Iskilipli Atıf Hoca Neden Idam Edildi? Tüm Iftiralara Cevaplar

Published by

on

Iskilipli Atıf Hoca Neden Idam Edildi? Tüm Iftiralara Cevaplar

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

10593005_316266235250300_2701789132198815308_n

***

1992 yılında milletvekili Hasan Mezarcı’nın dahil olduğu Insan Hakları Komisyonu TBMM’den Atıf Hoca’ya ait Ankara 2. Istiklal Mahkemesi arşivlerini talep ederler. Ancak defterler eksiktir ya da eksik verilir. Bu belgeler 1993 yılında “Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları” adı altında Işaret yayınları tarafından kitaplaştırılır. Kitabın yazarı Ahmet Nedim, zabıt defterlerinin toplam 12 adet (402 sayfa) olduğunu ancak eldeki defterler içerisinde dördüncü ve beşinci defterlerin (103-170. sayfalar) bulunmadığını ve hatta altıncı defterin de 10 sayfasının (181-189. sayfalar) da yırtılmış olduğunu ifade etmekte ve mecliste görevli bulunanların neden korumacı davrandıklarına anlam verememektedir. Atıf Hoca’nın yüzleştirilme ve uzunca savunma yaptığı bölümlerin ne zaman eksiltildiği ise şimdilik meçhul!

Madem Iskilipli Atıf Hoca’nın suçlu olduğu delillerle sabittir ve haklı olarak idama mahkum edilmiştir, o halde neden Mahkeme tutanakları eksiktir? Neden bir şeyleri gizleme ihtiyacı hissedilmiştir? Aslında bu olay bile başlı başına Atıf Hoca’nın yargılanmasında hukuksuzluk yapıldığına işaret etmektedir.

Altıncı defterin yaklaşık 10 sayfasının yırtılmış olduğu bildirilmektedir… Tam da burada Iskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanan Tahir’ül Mevlevi’nin “Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri” adlı hatıratı akla geliyor. Zira O, Atıf Hoca’nın 10 sayfalık uzun bir savunma yaptığından bahseder.[1] Bu bölümde Atıf Hoca’nın diğer sanıklarla yüzleştirilmeleri, Atıf Hoca’nın Teali-i Islam Cemiyeti’ne atfedilen ve Kuvay-ı Milliye aleyhine Yunan uçaklarından atılan beyannameyi tekzip ettiği kuvvetle muhtemel. Tahir’ül Mevlevi’nin hatıratında anlattığına göre Atıf Hoca 10 sayfalık (eser-i cedid kağıdı) uzunca bir savunma yapar ve mahkemenin delillerini çürütür. Vakit Gazetesinin 1034. sayısında yayınlattığı Tekzibname’sinin ilan ücretine ait faturayı mahkemeye sunar. Bu olayı Tahir’ül Mevlevi hatıratında şöyle anlatır:

“Burada Atıf Hoca ile bir parça konuşabildim. Teali-i Islam Cemiyet’nin Anadolu’ya hiçbir beyanname göndermemiş olduğuna dair Vakit Gazetesi’nde yapılan ilanın para kesesinde gizlediği maktuasını mahkemeye gösterdiğini, beyanname cürmünden cemiyetin beri olduğuna dair heyete kanaat geldiğini, şapka risalesini kanunun neşrinden bir buçuk sene evvel tab’ettirmiş olduğunu, ikinci bir defa basılmak şöyle dursun, ilk tab’ının tamamıyla satılmadığını ispat eylediğini haber verdi.”[2]

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 2

Infazdan önce Ulucanlar Cezaevi duvarının önünde (sağda) Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi, (ortada) Iskilipli Atıf Hoca ve (solda) Jandarma…

Her ikisine de Allah Teala rahmet eylesin…

***

*

Iskilipli Atıf Hoca Ile Ilgili Iddia Ve Iftiralara Cevap

*

Iddia ve Iftiralar:

1) Idamının “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı risale ile ilgisi yoktur.

2) O, Ittihat Terakki döneminden bu yana karanlık emeller taşıyan, Ingiliz ve Yunanlılarla işbirliği içerisinde zararlı faaliyetleri olan ve Milli Mücadelenin karşısında bir vatan hainidir.

3) Milli Mücadele yıllarında Ikdam gazetesinde yayınlanıp Yunan uçaklarıyla dağıtılan Teali-i Islam Cemiyeti imzalı beyannameyi hazırladı ve idamına sebebiyet veren amillerin başında da bu tutumu gelmektedir.

4) Idamına sebebiyet veren en kuvvetli diğer amilin, cumhuriyete, yeniliklere ve inkılaplara düşman olmasıdır.

5) Nihayetinde şapka hadiselerinde cereyan eden ve anayasayı tağyir amacı güden isyanlarla ilgisi vardır.

6) Ingiliz Muhipler Cemiyeti üyesiydi.

*

Iddialara Ilişkin Cevaplar

*

Atıf Hoca’nın Laleli’deki evinden alınıp Giresun Istiklal Mahkemelerine götürülme sebebi Şapka hadiseleri ile ilgili yargılamalardı. Nitekim tüm yüzleştirme, sorgulama ve yargılamaların ardından da beraat etmişti. Yani Giresun mahkemesi ne Hoca’nın ne de yazdığı kitabın hadiselerle illiyet bağı olduğuna kanaat getirmemiş ve beraatine karar vermişti. Bu husus Kemalist tarihçilerce daha sonra Ankara Istiklal Mahkemelerinde hakkında verilen “salben idam” kararının sebeplerinin farklılığına ilişkin karine olarak kullanılmaktadır. Yani Iskilipli Atıf, Şapka hadiselerinden yaklaşık bir buçuk yıl önce yazdığı risaleden dolayı “kanunun geriye doğru işletilmesi” hükmüyle yargılanmış değildi. Ve bu iddia mesnetsizdi. Giresun Mahkemesinde beraati de bunun deliliydi. Giresun’da yargılanması olaylara karışan insanlarla bir ilgisinin olup olmadığına dairdi.[3]

Bu tespit bize göre “hukuki açıdan” doğrudur. Nitekim zaten hukuken böyle bir yargılamayı sağlayacak bir kanun da söz konusu değildi. Olsa olsa “Şapka kanununa muhalefet”ten söz edilebilirdi ki; bunun da risalenin bir buçuk yıl evvel yazılmış olmasıyla bir ilgisi yoktu. Beraat ettirilmesi olaylarla ve kişilerle ilgisinin bulunmamasına dairdi.

