladığı haberdir. Kazım Karabekir Paşa’nın belgelediği bu haber şöyledir:
“Ingilizlerin Istanbul’da ve emirleri altında bulunan hükümet (`hükümet´ diyor, Sultan Vahidettin değil) marifetiyle teşkilatı milliye aleyhine bazı fetvalar çıkartmak üzere istimal-i cebir ettikleri (zor kullandıkları) istihbar olunuyor (haber alınıyor). Işgali vuku bulan Millet Meclisi bir takım tevkifat ile mefluç bir hale getirilmeden Zat-ı Şahane’nin (Padişah’ın) ve Millet Meclisi’nin müzahiri itimad olan bir heyet-i vukela iş başında iken böyle fetvalar elde etmeye muvaffak olamayan Ingilizlerin işgal ile Zât-ı Şahane’yi (Padişah’ı) esir ve Salih Paşa kabinesinin cebren iskat ettikleri (zorla susmaya mecbur bırakma) ve Millet Meclisi’ni keenlemyeküm (yok) hükmüne koyup ve Ferit Paşa gibi sırf kendilerinin emrine tabi bir adamı sedarete çıkardıktan sonra efkar-ı umumiye’yi (kamuoyunu) iğfal maksadıyla bu gibi teşebbüslerde bulunmaları ve sırasıyla bir takım fetva ısdar etmeleri (yayınlatmaları) ihtimalden baidi (uzak) görülmez”.[1]
3 – Amerikan gizli belgeleri, yayınlanan fetvanın Itilaf devletlerince dikte ettirildiği ve akıllıca olmadığını belirtiyor.[2]
Görüldüğü üzere, fetvanın Ingiliz baskısıyla Şeyhülislâm’dan alındığı aşikardır. Başka aşikar olan bir husus da, Ingilizlerin destek ve baskısıyla dördüncü defa Sadrazamlık koltuğuna oturan Damat Ferit Paşa’nın[3] birinci derecede rol oynadığıdır.
Ayrıca son zamanlarda akademisyenlerce yazılan kitaplarda da fetva konusunda Damat Ferit Paşa suçlanırken, Sultan Vahideddin’in bu fetva ile ilişkisi bulunduğuna dair ifadelere yer verilmemektedir.
Mesela Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Açık Öğretim Fakültesi için hazırlanan, Atatürk Ilkeleri ve Inkılap Tarihi I, adlı eserinde (sayfa 87), **sadece** Damat Ferit Paşa’yı suçlamaktadır.
Aynı şekilde Prof. Dr. Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, (C.I, Izmir, 1987) adlı kitabında (sayfa 195-196) **sadece** Damat Ferit Paşa’yı suçlamaktadır. Tüm arşivlerin açılmasından sonra muhtemelen Damat Ferit Paşa’yı da suçlamaktan vazgeçeceklerdir herhalde. Bekleyip göreceğiz.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Kazım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Istanbul, 1988, sayfa 595.
[2] Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Istanbul, 1978, sayfa 88.
Ikinci dipnota kadar olan kısmı (biz kısalttık) aktaran: Mehmet Kafkas, Milli Mücadele’de Öncüler I, Nil Yayınları, Izmir, 1991, sayfa 163-164.
[3] Mehmet Kafkas, Milli Mücadele’de Öncüler I, Nil Yayınları, Izmir, 1991, sayfa 157-159.
********************
********************
********************
Atatürk’e verilen idam fetvasından dolayı Sultan Vahidettin’e hain denilemez – Dürrizâde Fetvası Ingiliz baskısıyla verilmiştir – 4
M. Kemal Atatürk ve avenesine verilen idam fermanından dolayı Sultan Vahideddin’e hain diyenler, M. Kemal ve Fevzi Çakmak’ın padişahı savunduklarını biliyorlar mı? Bu fetvayı verenler kınanamazlar, çünkü Ingilizler, fetvayı alana kadar müslüman halka zulmediyordu.
Şimdi, M. Kemal Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın mecliste padişahı nasıl savunduklarını göreceksiniz.
