Lozan Antlaşmasının Tenkidi
Lozan Antlaşmasını haklı olarak tenkid ettiğimizde, kemalist laik cenah tarafından vatan haini ilan ediliyoruz. Halbuki M. Kemal’in Ankara’da dualarla açtığı Birinci Meclis’in vekilleri de Lozan’a karşıydı.
Nitekim Izmit Milletvekili Sırrı Bey Musul’un Lozan’da (konferans harici) bırakılması üzerine Meclis’te şunları söylüyordu:
“Lozan’da Misak-ı Milli’den feragat ettiler… Arazi meselesinin hiçbir noktası temin olunamadı ve binaenaleyh milletin senelerden beri etrafında dönüp dolaştığı ve aleme ilan edilen Misak-ı Milli çiğnendi, heba edildi, iptal edildi, battal edildi…”[1]
Birinci Meclisin Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ise şöyle haykırıyordu:
“Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zafer, Lozan’da heba edilmiştir.”[2]
Mecliste sert tartışmalar yaşanıyordu. Birinci Meclis’in, yani Milli Mücadele taraftarlarından oluşan Meclis’in Lozan’ı onaylamayacağı anlaşılınca, M. Kemal ve avenesi tabiri caizse Meclis’e darbe yaptı ve buna “Meclis kendini feshetti” dendi.[3] Sonra Lozan’ı onaylatmak için kendi adamlarından oluşan Ikinci Meclis’i kurdu.
Bu durumu Istanbul’daki Ingiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold’un 3 Nisan 1923 tarihli raporunda da görmek münkündür. Sir Rumbold gönderdiği raporda, Lord Curzon’a; “barış için çok istekli bulunan M. Kemal, kendi programını destekleyen bir Meclis oluşturabilirse bunun barış şansını artıracağını” bildirmişti.[4]
Birinci Meclis’te “Ikinci Grup” denilen muhaliflerden Ikinci Meclis’e tek kişi bile aday olamadı ve bu yeni Meclis sadece M. Kemal’in onayladığı isimlerden oluştu. Bu konuyla ilgili dönemin gazetecilerinden Ismail Habip Sevük, M. Kemal’in kendisine “Kız gibi bir meclis yapacağım” dediğini aktarmaktadır.[5]
II. Meclis, 11 Ağustos 1923’te toplandı. Lozan antlaşması ise 24 Temmuz 1923’te imzalandı, yani Meclis’in olmadığı bir zamanda. 11 Ağustos’ta toplanan Meclis, ilk iş olarak 21 Ağustos’ta Lozan antlaşması müzakerelerine başladı ve antlaşma, 23 Ağustos’ta oylandı. Oylamaya 107 milletvekili katılmadı. Toplam 334 milletvekilinden 227 milletvekili katıldı. 213 kabul, 14 red oyu kullanıldı.[6] 227 olumlu oya karşılık toplamda 121 milletvekili, yani üye tamsayısının üçte birinden fazlası oylamaya katılmayarak ya da katılıp olumsuz oy kullanarak antlaşmayı bir şekilde reddetmiştir… Üstelik I. Meclise darbe yapılmış, II. Meclis’e giren milletvekillerinin de M. Kemal’in onayından geçmiş olmasına rağmen. Zira bu antlaşma, Misak-ı Milli’yi açıkça ihlal ediyordu.[7]
Lozan Antlaşması Ikinci Meclis’te ağır bir şekilde tenkid edildi.
Buyrun Meclis tutanaklarından okuyalım… (Tenkidlerin tamamını aktarma imkanımız yok)
*
Mersin Milletvekili Niyazi Bey
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
Niyazi Bey’in Meclis tutanağında yer alan konuşmasından bir bölüm
***
NİYAZİ B. (Mersin) — Efendiler! Tarihî bir gün yaşıyoruz. Ben isterdim ki bugün tarihimizin dönüm yerinde olduğumuzu daha fazla bir suretle hissedelim. Önümüzde bir muahedename vardır. Zannediliyor mu ki bu Muahedename amali milliyemizi tamamen tatmin ediyor? Zannediliyor mu ki bu Muahedename Millî hudutlarımız dâhilinde bu devlete bir istiklâli tam veriyor?
NECİB B. — (Mardin) — Hayır, vermemiştir.
NİYAZİ B. (Devamla) — Herhangi bir şeyi, her hangi bir eseri bütün fevaidi ve bütün mehaziri ile beraber tetkik edelim. Zannederim ki, arkadaşlarımızın bir kısmı sırf Muahedenamenin heyeti umumiyesiyle meşgul olduklarından ve Sevr projesiyle mukayese ettiklerinden dolayı fazla alkışlıyorlar.