Ancak bu husus sadece Giresun Mahkemesi için söz konusu edilebilir. Ki savcılık iddianamesinde tutuklanma sebebi;

“Frenk Mukallitliği ve Şapka adındaki bir kitabı yazdığı ve muhtelif bölgelere göndererek halkı isyana teşvik ettiğinden dolayı Istanbul’da 7/12/1341 (1925) tarihinde tevkif edilen Fatih dersiamlarından Hoca Atıf…” olarak belirtilmektedir.[4]

Üstelik, eğer Istiklal Mahkemeleri ile ilgili bir hukuk tartışması yapıyor olsaydık (ki karşı idddialara binaen iddianameyi ve gerekçeli kararı mecburen tartışacağız) en adil kararın Giresun mahkemelerinde verildiğinin biz de altını çiziyor olacaktık. Ancak dikkat edilirse burada bile tutuklanma sebebi “kitabı yazdığı…” ibaresiyle tanımlanmaktadır.

Yani geçmişte herhangi bir suç unsuru teşkil etmeyen bu risale biraz sonra da değineceğimiz üzere, Ankara Istiklal Mahkemelerinin vicdani (!) kararını kuvvetlendiren diğer amillerle birlikte anılmasına karşın, esas amil hükmünde kabul görülecektir. Hatta mahkemenin verdiği gerekçeli karar layıkıyla incelenmezse Atıf Hoca’nın bu risaleyi geçmişte neden yazmış olduğuna dair mahkeme heyetinin isnadları, Giresun yargılamalarından sonra neden serbest bırakılmadığı ve Istanbul’a getirilişinin ardından tekrar neden Ankara’ya gönderildiği ve hakkında hiçbir suç unsuru ve delil bulunmayan bir kişinin neden bir günde alınan bir kararla idama mahkum edildiği anlaşılamayacaktır.

Zabıtlarda adları geçen diğer pek çok sanığa özellikle Atıf Hoca hakkında ve Frenk Mukallitliği risalesini satıp satmadığı, hangi tarihlerde sattığı ya da dağıttığı gibi sayfalarca tutan sorgulamalar, mahkemenin ana konusu hakkında yeter derecede fikir vermektedir.

Elbette Atıf Hoca başta olmak üzere, aynı sanıkların sürekli geçmişlerine atıflar söz konusudur ki bu durum isyan (!) hadiseleriyle ve hükümeti yıkma girişimleriyle (!) suçlanan sanıklar hakkında verilecek “vicdani” kararları güçlendirmek amacıyla yapılmaktadır. Ancak bu geçmişe atıf meselesinin de hukuki bir temeli olmadığı çok açıktır. Bu tespitler sadece bize ait olmayıp, iddianame ve gerekçeli kararlarda mahkeme heyetlerine ait ikrarlar ve ifadelerdir ki yeri geldiğinde değinilecektir.

Önce 2 Şubat 1926 Salı günü yapılan ilk celse duruşmasında okunan iddianameye bakalım:

“…Rizeli asileri tahrik etmek suçuyla yakalanmış kişilerin evleri arandığı zaman, Hoca Atıf Efendi’nin Şapka ve Frenk Mukallitliği adındaki kitabı ortaya çıkarılmıştır…”[5]

“…gerçekten o bilinen ve meşhur kitabını 1340’ta (1924) yazdığını ve Maarif Vekaleti’nin özel izniyle neşrolunduğunu iddia etmektedir. Yaptığımız araştırmalara göre bu beyanı doğrudur. Ancak Rize’de mahkeme heyetiniz tarafından yapılan tahkikata göre, oradaki kitapçıya iki defa kitap gelmiştir. Kitabın bu ikinci defa gönderilmesinin Rize Irtica hadisesinde büyük bir etkisinin olduğunu, “vicdanen” kabul etmekteyim…”[6]

Bu cümlelerin ardından özet olarak, “kitabın elden ele dolaştığı, ticari amaçla yayınlanmadığı ve elinde bir-iki kitap kalmış olduğu iddialarına inanılmadığı” belirtilerek yine zanna ve ihtimale dayanarak şöyle denmektedir:

“Pek muhtemeldir ki; Hoca Atıf Efendi, son zamanda, şapka meselesi ortaya çıktığı zaman derhal piyasaya kitap çıkarmış ve satmış olmasına çok kuvvetle ihtimal vermekteyim…”

Dikkat edilirse iddianamede iki husus ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, kitabın isyan bölgesinde elden ele dolaşımının Atıf Hoca’nın bilgisi dahilinde olduğunun zanna dayalı çabası ve Atıf Hoca’nın bu amaçla kitabı yeniden bastırdığı zannı.[7] Zan, ihtimal, vicdanın sesi(!), hepsi var ama delil yok!

26 Ocak 1926 tarihli muhakemede[8], Atıf Hoca Rize’ye ikinci bir defa 30 adet kitap gönderildiği hususunu ısrarla reddediyor ve yüzleştirilme talep ediyordu. Kitap satış adetleriyle ilgili olarak da hesap veriyordu. Hesaplamalar öyle raddeye varıyordu ki, komik bir şekilde bazen 10, bazen 30 adet kitap mevzubahis oluyordu. Atıf Hoca polisin aldığı 1600 adedin ardından sadece evinde üç nüsha bulunduğunu ve kitabın tekrar basımının söz konusu olmadığını heyete ispatlamaya çalışıyordu.

Aynı mahkemede yargılanan Tahir’ul-Mevlevi de hatıratında aralarındaki şu diyaloğu naklediyor:

“…’Sorunu nasıl görüyorsun?’ diye sordum. …Şapka risalesini kanunun neşrinden bir buçuk sene evvel tab’ettirmiş olduğuna, ikinci bir defa basılmak şöyle dursun, ilk tab’ının tamamiyle satılmadığını ispat eylediğini haber verdikten sonra ‘cürüm bulunmadı ki ceza verilsin. Tabii beraat umuyorum’ dedi. ‘Benim için ne düşünüyorsun?’ dedim. ‘Ben şapka risalesini yazmışken beraat ümidini beslersem, sen onu hakk-ı sarihin bilmelisin’ cevabını verdi.”[9]

Bu diyalog aynı zamanda, yargılamaların temel sebebinin de Milli Mücadele döneminde yaşanan hadiselerin değil, bizatihi risalenin kendisi olduğunun da bir vecheden daha ispatıdır.