*
**M. Kemal Atatürk’ün Sultan Vahidettin’i savunması**
M. Kemal, 24 Nisan 1920 tarihli gizli oturumda Meclis kürsüsünde Sultan Vahidettin’i savunuyor ve özetle şöyle bir konuşma irad ediyor:
“Bu fetva Padişah’ımıza iftiradır, kendi ağzıyla bana bu fetvayı okusa dahi bunun ona baskı ve zorla söylettirildiğine inanırım… Fevzi Çakmak’ın aramıza katılmadan önce Milli Mücadele aleyhindeki emirleri de Ingiliz süngüsü altında yazılmıştır ve biz de Istanbul’da bulunmuş olsak, başka türlü davranamazdık.”
Son paragrafın Türkçe sadeleştirilmiş şeklini hemen orijinal metnin altına ekliyoruz.
“Efendimiz Hazretleri (Padişah) edayi salât (Namaz) için Camiye gittikleri zaman kendilerini muhafaza eden kıtaatı askeriye İslâm askeri değildir. İngiliz askeridir. Bu şeraiti elimeye duçar olmuş olan Padişahımızla hususî temas dahi mümkün olamaz. Sureti umumiyede bir şey arzedeyim:
Farzedelim ki resmî ve hususî her türlü temas mümkündür. Ne anlamak istiyoruz? Bu temastan millet; istiklâlini, tamamiyeti mülikiyesini Makamı Hilâfet ve Saltanatın müstakil ve masun olmasını vicdanî bir emel telâkki etmiştir. Bunun için burada çalışıyoruz ve çalışacağız. Halifei müsliminin bundan başka bir şey düşünmesine imkân tasavvur ediyor musunuz? Ben şahsan hiç bir şey düşünmem. Zati Şahanenin (Padişah’ın) ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik (zorlama ve baskı) altında olduğuna hükmederim. (…)
Daha dün okuduğumuz sâniadan (iftiradan) ibaret olan fetva cümlenizin malûmudur. Hürriyetine, serbestisine malik olan böyle bir Halife verdirir mi? Cümlenin malûmu olan Hükümetin evamiri muhtacı tefsirdir.
Son paragraf:
Bu kabineden evvel Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri namus ve haysiyet ve şerefi itibarile kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın tahtı tasdikında olduğu üzere şüphe ve tereddüt edilmiyecek evsafı güzideye maliktir. Bir emirde İngilizlere hürmet edeceksiniz, İngilizlerin emrini dinliyeceksiniz, böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız, bu tarzı hareketi hamiyeti vataniyenizden rica ederim diyor ve bazı zaif muhakemeli insanlar ihtimal ki vaziyet başka türlüdür, bu kadar muhterem bir arkadaş böyle desin. Fakat biz böyle bir teeniye lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. Kaçırdığı yaveri Salih Bey buraya geldi ve aman dedi. Harbiye Nazırı süngü altında dır ve zorla imlâ ve imza ettiriyorlar, o emre ehemmiyet vermemesi lüzumunu bildirmek için beni gönderdi dedi ve bu gün o zati şerif tahlisi giriban ediyor, Geyvede bulunuyor. Bir saat evvel kendisile kezalik Dahiliye Nazırı Hazim Bey ayni tebliği ediyor. Rüesayı memurini mülkiyeye rica ediyor. Bütün hissiyatı vataniyesine müracaat ederek aman ingilizlere bir şey yapmayınız diyor. Beyefendiler; şimdi İstanbul muhitine nasıl emniyet edeceğiz ve Istanbulun o tazyiki elimi muvacehesinde biz dahi olsak insanız, bizim karşımıza gelen sözün düşmanlarımız tarafından işidilmiyecek ve işidildiği takdirde duçarı mehalik olmıyacağımıza emniyet ederek nasıl söyliyebiliriz?[1]
***
Son paragrafın sadeleştirilmiş hali:
Savaş Bakanı Fevzi Paşa namus, şeref ve haysiyetinden şüphe etmeyeceğimiz bir arkadaşımızdır. Bize gönderdiği bir emirde “İngilizlere saygı göstereceksiniz, emirlerini dinleyeceksiniz, böyle hareket etmezseniz mahvolacağız” diyordu. Bazı zayıf düşünceli kişiler muhtemelen tereddüde düşüyorlardı. Fakat biz bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. Yaveriyle haber gönderdi, “Aman, Fevzi Paşa süngü altında, o emre önem vermeyin” diye. İstanbul’un acı baskısı altında biz dahi olsak, insanız, işitildiği takdirde mahvımıza sebep olacak bir sözü nasıl söyleyebiliriz?”