Sizinle beraber müsaadenizle, bu Muahedenin bâzı noktalarına temas edelim. Bilhassa umde ittihaz ettiğimiz iktisadî hakimiyet ve istiklâlin millî hudutları ihtiva etmesi lâzımgeleceğini hiç unutmıyalım. Bir muahedename tasavvur edilsin ki, mülkün bir kısmında bir çok efradı milleti güldürüyor, yine hududu Millînin diğer bir kısmında birçoklarını ağlatıyor. O muahede heyeti umumiyesiyle nakıstır, tam değildir.
ESAD Ef. (Menteşe) — Antakya, Trakya kan ağlıyor.
NECİB B. (Mardin) — Cenub hudutları keza.
Niyazi B. (Devamla) — Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve bütün kıtaat üzerindeki hukukumuzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor. Siz ki, efendiler! Bunlar için çok defa çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs dediniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne kadar uğraştı ? Efendiler! Yalnız bu kadar da değil; Muahedename dünkü bir İmparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistinden – Musul haricolmak üzere- Irak’tan, Suriye’den ve bütün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor. Evet istiyerek, istemiyerek -bunun esbabını, mahiyetini artık tarih teşrih etsin- biz Harbi Umumiye girdik. Maatteessüf o Harbi Umumide kaybettik. Ondan sonra bize bir ceza tahmil edilmeye kalkışıldı. Lâkin her şeyin bir haddi, bir hududu var, ve hepsinin bir düstura, bir esasa raptı lâzımdır. Devletler, demiyorlar mıydı ki -Başta Amerika olduğu halde- milletler kendi mukadderatına hâkim olacak? Demiyorlar mıydı ki, Türkiye’den, ayrılacak aksamı memalikinde mukadderatı, ahalisinin iradesine tevfikan halledilecek? Bizimde umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi defa tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âleme ilân ettiğimiz Misakı Millînin başlıca noktası bu değil miydi? Biz Cemiyeti Akvam Nizamnamesini, onun mandaya dair ahkâmını kabul ediyor muyuz?… (Hayır sesleri) Ve bizzat bu işi idare eden Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri ki Fransa Hükümeti tarafından ahiren neşredilmiş bulunan (Sarı kitap) daki zabıtnamelerde münderiçti. Birinci Lozan Konferansının 23 Kânunusani 1923 tarihli Celsesinde buyurmamışlar mı idi ki, «Eski Osmanlı imparatorluğunun her hangi bir kısmı üzerinde hiçbir Devletin mandasını tanımıyoruz?» Halbuki efendiler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni düşündürüyor: «Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üzerinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerinde -ki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir- her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler. Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve katiyen kabul edemem. Bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.
Sonra efendiler; bu Muahedename bizden İmparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksamının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; Bilhassa kemali teessürle söylerim ki aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor.
***
Niyazi Bey, bundan sonra maddi ve manevi kayıplarımız hakkında uzunca malumat verdikten sonra bu muahedeyi kabul etmeyeceğini şöyle ilân ediyordu:
Efendim, fazla söz söylemeye tahammülüm kalmadı, yalnız bir şey diyeceğim. Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür. Hepinizin hissiyatına ve teessürlerine vâkıfım. Hepiniz de benim hissiyatıma iştirak edersiniz. Benimle hemhissiniz. Hemdertsiniz, ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamiyle reddinde buluyorum. Siz teessürünüzü ne şekilde iblâğ ederseniz ediniz.[8]
***
Urfa Milletvekili Yahya Kemal
Yahya Kemal Bey’in Meclis tutanağında yer alan konuşmasından bir bölüm
***
YAHYA KEMAL B. (Urfa)