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 4

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi,3

Iskilipli Atıf Hoca son kez trenin camından Istanbul’a bakarken

***

Atıf Hoca savunmalarında hem kitabın tekrar basımı konusunu inkar ve ispat etmekte iken, olaylara adı karışmış bulunan kişilerle tanışıklığı ve irtibatı bir türlü kurulamamaktadır.[10]

Bu yapılamadığı için de kitapla ilgili “pek muhtemel” tespitlerin ardından Hoca’nın siyasi geçmişi kurcalanarak, alınacak “vicdani kanaat”e dolgu malzemeleri sunulmaktadır:

“Esasen Hoca Atıf Efendi ta Meşrutiyetten bu güne kadar, memlekette ortaya çıkan inkılab hadiselerinin ve yenilik hareketlerinin en amansız düşmanıdır. Meşrutiyetin ilanından sonra ‘Beyanu’l-Hak’ adıyla bir gazete çıkartmışlardır. Bu gazete, memlekette karanlık ruh ve zihniyetin hakim olması düşüncesini yaymak vazifesiyle mükellef idi. …Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi hadisesi dolayısıyla Sinop’a sürülmüştür.[11] …Teali-i Islam Cemiyeti’nin reisliğine geçmiştir…(kendisi) cemiyetin bazı hizmetlerinden bahsediyor. Cemiyetin ortada bir hizmeti varsa; o da maalesef Yunan teyyareleriyle, düşmana karşı muharebe etmekte olan Türk yavrularının fikir ve zihniyetlerini zehirlemek için propaganda beyannameleri atmaktır…”[12]

Ardından, her ne kadar bir siyasi geçmiş kronolojisi sunulmuş olsa da bunların hukuki bir değerinin olmadığını ifade eder şu tespitler sıralanacaktır:

“…Şüphesiz ki bütün bunlar maziye karışmış şeyler. Hepsi milletin yüce vicdanında affa mazhar olmuş şeylerdir. Yalnız, Hoca Atıf Efendi’nin şahsiyetini gözler önüne sermek bakımından çok kıymetli ve çok mühimdir…”[13]

“…Şüphesiz ki bütün bunlar maziye karışmış şeyler, Hepsi milletin yüce vicdanında affa mazhar olmuş şeylerdir…” cümlesine tekrar dikkatleri çekmek gerekir. Ve bizim neden mahkeme heyetinin günümüz kemalistlerinden daha insaflı ve gerçekçi olduğunu, onların neden yalan ve iftiralarda bulunduklarını da açıklar mahiyettedir.

Öte yandan, bu konular “milletin yüce vicdanı”ndan önce zaten Lozan Antlaşması gereği halledilmiş meselelerdir. 1922 Genel Affıyla, 1914-1922 arası suçlar affedilmek zorunda kalınmıştır. Bu konudaki tek istisna 150’liklerdir. Dolayısıyla Iskilipli’nin geçmişte işlediği cürümler üzerinden bazılarının iddia ettikleri gibi yargılanabilmesi imkanı zaten yoktur. Daha önemlisi bu af meselesi yargılanıp hüküm giymişlerle alakalıdır. Atıf Hoca’nın ise ne 1914’ten sonra, ne de mütareke döneminde suçlanıp yargılanması söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla iddianamede böyle bir meselenin gündeme gelmesi bile aslında abestir. Ancak bugün onun yargılanmasının ve idamını altı yıl önce Yunan uçaklarından atılan bildiriyle irtibatlandırmaya çalışarak mahkeme heyetinin hukuksuzluğuna kılıf arayanlara da bir cevap mahiyetindedir.

Görüldüğü üzere mahkeme iddiamanesi bütün bunlar olmuşsa bile hukuki bir değerinin olmadığı ama hakkında kanaat oluşturmak için “karineler” hükmünde olduğuna kanaat(!) getirmiş. 3 Şubat 1925 Çarşamba günü yapılan 2. celsede de bu görüşlerine daha bir açıklık getirmiştir:

“…Teali-i Islam Cemiyeti (TIC)’den bahsederken, hoca Efendinin TIC mensubu olduğu ve suça iştirak ettiğini tespit ettiğim için kendisine hücum etmiş bir vazyette değilim…Maznunun şahsını ve suçluluğunu aydınlatabilme gayretiyle TIC’den bahsetmişimdir. Yoksa TIC’de yapmış olduğu işlerden kendini sorumlu kabul etmek maksadı güdülmemiştir. Esasen TIC’de kendisi suçların en büyüğünü yapmış olsa dahi iddianamemde de arzettiğim gibi bunlar affedilmiş şeylerdir. Ve kanunen yeniden ceza takibatı yapmak hakkını kaybetmiş şeylerdir…”[14]

Cümlelerdeki inceliğe dikkat çekmek gerekir: “TIC’den bahis hocanın suçluluğunu aydınlatabilmek gayreti içindir, yoksa TIC’de yapmış olduğu işlerden kendisini sorumlu tutmak değil!”

Mahkemenin işi hukuk kılıfına uydurma çabası takdir edilesi! Ne de olsa savcılar hukukçu kökenli! Kulağı tersten göstermekten bir farkı yok. Hocayı TIC’den suçlamaya ne hacet. O gün yarım bırakılmış iş bugün pekala tamamlanabilir! Hıyaneti Vataniye’den geçmişe dönük yargılayamıyoruz ama vatan haini imiş gibi yargılayabiliriz. Dün TIC içerisinde suç işleyenler, bugün neden bu ortamda masum sayılsınlar ki! Işte bizim bugünkü bazı tarihçilerin anlamakta zorlandıkları husus bu. Mahkeme hukuki anlamdaki adaletsizliğini geçmişte olan hadiselere falan dayandırmıyor; sadece onlardan siyaseten kuvvet alıyor. Hukuksuzluk, şapka risalesi ve şapka hadiseleri birleştirilerek oluşturulacak kılıfla kitabına uydurulacak!

Tabii şu önemli hususun altını da çizmek gerekir ki; savcı Necip Ali (Küçüka), iddianamadeki tüm zorlamalara rağmen ve yine hukuksuzca da olsa, Atıf Hoca için 3 ila 15 yıl arası bir ceza üzerinden takdir bildirmiştir. O halde nasıl olur da iddia makamını da aşar bir tarzda idamına hükmedilmiştir? Burada da hukuk tarihinin ender gördüğü bir katliam söz konusu olacaktır. Ama zaten karar “hukuken” değil, “siyaseten” verilmiştir. Yani muhtemelen Ankara’dan gelen “şifre/işaret” ile nihayetlendirilmiştir. Bu konuya değerlendirme bölümünde bilahare değinilecektir.

Ve iddia makamının son sözleri şunlardır:

“…Kendisinin modern bir yaşamla bağdaştırılabilecek bir durumda bulunup bulunmadığını ve kitap hakkındaki iddialarının takdirini de yüce mahkemenizin takdirine havale ederim.”[15]

“Idamında yazdığı risalenin bir etkisi yoksa bütün bu çaba ne içindir” diye ayrıca sormak gerekiyor. Cevabı biz verelim: Bütün bu çaba, idama giden sürecin yol işaretlerini dizmek içindir. Başta “Şapka risalesi” olmak üzere kitaplarının değerlendirilmesi konusu da ayrı bir bahis olarak ele alınmıştır:

“…kitapları incelendiği takdirde görülecektir ki, inkılab ruhuyla, bugünün ruhuyla, Türkiye Cumhuriyeti ruhuyla hiçbir zaman bağdaştırılması mümkün değildir. Bunlar Cumhuriyet Türkiye’sine suikasttan başka bir şey olamaz…”[16]

Görüldüğü üzere iddianamede kin ve nefret içeren ifadelerle, hukukla ve yaşanan hadiselerle hiç ilgisi olmayan bir delil oluşturma gayreti söz konusudur. Sözde henüz oluşmamış kanaati güçlendirme adına, aslında hem tarih, hem de ilme yönelik bir tecavüz de söz konusudur. Savcının bahsettiği kitaplar basıldığı ve Maarif Vekaletince (Eğitim Bakanlığı) onaylanıp, onurlandırıldığı dönemde cumhuriyet ruhu nerededir? O dönemde cumhuriyet ruhu yok mu idi ki bu kitaplar basılabildi? Bu ruh cumhuriyet ruhu mudur, yoksa diktatoryal ruh mu? diye de ayrıca sormak gerekiyor!