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
[1] no’lu dipnot ile ilgili… M. Kemal Atatürk’ün Sultan Vahidettin’i Meclis kürsüsünden, özetle, “biz dahi olsak o baskıya dayanamazdık” şeklinde savunduğunu gösteren meclis tutanağı
***
**Mareşal Fevzi Çakmak’ın Sultan Vahidettin’i savunması**
FEVZİ Pş. — Evvelemirde İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenabıhakka hamd ve şükürler ederim (Alkışlar) ve beni lütfen karşılayan arkadaşlarıma amik şükranımı takdim ederim.
Efendiler, gerek padişahımız hazretleri ve gerek bendeniz 500 senelik baki payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz. Üç gün evvel İstanbul’un işgal edileceği haberi alındı. bunda bilhassa İslam kanı dökmek ve bilhassa dökülen İslam kanlarıyla yine İslamları mahkum etmek cihet hainanesi düşmanlarımızca düşünülmüştü. Bunun için gereken emir ve tebligat yapıldı ve ben bizzat harbıye nezaretinde gece gündüz mevcut bulundum. o gece ingilizler otomobillerle İstanbul, üsküdar, beyoğlu muhitine bahriye efradı çıkararak lazım gelen noktaları tuttular ve sırf fesat başlangıcı olmak üzere şehzadebaşı’ndaki 10. Kafkas Fırkası Karargahında bulunan karargah efradı üzerine hücum ederek mızıkacı erleri şehit ettiler.(kahrolsunlar sadaları) Mızıkacı erleri meydana çıkararak birer birer öldürdüler. bir kısmı pencereden aşağı atıldı, bir kısmı yataklarında öldürüldü, bunların resimlerini fransızlar çıkarıp Avrupa’ya gönderdiler.(Allah rahmet eylesin sadaları) Ancak evvelce verilen talimat ve daha sonra yapılan yayınlar sayesinde erler silahlı olarak sokaklarda bulunmadı. Kışlalara çekildi. hiçbir tarafta kimsenin burnu kanamaksızın ingilizlerin fesatçı maksatla hazırladıkları tertip ve teşebbüsleri tanrıya şükürler olsun yalnız beş on neferin şehadetiyle neticelendi. O sırada İngilizler harbiye nezaretini işgal ederek benim nezaret odasına kadar süngülü neferlerini soktular. Lazım gelen emirleri vermekliğimi tebliğ ettiler. Zaten evvelce emir verildiği için ben kendilerini sükutla karşıladım. Ancak göğüsüne düşman süngüleri dayanmış bir harbiye nazırı istanbul’un artık hür ve hilafet makamı meziyetini görmüş bir harbiye nazırı sıfatıyla pek üzgün bulunuyordum. Derakab sadrazam’a malumat verdim. Kabinenin toplanmasını emretti. O sırada 400’den fazla iki sıraya dizilmiş süngülü İngiliz eratı arasından geçerek kapılara birikmiş ermeni ve rum ahalinin hakaretli nazarları arasında( kahrolsunlar sadaları ) geçerek sükûnetle babıâli’ye gittim. Hükümet lazım gelen protestoyu herhalde milletin şerefine lâyık bir surette yazmakta kusur etmedi ve o sırada gerek milli meclis’e karşı yapılmakta olan ve gerekse meclisi milliye karşı yapılmış ahvali, gerek askerlerimizin uyurken öldürülmesini protesto etti. Bilhassa harbiye nezaretine karşı yapılmış tecavüzü protesto etti.