— Efendiler, ben de betahsis cenup hududumuzdan bahsedeceğim. Demin söz alan Mersin Mebusu Niyazi Bey vatanın, Cenup Türklerinin dertleriyle muztarip, bir âşık gibi okadar dûrüdiraz bahsettiler ki bana, onu yalnız teyid etmek kalıyor.[9]
***
Menteşe Milletvekili Şükrü Kaya
Şükrü Kaya Bey’in Meclis tutanağında yer alan konuşmasından bir bölüm
***
ŞÜKRÜ KAYA B. (Menteşe)
Şükrü Kaya ise Lozan heyeti hakkında “maatteessüf beklenilen neticeyi elde edemedi.” diyordu.[10]
Muahedeyle ilgili söylediklerinden de bir bölüm aktaralım:
“Efendiler, Lozan Muahedesinin hudutlar safhasında Türklere gösterdiği insafsızlık bundan ibaret değildir. Boğazlara hâkim olan yerlerde bâzı adalar vardır. Meselâ, bunlardan bir kısmı İmroz ve Bozcaada’dır. Bunlar bize bâzı kuyut ve şurutla iade olunuyor. Fakat aynı derecede Boğazlara hâkim Semendirek, Limni vardır. Bunlar unutuluyor. Herkesin malûmudur ki, Boğazlara karşı olan tasallutlar, taarruzlar Limni, Mondros limanında ihzar olunur. Niçin bu memleketler, bu adalar Türkiye’ye iade olunmuyor? Benim fikrimce bu itibarla ve daha birçok itibarlarla Lozan Konferansının doğurduğu bu Muahedename nâkıstır, nâtamamdır ve pek çok tehlikeli mevaddı havidir. Boğazlardan sonra Midilli, Sakız ve Sisam adaları vardır. Rica ederim benimle beraber tekrar haritayı göz önüne getiriniz. Bu adalar Anadolu’dan kopmuş güzel birer parçadır. Ben bu adaların güzelliğinden, servetinden, oradaki Türk hayatının yaşattığı âbidattan bahsetmiyeceğim. Rica ederim bir kere daha haritaya bakınız. Bu adalar yabancı ellerde bulundukça bizim sahillerde yaşamak imkânı var mıdır? (Yok sesleri) Sahillerimizin temini asayişi için edeceğimiz mütevali fedakârlıklar bu adaların zabıt ve raptından daha ziyade güç olacaktır. Bugün bile Boğazlardan tutunuz da İçel sahiline kadar İzmir, Menteşe, Çeşme, Kuşadası, Antalya sahilleri orada ihzar olunan çetelerle izacedilmektedir ve bugün sahildeki çiftlikler muattal bir halde kalmaktadır. Evet, görüyorsunuz ki, Muahedede bu adaların şöyle böyle gayriaskerî bir şekle konacağına dair bir kayıt vardır. Fakat efendiler ! Bu kayıtlar haddizatında adaların ne maksatla Yunanistan’a verildiğini bize ihbar eden bir işarettir. Adalar Anadolu’ya denizden gelecek istilâ kuvvetlerini durduracak birer kale idi, tâbirimi mazur görünüz, ben bunlara birer sabit, donanma diyeceğim. Bu adalar sırf Anadolu’nun müdafaası için yaratılmıştır. Halbuki müdafaa ise en haklı, en meşru bir haktır. Halbuki Yunanistan’ın elindeki bu adalar, Anadolu’ya vâki olacak, taarruzun, tasallutun, hücumun ilk karakollarıdır. Bu Muahede tarruz hakkını tesbit eden, meşru göstermek istiyen bir vesikadır. Muahedeye mâkuldür, münsiftir diyebilmek için bu adaları muhtar bir şekle sokmak icabederdi. O bile yapılmamıştır. Efendiler ! Yunanistan’a bahşedilen Sisam adasından aşağıya doğru gidecek olursak daha birtakım adalara tesadüf ederiz. Bunlar bizim vaktiyle Cezairi Bahrisefid vilâyetimizin birer cüzü ferdi idi. İtalya Muharebesinden sonra diplomasi lisanında bunlara 12 adalar diyorlar. Bunlar içerisinde Rodos gibi, Istanköy, Meyis gibi Anadolu’ya bitişik ve Türklerle meskûn kıymetli adalar vardır. (…) Efendiler! Adaların Anadolu’ya olan münasebetini diğer adalarda söylemiştim. Bu adalarda da o münasebat ve alâka maaziyadetin vardır. Bugün Kuşada’dan tutunuz da ta Mersin’e kadar bütün sahillerimiz bu adalarda toplanan iktisadî çetelerin mâruzu i’tisafı olmaktadır. Harb senelerindeki gümrük varidatımıza sulh senelerimizdeki gümrük varidatımızı mukayese edecek olursak o hudutlarımızı beklemek için vücuda getirdiğimiz teşkilâtın bize neye malolduğu tezahür eder. Adalar, bence İtalyanların elinde Anadolu’ya doğru uyanacak bir isti’mar ve istismar siyasetinin bir mukaddemesidir. (…) Binaenaleyh, bu tehlikeleri ben gözönünde tutarak bu Muahedeyi reddetmek mecburiyetindeyim.”[11]