Şapka kanunundan önce şapka giydiği için Vakit gazetesinin bir personelini hapsettirmeye kalkan Istiklal Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya (Kel Ali) nasıl oluyorda kanundan hemen sonra “şapkaya karşı çıktılar” diye hocaları idama mahkum ediyor.[17] O dönemde Cumhuriyet ruhu yok muydu? Cumhuriyet ruhu, bir kanundan sonra bir anda değişiveren bir şey midir? Eğer öyle ise, ne kadar da kaypak bir şeymiş bu Cumhuriyet ruhu!

Bununla da yetinmeyen Savcı, müderrisliğe soyunarak kitapların muhtevasını değerlendirirken, sosyologluğa da girişerek; “…asrın en büyük sosyologlarından Marks gibi alimin taklide[18] ne büyük ehemmiyet verdiği”ne de değindikten sonra vicdani kanaatini(!) açıklıyordu:

“…Hoca Atıf Efendi’nin Rize’deki hadise ile neşr ettiği eser arasındaki bir bağlantı bulunduğuna dair tam bir vicdani kanaat sahibiyim. Hareketi, Kanuni Cezayı Umumi’nin 55’inci maddesine göre 45’inci maddesinin son fıkrası karşılığına rastlayan iş ve suçtandır.”

*

Gerekçeli Karar ve Değerlendirme

*

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 5

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 6

Çocukların önünde kurban kesmenin “vahşice” olduğunu söyleyen kemalistler, o dönem çocukların gözü önünde insanları kurban ediyorlardı…

***

3 Şubat 1926 tarihinde Ankara Istiklal Mahkemesi’nin Iskilipli Mehmet Atıf Hoca hakkında oy birliğiyle aldığı karar ve gerekçeleri şunlardır: [gerekçelerin asılsız olduğu, her bir gerekçenin hemen ardından parantez içinde verdiğimiz cevaplarda açıkça görülebilir] :

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla Istanbul’da 340 (1924) sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı(CEVAP: Cümleye dikkatleri çekmek gerekir: “…halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla Istanbul’da (1924) sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı…” Bu, hukuku geriye işletmek değil de nedir? Daha eserin yayınlandığı andan itibaren yazarın “halkı isyan ve irticaa teşvik kastı”nda olduğu ifade edilerek, niyetine yönelik bir isnad durumu söz konusudur.)

[Gerekçeli Karara devam] : ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda Istanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekaleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekaletini 26/9/1341 (19259 ve 4717 numaralı emirleri ile mezkur risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının Istanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu halde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyanın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi (CEVAP: Eserin yasaklanma hadisesinin ardından tekrar basıldığı mahkemece ispat edilememiştir.[19])

[Gerekçeli Karara devam] : ve muhakemeleri yapılan maznunlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek suretiyle(CEVAP: Eseri bu bölgelere ulaştıranlarla Iskilipli Atıf’ın yüzleştirilmeleri bölümü Mahkeme Zabıt defterlerinde yoktur. Yani araştırmacılara dönemin TBMM komisyonu tarafından verilmemiştir. Eseri Anadolu’da elden ele dolaştırdığı iddia edilen kişilerin de Iskilipli’yi tanımadıkları, onunla bu bapta bir ilişkiye geçmedikleri ve bu ilişkinin mahkemece ispat edilemediği Iskilipli’nin elimizdeki savunmalarından anlaşılmaktadır. Bu konuda Tahiru’l-Mevlevi de hatıratında şunları söylüyor:

“…Atıf Efendi… ihtilallerin muharrik ve müşevviki olmak üzere tevkif ediliyor, Istanbul’dan Giresun’a götürülüp orada isyan eden Muharrem ile karşılaştırılıyor. Muharrem Hoca’yı kat’iyyen tanımadığı gibi ismini de işitmediğini ve risalesini görmediğini söylüyor.[20])

[Gerekçeli Karara devam] : gizliden gizliye okunduğu ve Şapka Iktisası Hakkındaki Kanun’un kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propagandada bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği(CEVAP: Iskilipli bu iddiayı da savunmalarında reddetmiştir. Zaten ispatı da kabil değildir. Kaldı ki, 26 Aralık’ta basına bir açıklama yapan mahkeme başkanı Kel Ali (Çetinkaya) şunları söylüyordu: “Inkılap düşmanlarına cumhuriyetin kahredici yumruğu ile ağır bir darbe indirilmiştir. Yapılan muhakemeler ve tahkikat sonrasında, Iskilipli Atıf Hoca da dahil bütün Istanbullu sanıkların masumiyeti ortaya çıktı… Tutuklanan bu sanıkların bahsedilen isyan olayları ile hiçbir suçlarının olmadığı, yakında salını verilecekleri…”[21])

[Gerekçeli Karara devam] : ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği;(CEVAP: Hiçbir delile dayanmayan vicdani kanaate (!) bir örnek de bu iddiadır. Tersi yönde ifade ve evraklarla Atıf Hoca buna cevap verdiği halde dikkate alınmamıştır.)

[Gerekçeli Karara devam] : çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vasıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibariyle de 31 Mart irtica hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinob’a sürüldüğü ve bundan başka milli mücadelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teali-i Islam Cemiyeti adına düzenlediği beyannameleri sonradan aldığı çeşitli inkar tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklali ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı (CEVAP: Nihayetinde mesnedsiz, delilsiz iddialar sona ermiş ve dolgu malzemesi olarak geçmişine dair karalamalara geçilmiştir. Bu durum hukukçuların “zoraki yorum” dedikleri olguya tekabül etmektedir. Üstelik bu konularla alakalı Iskilipli mahkemeye -tekzibname makbuzu gibi- evraklar sunduğu halde. Ayrıntılı cevap aşağıda verilecektir.)