Ancak İngilizlerin maksadı etrafı korkutmak için nezaret makamında bulunmuş bir takım zevatı ellerine kelepçe vurarak yalın ayak, başı kabak, yük otomobillerine atarak hareketle şuradan buradan toplattıklarını haber aldım. Sebebi sorulduğunda hiçbir cevap alamadım. Mesele münevverlere karşı büyük bir tehdit savurmak ve İstanbul’da hakimi münferit kesilmek istedikleri anlaşılıyordu.
Cuma selamlığına gittiğim sırada zâtışâhane’nin selamlığa çıkıp çıkmamasını ingilizlere sormağa mecbur olduk. çünkü efendiler silahlı bir neferin dışarı çıkmasına müsade etmiyorlardı. Halbuki zatışahane ve makamı hilafet şimdiye kadar tabii kuvveti cismaniye göstererek silahlı bir askeri kıta arasından adet olduğu üzere camii şerife teşrif buyurmaları lazım geldiğinden biz buna şüphesiz cesaret edemedik. Böyle bir vaziyette ingilizlerin gelip silahları toplaması suretiyle hilafet makamını büsbütün hakir mevkiye düşürmesini istemedik. Böyle bir vaziyette taviz vermeye mecbur olduk, asker göndermeye yalnız denizcilerden 50 kişilik bir müfreze gitti. Daha sonra İngilizler müsaade istediler, sırf maiyeti seniyede bulunan biraz asker geldi. Onlarından arasından zatışahane çok üzgün olarak geçerek camii şerife teşrif buyurdular.
İsmail Fazıl Paşa* – Hangi camiye paşam?
Fevzi Paşa – (devamla) Yıldız’da Hamidiye Camiine efendim. Namazdan evvel beni kabul ettiler, fevkalade müteheyyiş bulunuyorlardı. Buyurdular ki ben böyle azabı elim içinde camiye gitmek istemiyordum. Fakat vazifei diniyedir. Vazifeyi diniyeyi geri bırakmayı münasip görmedim. Cenabı hakka karşı bir ibadettir, ancak elli senelik mesainin gerek benim ve gerekse sizin kabinenin üzerine yıkıldığını görmekle fevkalade üzgünüm. Enkazın altında ezildik, diyerek teessüf buyurdular. Ayağa kalktılar, birkaç defa büyük üzüntü ile bendenize hitap ettiler. Teselli verecek hiçbir şey yoktu. Birkaç defa ingilizler harp gemilerinin toplarını çevirmişler, güya uzaktan atılamazmış gibi köprüye kadar sokularak zırhlıların bir kısmıyla her türlü tehditleri yapmakta kusur etmemişlerdi. Oradan çekildik, hergün yeni tevkifler ve tehditlerle karşılaşıyorduk. Zatışahane ertesi günü selamlıkta bendenizi tekrar kabul buyurdular. Dediler ki; aman anadolu ile irtibatı temin ediniz, bendeniz dedim ki; irtibat müheyyadır, ancak ingilizler mani oluyorlar. Her bir telgrafımızı kontrole tabi bulunuyorlar. Şüphesiz her bir suhuleti gösteriyoruz, ancak ingilizler tarafından duçar olduğumuz güçlük bizi büyük bir tazyik içerisinde bulunduruyor. Bu maruzatın üzerine; sakın siz çekilmeyiniz ve anadolu ile irtibat tesis ediniz buyurdular. Bendeniz bu ferman üzerine yaverimi göndermek hususunda teşebbüs ettiğim gibi kabine de bazı zevatın gönderilmesine teşebbüs etti. İngilizler muvafakat ettiler. Gönderildiğini ve her bir taraftan da bazı kolordularla irtibatlarımız arzettiğim vakit fevkalade memnun oldular. Ve bu suretle meselenin hüsnü suretle hallolacağını ve İstanbul’un işgalinden ingiltere’nin beklediği gayenin artık kaybolmak üzere bulunduğu hissolunuyordu. Biz de memnunduk. Bu sırada efendiler, bendeniz, üzerinde vaki olan tazyikler de kaldırıldı. Çünkü samimiyetle ingilizlere diyordum ki; tehdit ile birşey yapamazsınız. Siz bizi tatmin ederseniz hayat bahşedersiniz, biz herşeyi yapmaya hazırız ve bu tatmin de benimle olmaz, belki kabineyi tatmin ediniz, bu ricamız aksi tesir yaparak hergün kabineye nota bombardımanı başladı, gece gündüz şu şöyle olmuş, bu böyle olmuş gibi en ufak şeylerle kabineyi taciz ederek çekilmeye icar ettiler.