***.
Tekirdağ Milletvekili Faik Bey
Faik Bey’in Meclis tutanağında yer alan konuşmasından bir bölüm
***
FAİK B. (Tekirdağ)
— Efendiler; milletimizin bu kadar yüksek kahramanlıklarla dört senedir idame ettiği mücahedenin neticesinde tertibedilen Muahede buraya gelip mevzuubahs olduğu zamanda çok arzu ederdim ki, bu kürsüden yapacağım iş takdir ve tebrik ve kabulünden ibaret olsun. Fakat, çok, pek çok teessüf ederim ki, bu anda ben bu vazifeyi yapmak imkân ve iktidarını haiz değilim. Çünkü, efendiler ! Muahedenin ihtiva ettiği mevad arasında hukuku esasiyemizi, hakkı bakâmızı, hukuku meşruamızı, bir kısım ırkdaşlarımızın hayat ve huzurunu tehdit ve ihlâl eden birçok mevad vardır. Çok arzu ederdim ki, her türlü vesaitten mahrum olarak, her şeyi yoktan var ederek, azim ve himmetle işe başlıyarak büyüklü küçüklü, erkekli kadınlı, heyeti mecmuası ile bütün milletin kuvasını sarf ederek dört seneden beri devam eden mücadele bize yalnız Mondros Mutarekesinde vâdedilen şeyleri hattâ kısmen getirmiş olmakla iktifa etmiş olmasın. Çok isterdim ki, Mondros Mütarekenamesiyle ve o meşhur beyannamelerle, meşhur nutuklarla vâdedilen milliyet istiklâl, bâkâ ve muhtariyet gibi hukuku esasiye ve mukaddeseyi tanımaktan ibaret olan vaitlerden başka ayrıca bu kıymetli mücahedatının hissesini de beraber getirsin. Fakat çok şayanı teessüftür ki, bizim elimizde bulunan Muahede bunlardan mahrumdur. (…)
Efendiler! Bu, (Garbi – Trakya) tâbiri birtakım vakayii meşume neticesi doğmuş ve maalesef o sebeple istimale zaruret hâsıl olmuştur. Bu, hiçbir vakit ayrılığı ifade edecek mahiyeti hakikıyeyi haiz, değildir. Trakya Türk vatanının nâkabiliterk ve taksim ve cüz’ü aslisi olarak öteden beri milletçe kabul edilmiş bir esas olmak itibariyledir ki, Misaki Millîmizde Garbi – Trakya’nın mukadderatı kendi evlâdının kemali serbesti ile verecekleri âranın neticesine tâlik edilmişti. Muahedenamemiz maalesef Misakı Millîmizi hiçbir suretle memnun edecek derecede olmadığı gibi maalesef ona dair bir kelimeyi de muhtevi değildir. (…)
Efendiler! Biz burada Ana Vatanı kurtarmak için, istiklâlimizi, hürriyetimizi, şerefimizi kurtarmak için uğraştığımız zaman Trakyalılar da aynı gaye uğrunda ve aynı maksatla dağlarında uğraşıyorlar, çarpışıyorlar ve kan döküyorlardı. Efendiler! Bizim Millî mücâhedatımızda da hiçbir zaman hatırımızdan çıkmaması lâzım gelen hidemat ifa ettiler. Ben zannediyorum ki, bize düşen borç, onları kurtarmaktı. Fakat bu yapılamamış olsa bile imhalarına mâni olacak esbap temin edilebilirdi. Maalesef ve tekrar maalesef arz ediyorum ki, hiçbir şey yapılmamış, hiçbir kayıt istihsal edilememiştir. Ben bu şekilde, bu şerait altında gelen Muahedeyi bir taraftan bu vatanın menafiine muhalif gördüğümden, diğer taraftan da biraz vefasız bulduğum için maalesef kabul edemiyeceğim. (…)
Efendiler! Arkadaşlarım Müahedenamenin şayanı kabul olmıyan nıkatını kâfi miktarda izah ettiler. Bendeniz de hayli tasdiatta bulundum. Zannederim ki maksadımı izah da ettim. Artık vicdanlarınıza ve sizin kalblerinize ve sizin, takdirlerinize aittir. Ben kendi hesabıma söylüyorum ki, milletin yaptığı fedakârlıkla mütenasib olmıyan bu Muahedeye verilecek benden kırmızıdan başka hiçbir şey yoktur.[12]
***
Ertesin gün Meclis’te, Lozan muahedenamesinin tenkidi devam etmiştir…
*
İzmir Milletvekili Mustafa Necati Bey
Mustafa Necati Bey’in Meclis tutanağında yer alan konuşmasından bir bölüm
***
MUSTAFA NECATİ B. (İzmir)
— Efendiler! Muahede nâtamamdır, katî değildir. Efendiler! Biz böyle nâtamam bir Muahede karşısında bilâkaydüşart rey (oy) veremeyiz. Çünkü kuponlar meselesi hallolunmamıştır. Muahede nâtamamdır. Çünkü bizden ayrılması imkân dâhilinde olmıyan Musul kıtası için heyet daha bir karar vermemiştir. Musul kıtası, Türk’tür ve ilelebet Türk kalacaktır. Bütün dünya bilsin ki; Musul’dan kendileri için bir şey kazanmış olmıyacaklardır. Musul kıtası daimî surette Türklüğe merbuttur ve bu kıtai asileden biz hiçbir vakitte hiçbir kuvvetle ayrılmıyacağız ve bu Kürsii Muallâdân tekrar arz ediyorum ayrılmıyacağız!. (Alkışlar) Efendiler! Bu Muahedede iktisadı millîmiz temin olunmamıştır. Muahede bu hususta da sakattır. (…)