[Gerekçeli Karara devam] : ve yeniliğe ve Cumhuriyete daimi bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hadisesi ile maddeten ve manen alakadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığı ve ortaya çıktğı (CEVAP: Hangi deliller?! Bu deliller Giresun’daki heyetin elinde yok idi de, nasıl olup da 2-4 Şubat arası Ankara’daki heyetin eline ulaştı? Ulaştı ise neredeler? Zabıtlarda yoklar! Savcı bile “vicdani kanaatin zanla oluştuğunu…” belirtirken, heyetin bu yalan ve iftira üzerine oturan gayreti hangi hukuk terimleriyle açıklanabilir?! )

[Gerekçeli Karara devam] : için hareketinin karşılığı olan Kanun-i Ceza-yı Umumi’nin 45. maddesinin “Her biri cürmün husulü maksadiyle ef’alimiz buradan biri ya da bir kaçını icra eylerse eşhas-ı mezkureye hem fiil denilir ve cümlesi fail-i müstakil gibi mücazat olunur” diyen muharrer fıkrası dolayısıyla adı geçen kanunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamamen veya kısmen tağyir… veya ifa-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince Iskilipli Atıf Hocanın salben idamına.”

*

Görüldüğü üzere, mahkeme kararının hemen geneli şapka risalesinin daha yazıldığı andan itibaren amaçladığı iddia edilen hedefleri, dağıtımı, etkileri vb. üzerine oturtulmuştu.

Milli Mücadele döneminde ve Mahmut Şevket Paşa ile ilgili geçmiş olaylar ise dolgu malzemesi hükmündedir. Üstelik yargılama sürecinde de Iskilipli’ye bu konularda da kısmen sorular yöneltilmiştir. Kararda bunlara gönderme yapmak apayrı bir hukuksuzluk örneğidir. Sanığın iddia edilen TIC beyannamesinin tekzib edildiğine dair mahkemeye sunduğu somut deliller Mahkeme Reisi Kel Ali başta olmak üzere heyet tarafından dikkate alınmamış, aksine Iskilipli yalancılık ve durumu kurtarma çabası gütmekle itham edilmiştir. Isnadlarla ilgili olduğu iddia edilen deliller sıralan(a)mamıştır. Çünkü Giresun mahkemesi örneğinde de görüldüğü üzere isnadları ispat edecek illiyet bağları kurulamamıştır. Ve oybirliği ile alınan karar tamamen kılıf hükmündedir. Iskilipli’nin hükümete karşı ya da “…Anayasayı kısmen ya da tamamen tağyir…” suçunu işlediğine dair delil diye sunulan belge ya da itiraflardan değil; ancak mahkeme heyetinin dünya görüşlerine uymayan hususları, onun kitaplarından, fikirlerinden, hayat biçiminden ve geçmişte işlediği iddia edilen cürümlerden çıkarsamalar yaparak alınan bir karardan söz edilebilir.

Açıkça görüldüğü gibi, Iskilipli Atıf Hoca, “Milli Mücadele döneminde işlediği iddia edilen suçlardan” dolayı değil, Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı için idam edilmiştir.

Nitekim Prof. Dr. Mete Tunçay bu konuda şunları yazmaktadır:

“Atıf Hocanın savcı tarafından hapsi istendiği halde idama mahkum edilmesi, hele aleyhindeki başlıca suçlamanın, olaylardan çok önce yayımlanmış bir risale olması dolayısıyla, Istiklal Mahkemesinin en haksız kararlarından birini oluşturmuştur.”[22]

*

Teali-i Islam Cemiyetine Ait Olduğu Iddia Edilen Beyanname Meselesi

*

iskilipli atif hoca sapka, iskilipli atif hoca sapka icin mi asildi, iskilipli atif hoca frenk mukallitligi ve sapka, iskilipli atif hoca istiklal mahkemeleri,

***

Teali-i Islam Cemiyetine ait olduğu öne sürülen ve Yunan uçaklarından atıldığı ifade edilen beyannamenin kısa hikayesi şöyledir:

Milli Mücadele aleyhinde bir beyanname yayınlanacaktır. Bu konuda da seçilen cemiyet, hem halk üzerindeki etkisi hem de temiz siciliyle TIC olacaktır. Bu girişime şiddetli itirazları olan Iskilipli Atıf ve Tahiru’l-Mevlevi beyannamenin cemiyet namına mühürlenmemesi için bir mücadele içerisine girerler ve başarılı olurlar.[23]

Netice itibariyle bu olayın ardından cemiyetten istifalar söz konusu olmuş, başkan Iskilipli Mehmed Atıf da konuyla ilgili yargılanması esnasında, beyannamenin yayınlanmasından sonra cemiyetle alakasının kalmadığını beyan etmiştir.[24]

Tahiru’l Mevlevi bu konuda şunları aktarıyor:

“Hükümet namına söylüyorum ki diye başlayan ve beyannamenin mutlaka mühürlenmesi lazım geldiğini, aksi bir durumun vatana ihanet sayılacağı ikazına rağmen yapılan oylamada beş kişi reddine, beş kişi de kabulüne taraftar olmuş, fakat başkan Atıf efendinin red oyu kullanması ile beyannamenin mühürlenmesi reddedilmiştir.”[25]

Bu durumda Yunan uçaklarından atıldığı iddia edilen beyanname Teali-i Islam Cemiyeti’ne ait değildir. Çünkü TIC toplantısında bu konuda karar alınması engellenmiş ve bu beyannameye TIC’in mührü vurulamamıştır. Dolayısıyla uçaklardan atılan beyannamenin altında varolduğu iddia edilen Teali-i Islam imzası hükümsüzdür.

Iskilipli Atıf Hoca, beyannameyle bir alakasının olmadığına dair Vakit gazetesinin 1034. nüshasında[26], Ankara Istiklal Mahkemelerine makbuzunu sunduğu tekzibname/yalanlama da yayınlanacaktır. Böylece Iskilipli Atıf Hoca, beyannameyle bir alakasının olmadığını ispatlamasına rağmen, heyet başkanı Kel Ali tarafından azarlanmıştır. Kel Ali’nin;

“Sen bunu ancak gizli bir maksad için yaparsın…baktın ki aksi tesir yaptı, Anadolu halkı Milli mücadeleye destek verdi…”[27] diyerek çıkışması, kendisine sunulan bu delil karşısında ne yapacağını şaşırarak hakaretlere başvurması, Istiklal mahkemelerinde ne ilk ne de sondur!

Iskilipli Atıf Hoca bu hususta mahkeme heyetine şunları söylemiştir:

“…eğer öyle olsaydı onlarla beraber olurdum, cemiyete devam ederdim. Halbuki devam etmedim. Bu da bir delildir.”

Kemalist tarihçilerin iddia ettikleri gibi eğer Iskilipli Atıf Hoca, bu konudan dolayı hukuken ithama maruz kalmış ve idam edilmiş ise sormak gerekiyor; “O halde aynı konudan sorgulanan Teali-i Islam Cemiyeti’nin diğer üyesi Tahir’ul Mevlevi’ye mahkeme heyeti neden inanmış ve beraatine karar vermiştir?”