Filhakiki kabine de bir iki hafta müddetle baskıya dayandı. Bu tazyiklerin esasını efendiler kuvayi milliye’nin red ve kabahatlendirilmesi teşkil ediyordu. Kuvayi milliyeyi reddediniz diyorlardı. Bizce kuvayi milliyenin haksız işgallerden ortaya çıktığını, izmir’in işgalinde yunanlıların birçok zulüm yaptıkları Avrupa’nın bitaraf devletler tarafından tasdik olunduğu görünürde iken bizim kuvayi milliyeyi ve bu tazyikten doğmuş cepheyi reddetmemiz doğrudan doğruya milletimize bir ihanet olurdu. Biz bunu yapamayız.( alkışlar) İzmir’in bununla beraber şark vilayetlerinin tecavüzüne uğrayacağına dair sık sık rivayetlerin ortaya çıkması ve bir pontus hükümetinin trabzon, samsun havalisinde karadeniz sahillerinde zuhur etmek üzere bulunduğuna dair pek çok havadislerin dolaşması, büsbütün milleti heyecana getirdi ve bu suretle kuvayi milliye teşekkül etmiştir. Bu teşekkülden maksat milletin haksız olarak duçar olduğu saldırılara karşı ırz ve namusunu meşru bir surette savunma ve muhafaza etmek istiyordu. Orduyu kullanamıyoruz, millet bunu görüyor. tabii meşru nefis müdaafasında bulunuyor, milletin bazı harekâtı vardır. Biz bunu reddedemeyiz. Ancak şunları reddederiz. Kuvayi milliyenin namına bazı taşkınlıkların harekatı vardır, millete bazı yerlerde fenalık yapanlar bazısını öldürür, bazısını kaldırır, bu harekat milletin arzusu dahilinde değildir. Keyfi bir takım ticaret yapanları reddetmek istiyoruz. Fakat umumiyet itibariyle kuvayi milleye namına bir reddiye yazmak doğrudan doğruya kendisini iskât etmek demektir. Hükümet ancak milletin arzusu ile ve millete faydalı olmak için iktidar mevkiine gelir. Milletin zararı için mevkii iktidarda duramaz. Bizim bu nota teatisi esnasında tekrar bir olay oldu. Dediler ki nerde Kuvayi Milliye köprüleri bozdu ise oradan İstanbul’a erzak gelmiyor.
Istanbul aç kalırsa kuvayi milliye evvela sorumludur. Sonra da siz sorumlusunuz, çünkü Kuvayi Milliyeyi reddetmediniz, ve bu devirde şunu da söylemekten çekinmediler ki biz Amerika’dan un getireceğiz, fakat bunu hristiyanlara vereceğiz, İslamları düşünmeyeceğiz.(kahrolsunlar) Maksat bize tazyik edip, illaki Kuvayi Milliye’yi red ve tel’in ettirmekti. Tekrar bendeniz bunu üzerine telgraflar yazdım. Aman köprüleri bozmayınız, erzak gönderiniz buraya, biliyordum bunların tesiri olamazdı. Nihayet efendiler bir nota yazdık. Şimdiye kadar arzettiğim hususatı tafsilatlı olarak hikaye ettik, çünkü bu arzettiğim maddelerin bir kısmı hariciyemize giriyor, şifahi notalarla, şifahi takrirlerle anlatılıyordu. Bunlar tarih sayfalarına geçmeyecek ve inkâr edecekler diye bunları tafsilatlı olarak yazdım. Bir nota yazdık ve bu notada dedik ki bizim maksadımız sulhü sağlamaktır ve bu sulh ile biz bizzat osmalıların memleketini kurtarmak değil, dünya sulhûnü temin edeceğiz. Millete kabul ettireceğiz ve sizin bize bahşedeceğiniz adilane şartlarla sulh yapacağız. Ve millete ayrılık gayrılık olmama hissini bizim kabine tekeffül ediyor, bu kadar sulhe istekli ve kendisini ortaya atan bir kabineyi ne yolda telakki edecektir?