Efendiler! Bu Muahede nasıl oluyor da kabul ediliyor ve nasıl kabul edebiliriz? Efendiler! Bu Muahedede eşhasın ve cemiyetlerin hukukuna da taarruz vardır. Bu Muahede efradın ve cemiyetin hukukunu tanımamıştır. Elli sekizinci maddede 1914 senesinde harb sefinelerine mukabil terk edilen parayı bağışlamış bulunuyoruz. Efendiler! Bu para kimin parasıdır? Bu para Türk Milletinin parasıdır, Türk kadınının, Türk çocuklarının gerdanından kopardığı elmaslarının parasıdır, Türklerin denizlerde gezdireceği donanmasının parasıdır. Bunu ne hakla terk ediyoruz? (…)
Sonra efendiler! Hicaz demiryolu vardır; bu Hicaz demiryolu bütün Osmanlı İmparatorluğuna mensup efradın ianeleriyle yapılmıştır. Efendiler! Hicaz demiryoluna ait Muahedemizde bahis yoktur. Bize aid olan hisseyi bize terk etmelidir veyahut bir Şirketi Islâmiye halinde bırakılmalı, bizim hissemizde bulunmalıdır. Nasıl olur da efradın ianesiyle yapılan bir müessese, şunun bunun eline terk olunabiliyor? (…)
Efendiler! Bu Muahedede kapitülâsyon kokusu vardır. Kapitülâsyonu Türk Milleti bundan yedi sekiz sene evvel lâğvetmiştir. Efendiler ! Bilirisiniz ki, kapitülâsyon ecdadımızın ecnebilere bahşettiği bir lûtuftur. Vahidüttaraf bir mukaveledir. Bunu istediğimiz zaman kaldırabiliriz, binaenaleyh, bu Muahedede bir kapitülâsyon kokusu kokması beni ürkütüyor, korkutuyor. Efendiler! Muahedenin 16’ncı maddesine bakınız ! Bu Muahedede Harbi Umumide düveli ecnebiye tebaası gibi muamele görenlerin zararlarını kabul etmişiz. Yani mahmiliği kabul etmişizdir. Biz düveli ecnebiye tebeası gibi muamele gören Rumların zararlarını da tazmin etmeye mecbur kalıyoruz. Bu kapitülâsyon değil de nedir?
Sonra daha garip bir şey vardır. Türk doktorları Avrupa doktorlarına müsavidir. Onlardan hiç geri kalmamıştır, öyle zamanlar gelmiştir ki, Avrupa’daki hastaları Türk doktorları tedavi etmiştir, öyleyken efendiler! Muahedemizde sıhhiye müşavirlerini de kabul etmişiz. Sonra efendiler! Adlî müşavirler de vardır.
Yani adliyemizde müşavir kabul etmişiz ve şayanı dikkat olan bu noktayı bilhassa nazarı dikkatlerine arz ederim. Bu müşavirler kavanin komisyonlarında bulunacaklar; bu ne için ve neden? Bunun esbabını sarahatle ve katiyetle öğrenmek isteriz ve bilmek isteriz. Efendiler ! Müsavatı mütekabile temin etmiyen bir muahede karşısında bulunuyoruz. Malûmuâlinizdir ki, daima devletler müsavatı mütekabile ile muamele ederler. Maatteessüf bu mütekabil değildir ve temin etmiyor. Bilhassa adliye mesailinde bu gözümüze çarpar. Adliye mesaili muhtelif fasıllardan mürekkeptir. Bu fasılların birinci faslında, birinci maddesinde şu kayıt vardır. Deniyor ki, işbu fasıldaki şerait, şeraiti mütesaviyeye tâbi tutulmuştur. Şu halde diğer kısım hariç kalmıştır. Şeraiti mütesaviyeye, mütekabileye tâbi tutulan kısım, mevaddı adliyenin birinci faslını teşkil eden kısımdır. Diğer fasıllar tamamiyle şeraiti mütekabileye tâbi değildir. Bunlar içerisinde şayanı dikkat bâzı noktalar vardır. Billhassa ikinci faslın 16’ncı maddesi şayanı dikkattir. Burada deniliyor ki, Düveli Âkıde, Türkiye’de mukim olan ve orada bulunan tebeai gayrimüslimeye mütaallik, ahkâmı şahsiye mesailinde, yani nikâh ve saire ahkâmında bizim tebeamız onların mahkemesinde muhakeme olacaktır. Yani bizim tebeamız doğrudan doğruya onların muhakemesine tâbidir. Binaenaleyh, şeraiti mütekabile yoktur ve muahedemiz tam mânasiyle kapitülâsyondan kurtulmamıştır. Sonra 18’nci maddesinde mevaddı adliyenin şayanı kayıt bir noktası daha vardır. Deniyor ki, Türkiye ile Düveli Âkıde beynindeki münasebatta ve buna mümasil mesailde devletlerle ayrıca mukavele akdedeceğiz. Buna neden lüzum hâsıl olmuş ve neden böyle bir kayıt konmuştur? Bunlar, malûmuâliniz hukuku düvel mucibince muayyen olan mevaddır. Ayrıca ilâmatın icrası için mevadda mukaveleye ne lüzum vardır ?