*

Mahkeme Zabıtları:

istiklal-mahkemesi-iskilipli-atif-hocanin-sorgusu-5istiklal-mahkemesi-iskilipli-atif-hocanin-sorgusu-6istiklal-mahkemesi-iskilipli-atif-hocanin-sorgusu-7

***

Hukuk tarihinin neresinde görülmüştür ki, savcılık makamının 3 ila 15 yıl talep ettiği[28] bir ceza bir gecede “salben idam”a çevrilsin? Tersine, genel teamül savcının isteğinin altında bir cezanın verilmesidir. Hadi heyet savcının talebini yetersiz görmüş olsun, bu da derece farkı itibariyle 18 yıl olur, 20 yıl olur. Ama burada mahiyet itibariyle farklı bir hükme varılmış ve idam kararı verilmiştir.

Kimden ve nereden gelen emir, direktif ya da şifre ile daha önce Giresun mahkemelerinde beraat eden; Ankara’da savcının üç ila onbeş yıl talep ettiği Iskilipli Mehmed Atıf Hoca bir gecede alınan kararla idam edilmiştir!?

Bazı tarihçilerce Iskilipli’nin Yunan askerleriyle ilgili yazdğı iddia edilen yazılar konusu ispata muhtaçtır. Nerededir bu yazılar? Iskilipli’nin yazdığı gazete, dergi ve risaleler ortadadır. Bunlardan birinde bu türden bir yazı dahi yayınlanmış olsa, vatanperver(!) tarihçiler bunları bulup çıkarmazlar mıydı?

Daha Ittihat Terakki döneminden itibaren, Mahmut Şevket Paşa suikastıyla da ilişkilendirilerek hain olduğu iddia edilen bir kimse Donanma Cemiyeti için kitap yazar mı? Gelirini bağışlar mı? Donanmadan takdirname alır mı?[29] Dönemin Hükümeti tarafından “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medreseleri Ibtidai Dahil Medresesi Umum Müdürü” olarak vazifelendirilir mi?[30] Ingilizlerle işbirliğine dair ne türden bir ilişki biçimi söz konusudur? Aksine Yunan işgalini ilk protesto eden ve Ingilizlerin de içinde bulunduğu Itilaf güçlerinin bulunduğu binaya giderek kınama bildirisini okuyan cemiyet, Iskilipli Atıf Hoca’nın başkanı olduğu cemiyettir.[31]

Donanma Cemiyetinin Atif Hoca'ya gönderdikleri Takdirname...

Donanma Cemiyetinin Atıf Hoca’ya gönderdikleri Takdirname:

Bab-ı Meşihat Medaris Müfettişlerinden Iskilipli Mehmet Atıf Efendi Hazretlerine!

Kuvve-i Beriyye ve Bahriyenin Nazar-ı Şeraitte ehemmiyet ve vücubunu müsbit makale-i aliyelerinin risale şeklinde tab ve tevziinden hayli istifade edilmiş ve donanmanın nazar-ı umumiyede muhafaza-i hukuk için lüzumunu müeyyet daha vasi’ bir tarzda tahririni vaad ve mübaşeret buyurularak ikmali kuvve-i karibeye gelmiş olan risalenin şimdiye kadar hitam bulmuş olacaği me’mul bulunmuş olduğundan, bunun da tab olunmak üzere irsali hususuna inayetleri temennası takdim ve te’yid ihtiramat-ı mahsusamıza vesile ittihaz kılınmıştır efendim!”

***

Atif Hoca'nin Istanbul medreselerini islah icin kurulan komisyona tayinini bilidren mesihat tezkeresi

Atıf Hoca’nın Istanbul medreselerini ıslah için kurulan komisyona tayinini bilidren meşihat tezkeresi

Istanbul
Darı Meşihat-ı Islamiye
Mekteb-i Kalemi
Aded-sayı
Dersaadetin Iskilipli Mukrametlu Muhammed Atıf Efendi’ye
Mukrametlu efendim,
Darul Hilafetul Aliye, Medrese-i teşkilatında ve buna müteferri hususatında Dersiam Efendilerin hukukunu suret ve derece temin edilmiş olduğunu tetkik ile ta’dili lazım kilasına suver-i icraiyetine itila halinde çare ıslahiyeti nail etmek ve netice-i müzakeratını makam-ı mec’ine beyan etmek üzere fetva emini Semahatlu Efendi hazretlerinin riyaseti altında teşkil-i tensip olunulan komisyona imzalanan zat-ı şerifleri de tayin edilmiş olduğunu beyanı siyakında tezkere-i Meci’i terkim kılındı.

4 Rebiulevvel 1338(1919)
Şeyh-ul Islam
Imza

***

Atif Hoca'nin istirak ettigi müteaddit komisyonlarindan birine tayinini bildiren mesihat tezkeresi...

Atıf Hoca’nın iştirak ettiği müteaddit komisyonlarından birine tayinini bildiren meşihat tezkeresi:

Istanbul

Dar-ı Meşihat-ı Islamiye

Darul Hilafetul Aliye, Iptidai dahil Medrese-i Müdüri Umumisi Faziletli Efendim,

Darul Hilafetul Aliye Medarisi Ders Cetvellerinin tetkiki ve yeniden icap eden kadrosunun tanzimi zımnında Müsteşar Semahati Efendi Hazretlerinin riyaseti altında teşkili Tensip olmasına Komisyonun zat-ı fadilane tertib-u me’muriyeti tensip olunduğuna Muharremin 22.Cumartesi günü zavali saat Bir’de zikrolunan komisyonda hazır bulunmaları siyakında tezkere meci’ terkim kılındı.

19 Muharrem 1338(1919) / Şeyh-ul Islam Namına / Imza

***

Mahmut Şevket Paşa’ya gelince… O, Sultan II. Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek maksadıyla Selanik’ten gelen ve aralarında 700 Selanikli Yahudi’nin oluşturduğu “Gönüllü Musevi Taburu”nun da bulunduğu “Hareket Ordusu”nun Kumandanı’dır.[32] Sultan Ikinci Abdülhamid Han’ı devirenlerin masonlar olduğu ise artık sır değildir.[33] Dolayısıyla kimin hain olup olmadığını okuyucular daha iyi takdir edeceklerdir.

Madem ki Iskilipli’nin geçmişinde, “suç”muş gibi deklare edilen Cumhuriyet’e, yeniliklere düşmanlık, inkılab ruhuna aykırılıklar söz konusu idi; o halde 6 yıl (ya da Genel Af’tan sonra 1922’den 1926’ya kadar 4 yıl) neden beklendi? Bu ruha aykırılık içeren kitapların basımına neden izin verildi? Bu ruha aykırılık meselesi ne zamandan beri suç addedilir oldu?