Düşmanlarımıza bunu anlatmak istiyorduk, madem avrupa sulh istiyor, sulh yapıldıktan sonra açıklanacaktır. Biz bunu tekeffül ediyoruz. Biz yapacağız diyoruz, bu gayet ağır, belki altından çıkamayacağımız müşkülata vatan aşkıyla giriyoruz. Fakat acaba ingilizlerin fikri nedir? İngilizlerin teklifi nedir? Bunu anlamak efendiler, ingilizler bu teklifimizi kabul etmediler.(hay hay sadaları) Ve bunun üzerine bir mazbata yazdırdık. Babıâli’de kabinenin sulhçü siyaseti ingilizlerce kabul olunmuyor ve İngilizlerin maksadı bizim içimize nifak sokarak birbirimize düşürmektir. ( kahrolsunlar sadaları) Maalesef bir heyet de bulmuşlar, harb istiyorlar. Fakat böyle bir harb ki kendilerinin burnu kanamaksızın birbirimize düşürmek ve harbetmek istiyorlar. Yine maatteessüf zatışahane tazyik içinde bulunduğu için biz durduk, tahammülün fevkinde baskıya uğradık, en nihayet bize dediler ki, efendiler… Gayet ağır muameleye duçar olacaksınız, yani bizi babıali’den süngü ile atacaklar, bunu ihsas ettiler. Biz buna tahammül edecektik. Ancak o zaman hükümet merkezi istanbul’da kalamazdı. Biz çekildik, bizden sonra kabine bir iki gün kurulamadı, ancak tabi malumatımız var. Bu kabinenin teşekkülü ile beraber benim temasa geldiğim gerek o kabine erkânından zevatın, gerekse harbiye nezaretinde bulunan arkadaşlarımdan aldığım bilgiye nazaran kabineye tazyik icra ettiler, fetvayı veriniz diye. Nihayet o fetvayı aldılar. Malumunuz olduğu üzere o fetva ingiliz süngüsü ile alınmış İslâmı sinesinden birbirine düşürmek için, ilk defa yazılmış acı bir vesikadır. Milletin hakikat hissi ümit ederim ki bu fecaatı görecek ve bunun ehemmiyetini sıfıra indirecektir. ( şüphesiz sadaları )
Refik Bey* – Zaten yoktur, inmiştir.
Fevzi Paşa (devamla) – Efendiler, bendeniz İstanbul’dan daha evvel çıkmak istiyordum. Ancak temasım evvela ingilizlerin siyasetini anlamak hususuna matuf idi. Anladım. bunda hiç şüphem kalmamıştır. Saniyen ingilizlerin askerlikçe ne yapacaklarını tedkik etmek idi. Bunların en büyük arzuları içimizdeki bazı hayinleri teşvik ederek millet arasına kan düşürmek ve bu kan ne kadar genişlerse işleri o kadar kolaylaşacaktır. Ve bunu söylemekten de çekinmiyorlardı. Yani en ağır ne olursa olsun bizi mahvedecek, sulhü imza etmeye rıza göstermiyoruz, biz buna rıza gösterecek bir heyet bulacağız, fakat rıza gösterecek heyet millet namına olsun, buraya dikkat isterim.
Müşfik Bey* – Kabul etmez millet.