Sonra asıl bu Muahedenin en şayanı dikkat olan ve bizi en ziyade korkutan ciheti; ticaretimize mütaallik olan kısımdır. Ticaretimiz beş sene müddetle hali atalette kalmıştır. Biz efendiler! Yükselmek istiyoruz, teali etmek istiyoruz, kendi memleketimizde kuvvetli olmak istiyoruz, kendi memleketimizde efendi olmak istiyoruz. (…)
Efendiler! Bu Muahedede daha garip bir cihet var. Arazimizde mezarlıklara tasarruf salâhiyetini Düveli Âkıdeye terkediyoruz. Türk milleti kadar mezarlara, âbidata karşı hürmetkar olan bir milleti cihan tarihi kaydetmiş midir? Efendiler! Sorarım bizim milletimizden başka dünyada âbidata, maneviyata, mezarlara karşı hürmetkar olan bir millet var mıdır? Efendiler! bizi mezarlara hürmetkar bırakmaya sevkeden esbap nedir? Efendiler! Türk milletinin kefaleti mâneviyesi altında burada topraklar altında ölüler yatabilir. Nitekim bizim ölülerimiz onların topraklarında kendilerinin kefaleti altında bırakılmıştır. Ayrıca bir madde koymakta ne mâna var? Boğazların kenarında koca bir kıtai arz üzerinde tasarruf iddia etmekten ne kasdetmişlerdir? Bu da şayanı dikkattir. Efendiler! Bilhassa nazarı dikkatinizi celbederim.
Efendiler! Bir de boğazlar meselesi var. Asker olmadığım için bu mesele hakkında uzun uzadıya arzı malûmat edemiyeceğim. Bir maddesi beni çok ürkütmüştür. (18) nci maddesinde deniliyor ki: Eğer serbestii mürura müteallik ahkâma ika edilen bir tecavüz nâyihanî bir taarruz veyahut her hangi bir fiilî harb veya tehdidi harb Boğazlar’da seyrüseferin serbestîsini veya gayriaskerî mıntakaların emniyetini tehlikeye koyacak olursa Tarafeyni Âkıdeyn bu hususta Cemiyeti Akvamın karar vereceği bütün vesaitle onları müştereken menedeceklerdir. Bu madde efendiler! Bilhassa baştaraftaki (Eğer serbestîi mürura mâni bir tecavüz) kimin tarafından vâki olacaktır ? Lâlettayin her hangi bir taraftan tecavüz vâki olursa bütün vesaitiyle Düveli Müttefika, Düveli Âkıde istediği şekilde, istediği gibi harekâtta serbest kalacaktır. Kimin karariyle? Cemiyeti Akvamın karariyle olacaktır. Efendiler ! Cemiyeti Akvam ellerinde bir alettir. Her hangi bir surette serbestîi mürura bir tecavüz vâki olursa o zaman onlara, boğazlarımıza istedikleri kadar tecavüz salâhiyeti vermiş oluyor. Bu madde beni ürkütüyor. Bu madde hakkında, Heyeti Murahhasadan katî ve sarih malûmat isterim. (…)
Efendiler! Muahedenin en acı safhasına girmiş oluyoruz. Muahedenin kalbleri karartan, gözleri yaşartan acı bir safhası var. Efendiler. Bu safha Muahedenin (59) ncu maddesinde mukayyetdir. Deniyor ki, Türkiye harbin temadisinden ve onun netayicinden mütevellit Yunanistan’ın buhranı malîsini nazarı dikkate alarak tamirat meselesinde Yunanistan’a karşı her türlü metalibinden sureti katiyede feragat eder. Efendiler! Yerleri, yurtları yakılmış milyonlarca halkın hakkını cüretkârane bir surette bağışlayan bu Muahedenin bu maddesini yangın olan bir yerin Mebusu olmak itibariyle katiyen kabul edemem. Efendiler! Düşmanların bilhassa Düveli Âkıdenin emri katîsiyle Akdeniz kıyılarına çıkan ve oradan Anadolu içerlerine kadar gelen Yunan ordusu, memleketin içerlerine gelmiş, harmanları yakmış, şehirleri yakmış, memlekette insan namına ne varsa