*

Iskilipli Atif Hoca neden Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmiştir

*

Kemalistlere göre bırakın Iskilipli Atıf Hoca’yı, Türkiye’de hiç kimse şapka kanunundan dolayı idam edilmemiştir… Bu iddia milletin aklıyla alay etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Çünkü zaten Tek Parti döneminde kemalist rejim tarafından halka uygulanan zulüm “kanunsuzca” yapılmıştır.

Mesela “Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması” konusu da kanunlaştırılmış değildir, ancak uygulamada nice zulümler meydana geldiğini başka bir makalemizde tafsilatıyla ortaya koymuştuk.

Burada bir misalle iktifa edelim: M. Kemal Atatürk döneminde Kırşehir’de “Allahu Ekber” şeklinde tekbir alan bir müezzin hakkında işlem yapılıp Adliyeye teslim edildiği 10.1.1936 tarihli bir resmi belgede görülmektedir:

arapca-ezan-ceza-tanri-uludur-allahu-ekber-tekbir-mc3bcezzin-atatc3bcrk-ezan-kirsehir

“10.1.1936 gün ve 3/14 sayılı yazıya:

Kırşehir vilayetinin Kaman nahiyesinde arapça tekbir (yani: “Allahu Ekber”) alan müezzin Yusuf oğlu Hüseyin hakkında yapılan incelemede bilmeyerek tekbiri Arapça okuduğu anlaşılmış ve Adliyeye teslim edilmiş olduğu vilayetin bildirisinden anlaşılmıştır.

Saygılarımla arz ederim.

Başvekalete, Riyaseticumhur Umumi Katipliğine de sunulmuştur.

Dahiliye Vekaleti Vekili

(Imza).”[34]

***

Tabii bu iddialar üzerine insanın aklına hemen yakın tarih geliveriyor: Başörtüsü yasağı kanunla mı sağlanmıştı? Ya da “dininin gereği olarak başörtüsü taktığı için” bu ülkede ceza alan bir kişi dahi vakii midir? Anayasa’da laiklik ilkesi dururken, ceza kanunlarında bunca madde varken, yönetmeliklerle işler yürütülebiliyor iken, bir kişiyi “dininin gereği olarak başörtüsü taktığından ötürü” cezalandırmaya ne hacet? Bu fazlaca “dürüst” ve halkın sabrını gereksizce zorlayan bir tutum olmaz mıydı?

Kaldı ki M. Kemal döneminde tesettür hakkında bir kanun çıkarılmadığı halde örtünenlere para cezası öngörülmüş ve işgalci Fransız askerlerinin dahi yapmadığı zulümler Müslümanlara reva görülmüştür.

Buna dair de bir misal verelim:

23 Nisan 1937’de peçe ve çarşafın giyilmesi Içişleri Bakanlığı tarafından -kanun olmaksızın- yasaklanmış, yasağa uymayanların 25 liraya kadar cezalandırılmaları emredilmiştir:

“Peçe ve çarşaf yasağı hakkında muhtelif teşekküllerce alınan tedbir ve kararların tatbikatta zorluklar doğurduğu görüldüğünden mevzuun tevhit ve telifi zarureti hasıl oldu. Bu itibarla aşağıdaki esas dahilinde işin takibini dilerim. Bilgisi ve yaşayışı ilerlemiş milletler arasında mevki almış olan milletimizin seviyesi yükselmiş ve siyasi rüştünü ispat etmiş bulunan kadınlara lâyık olduğu medeni hakkını vermek her vatandaş için vatani ve insani bir borçtur. Medeni vasıflarla donanmış bir milletin kadınlarında görülmesi asla yakışık almayan peçe ve çarşaflara ötede beride ara sıra rastlanmaktadır. Bunlara ilaveten lüzumsuz yere şemsiye ve atkı kullandığı görülmektedir. Neslimizin elde ettiği bugünkü muvafakıyet prensibe, rejime itaat ve sadakat sayesindedir, Türk medeni rejimi ise asla bu gibi çirkin ve alelacayip kıyafetlere taraftar değildir. Her vatandaş şunu iyice bilmelidir ki, inkılaba, rejime uymayanlar irticaa meyyal ve bu çirkin arzu ve meyil ile malûl (hasta) telâkki edileceklerdir. Bu, medeni haklarını çok iyi kullanan erkeklerin eşleri için milli ve kanuni bir vazife ve borçtur.

Bilgileri, görgüleri itibariyle Orduluların hiçbir idari tedbire mahal bırakmadan bu neticeyi fiilen teyit edeceklerine kani olmakla beraber 23 Nisan 1937 tarihinden itibaren Peçe, Çarşaf, Peştamal ve emsali gayri medeni kıyafetler yasağını koymuş bulunuyorum. Esbabı mucibesi (gerekçesi) şudur:

A- Kadına medeni hakkını vermek.

B- Zabıta vazifesini zorlaştırmamak ve emniyeti temin etmek.

C- Irticai alamet ve zihniyetleri ortadan kaldırmak olduğuna göre bu neticeyi elde etmeye mani her tedbir ve şekil çarşaf ve peçe gibi ceza tehdidi altında bulunan yasaklardan olduğu da göz önünde tutulmalıdır.

Bu tarihten sonra böyle kıyafetle görüleceklerin adreslerini şehirlerde, kasabalarda zabitai belediye ve polis memurları ve köylerde muhtar, ihtiyar meclisi azaları tespit ederek mahallin en büyük mülkiye memuruna bildirecek ve bunlar vilayet idaresi kanunu gereğince beş liradan yirmi beş liraya kadar para cezasıyla cezalandırma yönüne gidilecektir.”[35]

atatc3bcrk-carsaf-yasagi-atatc3bcrk-pece-yasagi-atatc3bcrk-tesettc3bcr-yasagi-atatc3bcrk-basc3b6rtc3bcsc3bc-belge-23-nisan-1937

Içişleri Bakanlığı’nın Çarşaf, Peçe ve Peştemal yasağı hakkında genelgesi… Yasağa uymayanların 25 liraya kadar cezalandırılmaları emrediliyor…

***

Yukarıda belgelerle ortaya koyduğumuz gibi, Ezan-ı Muhammedi okuyanlar ile örtünenlerin Ezan ve Örtünme kanunu gibi bir kanundan dolayı ceza almadıkları gibi, elbette şapka kanunu dolayısıyla ortaya konulan tepkilere imza attıkları iddia edilen şahsiyetlerin de hiçbiri şapka kanunundan dolayı ceza almamıştır. Ya isyana teşvik, yataklık vs. ya geçmişinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan yargılanmışlığa gerekçeli kararlarda hukuksuzca atıf yapılarak ya da Iskilipli Atıf Hoca’da görüldüğü üzere Ceza Kanununun 45 ve 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” gibi delile ihtiyaç hissettirmeyen “vicdani” (!) kararlarla hüküm giymişlerdir. Ancak bu kişiler mahkemelerde sürekli olarak şapka konusunda takındıkları tavırlar, geçmişte yazdıkları yazılar, yine geçmişte ya da o günlerde yaptıkları vaaz ve nasihatlar ve olaylara katıldığı sabit görülmüş(!) insanları tanıyıp tanımadıkları üzerinden sorguya çekilmişlerdir.[36]