Fevzi Paşa (devamla) – Yani diyorlar ki, sulhü milletle yapacağız, bunun için siz milleti elinize alınız, millet elimizde deyiniz, ondan sonra biz sulhü yaparız. bu ne demektir efendiler? Birbirinizle boğazlaşınız, kuvvetsiz ve zayıf kalınız, biz de bir ingilizin burnu kanamadan Anadolu’yu istila edelim, sizi esir edelim demektir.( kahrolsunlar sadaları) Allah’ın lutfundan kuvvetle umud ederim ki ingilizler şimdiye kadar bir çok şeylerde aldandıkları gibi – Çanakkale hücumunda olduğu gibi – bu meselede de aldanacaklardır.( alkışlar ) Bunları aldatan efendiler birkaç haindir. Ve bu hainler içimizde ne kadar az olursa, biz birbirimizle nifak halinde ne kadar azimkârane hareket edersek, ingiliz planı tamamıyla ve o kadar çabuk suya düşecektir. Bizde bir fenalık ortaya çıkarsa, derakab bastırılır ve ingilizler görürlerse Türkler tek bir kitle halinde kendi hayat haklarını istiyorlar, bunu görürlerse efendiler, istikbalimizi kurtardık demektir. (alkışlar)(inşallah sadaları) Bendenizin hissiyatı bundan ibarettir, hürmetlerimi arz ederim efendiler.(teşekkür ederiz sadaları)
Reis Paşa* – Paşa hazretlerinin verdiği bu izahatı bastırıp yayınlasak.(hay hay sadaları) Çelebi Hazretleri İstanbul’da bir heyetin izamı hakkında verdikleri takriri bu izahattan sonra geri alıyorlar.(alkışlar)[2]
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
[2] no’lu dipnot ile ilgili… Mareşal Fevzi Çakmak’ın Sultan Vahidettin’i Meclis kürsüsünden savunduğunu gösteren meclis tutanağı
***
M. Kemal Atatürk ve avenesine verilen idam fermanından dolayı, Sultan Vahideddin’e artık kimse hain diyemeyecek… Diyenler müfteri olurlar.
**********
KAYNAKLAR:
[1] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 24 Nisan 1336 (1920), Devre: 1, İçtima: 1, 2 nci in’ikat – 4 ncü celse, Cilt : 1, sayfa 9.
[2] T.B.M.M., Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima senesi 1, İçtima 5, 27.4.1336 Salı, ikinci celse, cild 1, sayfa 90-93. (Meclis Tutanakları)
**********
Kadir Çandarlıoğlu
**********
“Belgelerle Gerçek Tarih” isimli 792 sayfalık çalışmamızı ücretsiz indirebilirsiniz:
http://www.mediafire.com/?vgk9k8cozdpy7ez
*
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com
*
*
Geri bildirim:Sultan Vahdettin, M. Kemal’i neden Anadolu’ya gönderdi? Ingilizler niçin izin verdi? Oyun içinde oyun | Belgelerle Gerçek Tarih
Evet Vahdettin hain filan değildir, bunu Prof. İlber Ortaylı dahil birçok tarihçi zaten söylüyor. O dönemde yaşananların sorumlusu bazı beceriksiz Osmanlı devlet adamlarından ibarettir. Tarih zaten bunu söylüyor. Ama siz kendi kendinizi ele veriyorsunuz. Tarihte İngilizlerin milli mücadeleyi ve Atatürk’ü engellemek istedikleri o kadar belliyken nasıl hala Atatürk’e İngiliz uşağı vs. gibi iddalarda bulunuyorsunuz. İdam kararı bile çıkarttılar dediğiniz gibi. Ama bu durum işinize gelmediği için “yok isteselerdi ankaraya adamlarını filan gönderirlerdi öldürürlerdi” gibi yorumlar yapıyorsunuz. Kusura bakmayın ama bu sizin yorumunuz ve tarihte yorumlar değil açık net deliller konuşur. Çok açık, yazılarınızı taraf tutarak yazıyorsunuz. Siz de işinize gelen şeyleri paylaşıyor ve yorum yapıyorsuzuz, tarafsız değilsiniz.
Ahmet, ingilizler milli mücadeleyi engellemek istemediler, tam tersine destek verdiler. Iste belgeler:
http://belgelerlegercektarih.com/2012/12/10/m-kemal-ataturkun-ingiliz-istihbarati-ile-gizli-iliskisi-desifre-oldu/
Geri bildirim:Ahmet Hakan’a Cevap 12 – Sultan Vahideddin ve M. Kemal – Belgelerle Gerçek Tarih