kesmiş, doğramış bir câni sürüsüdür. Efendiler! Doğrudan doğruya Düveli Müttefikanın ve Düveli Âkıdenin emri katîsiyle hareket eden bu ordunun icraatından yalnız Yunanistan mesul değildir. O orduyu oraya sevkeden, o orduya emir verenler mesuldür. Heyeti Murahhasamız Konferansta doğrudan doğruya onlara hitabedecekti ve Türk milletinin hakkını Düveli Âkıdeden istiyecekti; Yunanistan’dan değil. (Bravo sesleri) Yunanistan’ın parasız bir hükümet olduğunu biliyorum. Bu metalibi terketmek ne demektir? Bu doğrudan doğruya Düveli Âkıdeden istenecek bir hakkımızdır. Sonra efendiler! Zarar ve ziyanın miktarı Heyeti Murahhasamızca 4 milyar altın frank olarak tesbit edilmiştir. Bu dört milyar frank hibe edilmiştir. Efendiler! Hiç olmazsa Yunanistan’ın parası yoksa efendiler bizden alıp götürdüğü mevaşinin aynen iadesini isteselerdi; bunlar küçük şeyler değildir. Elli, altmış milyon liralık bir şeydir. Bunu aynen istemek hakkımız değil midir? Bu istenmemiştir; istenmiş ise de verilmemiştir. Sonra efendiler! Buna karar verecek hâkimler kimdir? Bu hâkimler bugün tamirat bedeli almak için ordularını başka memleketlere gönderen hâkimleridir. Fransa Hükümeti tamirat bedeli almak için Almanya üzerine yürüyor. Onlar bize hüküm verecektir. Nasıl olur da Türk milleti üç milyon insanın hakkını feda edebilir? Razıysanız evlerinden mehçur kalmış, babaları kesilmiş, valideleri kesilmiş, evlâtların ah ve figanı kulaklarınıza gelmiyorsa, eğer efendiler dul kalmış annelerin kalblerinden kopan ah ve figanları vicdanlarınızı sızlatmıyorsa, evleri yanmış, ocakları sönmüş eski ocakzadelerin feryadı ruhlarınıza kadar gelmiyorsa bu muahedeyi kabul edebilirsiniz. Yoksa efendiler! Orada üç milyon halk yersiz, yurtsuz, aç kalmış feryad ederken imdat ve muavenet bulamıyan bu halkın feryadını dinlemezseniz bunlar ölecektir, aç kalacaktır. Türkiye milletinin bütçesi buna kâfi değildir. Avrupalılarda insaniyet varsa aç, biilâç bıraktıkları, sefil bıraktıkları insanlara acısınlar. Muhakkak bir surette Düveli Müttefikadan bunu almak hakkımızdır. Bunu terk edemeyiz. Çünkü efendiler! Gözlerimle gördüm ve gözlerimle şahid oldum; geçen sene binlerce kardeşlerimiz yokluktan, sefaletten ölmüşlerdir. Binaenaleyh doğrudan doğruya Heyeti Murahhasamızın tamirat meselesinde gösterdiği lütufkârlığa karşı ben hiçbir vakitte bu milletin bir evlâdı olmak itibariyle beyaz rey veremem. Benim buna vereceğim rey Sulh Muahedesini saran bu kırmızı kâğıttan başka bir şey değildir.[13]
***
İstanbul Milletvekili Süleyman Sırrı Bey
SÜLEYMAN SIRRI B. (İstanbul)
— (Lozan Muahedenamesi’ndeki) Garp hudutları için «hakikaten tamamiyle kabul edebileceğimiz bir şekildedir» demek imkânı yoktur.[14]
***
Lozan ile ilgili bazı paylaşımlarımız;
Lozan Andlaşmasının 58. maddesi tam bir rezalet
Lozan ve boşuna dökülen kanlar
“ATA’mıza kimse birşey dikte edemez” diyen laiklere Lozan anlaşmasından delil (Lozan 37. madde)
Mısır ve Sudan’ı, Lozan’da “verdik” – Lozan’a zafer diyenlere ithaf olunur (17. madde)
Yabancı Gözüyle Lozan ve Neticesi
Hasta Adam, Misak-ı Milli, Kurtuluş Savaşı, M. Kemal Atatürk ve Kemalizm afyonu
Osmanlı’nın Borçları – Osmanlı Devleti’nin ne kadar borcu vardı?
M. Kemal Atatürk’ün Ingiliz Istihbaratı ile gizli ilişkisi deşifre oldu
.
**********
.
KAYNAKLAR:
.
[1] Doç. Dr. Mustafa Budak, Idealden Gerçeğe, Misak-ı Milli’den Lozan’a Dış Politika, Küre Yayınları, Istanbul 2002, sayfa 383, 384.
[2] (Atatürk’ün sınıf arkadaşı) Ali Fuad Cebesoy’un Siyasi Hatıraları, Istanbul 1957, sayfa 281.
[3] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 727, 728.
Ayrıca bakınız;
Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, (Hazırlayan: Cemal Kutay), Tercüman Yayınları, Istanbul 1980, sayfa 100.
[4] Bilal Şimşir, Ingiliz Belgelerinde Atatürk, Türk Tarih Kurumu, 6 ciltlik eser: Ankara 1992 – 2005, cild 5, sayfa 166 – 172.
[5] Ismail Habip Sevük, Atatürk Için, cild 1, sayfa 274. Aktaran: Ahmet Cemil Ertunç, Cumhuriyetin Tarihi / Yaşadıklarımızın Dünü Bugünü, Pınar Yayınları, Istanbul 2005.
[6] Muzaffer Taşyürek, Lozan’a Hayır Diyenler, Istanbul 1995, sayfa 372.
[7] Cemal Fedayi, Imparatorluk Nasıl Yıkıldı, 2. Baskı, Kadim Yayınları, Ankara 2013, sayfa 185.
[8] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 223 – 233.
[9] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 233.
[10] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 236.
[11] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 237, 238.
[12] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 238 – 241.
[13] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 8, cild 1, 22 Ağustos 1339 (1923), sayfa 246 – 249.
[14] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 8, cild 1, 22 Ağustos 1339 (1923), sayfa 253.
.
**********
.
Kadir Çandarlıoğlu
.
**********
*
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
http://www.belgelerlegercektarih.com
*
*
Geri bildirim:Kim Hain? Sultan Vahdettin mi yoksa M. Kemal mi? | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Fransız Gazetesi’nde Lozan Antlaşması | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Ey “Ben Türküm, Atatürk’ün Askeriyim” diyen kardeşim! | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Kemalist iftiralara cevaplar – 1 | Belgelerle Gerçek Tarih
Meclisin olmadigi zamanda lozan imzanlanmasina ragmen neden mecliste oylama yapılıyor ?
4 Subat 1923’te Lozan görüsmeleri kesintiye ugradi. Ankara’ya dönen Lozan heyeti mecliste tenkid edildi. Birinci meclis, verilen tavizlerden dolayi Lozan’i kabul etmiyordu. Kabul etmeyenlerin basinda Ali Sükrü Bey geliyordu. Evvela Ali Sükrü Bey M. Kemal’in korumalari tarafindan sehit edildi, sonra dualarla acilan Birinci Meclis’e M. Kemal tarafindan darbe yapildi. Bu meclisin son toplanma günü 16 Nisan 1923 idi. Ali Sükrü Bey sehit edildikten ve birinci meclis kapatildiktan sonra inönü baskanligindaki heyet 23 Nisan 1923’te tekrar lozan’da görüsmelere basladi. Inönü lozanda görüsmeler yaparken, m. kemal de Ankara’da lozani kabul edecek -kendi tabiriyle- “kiz gibi bir meclis” olusturmanin hazirliklarini yapiyordu. Lozan antlasmasi 24 Temmuz 1923’te inönü tarafindan lozanda imzalandi. Ancak antlasmanin meclis tarafindan onaylanmasi gerekiyordu. Ikinci meclis 11 Agustos 1923’te toplandi. Lozanin bu meclis tarafindan onaylanmasi ise 23 Agustos 1923 tarihindedir. 3 Mart 1924’te ise hilafet kaldirildi. Lozanda antlasmayi imzalayan ingiltere, 6 aydan fazla bir zaman gecmesine ragmen hala lozan antlasmasini meclislerinde onaylamamisti. Ne zaman ki hilafet kaldirildi, o zaman kendi meclislerinde onayladilar. Umarim aciklayici olmustur.
Geri bildirim:M.Kemal Atatürk’ü eleştirmek, şehitlerimizin kemiklerini sızlatır mı? | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Ahmet Hakan’a Cevap 2 | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Ahmet Hakan’a Cevap 4 | Belgelerle Gerçek Tarih
Geri bildirim:Ahmet Hakan’a Cevap 12 – Sultan Vahideddin ve M. Kemal – Belgelerle Gerçek Tarih