Bu keyfî hüküm vermelere dair başka bir misal verilecek olursa Izmir Suikasti yargılamaları kâfî gelir. Emeli, yalnızca M. Kemal’in direktifiyle katledilen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in[37] intikamını almak olan Ziya Hurşit, M. Kemal’e suikast teşebbüsünde, o da nakıs (noksan: henüz hazırlık safhasında) teşebbüste bulunmasına rağmen tıpkı Iskilipli Atıf Hoca gibi Ceza kanununun 55. Maddesi uyarınca “…Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tamamen veya kısmen tağyir…” suçundan idama mahkum edilmiştir.[38]

Oysa Ziya Hurşit, tevkif edildiğinde mer’i (yürürlükte) olan 46’ncı maddeye göre cezalandırılmalıydı:

“Suikast fikri tahakkuk etmemişse, kanunun sarahati olmayan yerlerde cinayet telakki olacak cürmü, bir seneden eksik olmamak üzere kalebentliğe tahvil olunur.”

Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kemalist rejim kanunsuz hareket etmiştir.

Nitekim M. Kemal kanunsuz hareket edebileceklerini şöyle itiraf ediyordu:

“Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse o kanunları değiştiririz, yeni kanun yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz.”[39]

“…bu yolda her şeyin üstüne çıkarak…”

Yani bu demektir ki;

“Sıkışırsam kanun da tanımam, asarım, çalarım, keserim…”

O dönemin kanun anlayışını ve Istiklal Mahkemelerinin niteliğini göstermesi açısından Istiklal Mahkemesi üyelerinden Lütfi Müfit’in sözleri de oldukça önemlidir:

“Bizim muayyen milli gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.”[40]

Bilmem başka söze gerek var mı?

Iskilipli Atıf Hoca ve onun gibi nice değerli, yılların mahsulü ortamlarda yetişmiş, nesillerin ifsadını engellemeye dönük çabalar içerisinde olan şahsiyetler bu coğrafyada yepyeni bir ulus-toplum yaratma adına “Tek Adam Diktası”nın amaç ve hedefleri doğrultusunda, evrensel fıtri değerlerin ayaklar altına alındığı “Diktatoryal Tarih”in kurbanları olarak şehadet şerbetini içmişler ve bu dünyadaki görevlerini tamamlamış olarak Rablerinin huzuruna kavuşmuşlardır. Mezkur tarihi süreci kutsayan ve onları itibarsızlaştırmaya çalışanları da yanlışlarından dönüp ilim ve hidayet yolunda hakkı ve hakikati gereğince sorgulamaya ve Allah’ın tüm insanlığın mayasına ektiği fıtri (ve diktatoryal tarih boyunca ayaklar altına alınmış) değerlere davet etmekle mükellefiz.

Onların itibarları devlet tarafından iade edilsin ya da edilmesin, o itibar eserlerinde, salih amellerinde, mücahedelerinde, bizim gönmüllerimizde, kalplerimizde, akidelerimizde ve hafızalarımızda capcanlıdır. Rabbimize duamız, onlara olan vefa borcumuzu gereğince yerine getirebileceğimiz sorumluluk duygusunu bizlere bahşetmesi, onların gerçek hikayelerini çocuklarımıza ve yeni nesillere layıkınca aktarabilmeyi nasip etmesi, bu yolda göstereceğimiz cehd, gayret ve azmin karşılığında din günü bizleri Atıf Hocaların arasına katarak, şehid ve şahitlerle birlikte haşretmesidir!..[41]

*

Iskilipli Atıf Hoca Ingiliz Muhipler Cemiyeti’ne üye miydi?

Iskilipli Atıf hocanın Ingiliz Muhipler Cemiyeti’ne üye olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Nitekim “Atatürk Araştırma Merkezi” tarafından yayınlanan “Ingiliz Muhipler Cemiyeti” isimli kitapta Iskilipli Atıf hocanın ismi dahi geçmez. Ama M. Kemal’in adamı Abdullah Cevdet cemiyetin “kurucuları” arasında yer alır. Cemiyetin beyannamesini kaleme alan da odur![42] Cemiyetin ideolojisi bile Abdullah Cevdet’in katkılarıyla oluşturulmuştur. Bu ideoloji, “Biricik kurtuluş yolu olarak Anadolu’da Ingiliz manda ve himayesinin gerekliliğini savunmak ve bunu gerçekleştirmeye çalışmak” olarak belirlenmiştir.[43] M. Kemal’in adamı Abdullah Cevdet Ingiliz mandasını bile savunmuş[44] ve hatta Milli Mücadele taraftarlarını ingilizlere gammazlamıştır. Onun gammazlaması neticesinde meşhur “Bekirağa Bölüğü”ne tıkılan Zekeriya Sertel bu ihaneti bakın nasıl ifşa ediyor:

“Aynı binada bulunduğumuz için aramızda iyi komşuluk ilişkileri vardı. Biz arkadaşlarla salonda toplu bir halde yeni kurulacak örgütün biçimini kararlaştırmak üzere hareketli bir tartışmaya dalmıştık. Birden kapı açıldı. Abdullah Cevdet’in küçük kızı babasının elinden kurtularak salona daldı. Babası da onun arkasından içeri girdi ve bizi toplantı halinde buldu. Yirmi dört saat sonra hepimiz Ingiliz polisi tarafından tutulup ”Bekirağa Bölüğü”ne atıldık. Belli ki, Mütareke’de lngiltere’nin ajanlığını kabul etmek alçaklığına düşen ve lngilizler tarafından himaye edilen Abdullah Cevdet, efendilerine yaranmak için bu toplantıyı haber vermişti. Kendisine saygı duyduğum bu adam bana böyle bir oyun oynamıştı. ‘Bekirağa Bölüğü’nden kurtulup eve döndüğüm zaman kendisiyle merdivenlerde karşılaştım. Sanki hiçbir şey olmamış gibi beni güleryüzle selamlamak istedi. Yüzüne tükürdüm:
-Yaptığın alçaklıktan utan, dedim.
Fakat onda utanacak yüz yoktu. Meşhur Türk edibi Süleyman Nazif onun için, yüzünün çopurluğunu ima ederek, “Cenabı Hak hayayı onun yüzünden tırnakla kazımıştır,” demişti. Kendisini savunmaya bile lüzum görmeden çekilip gitti. Çünkü suçu meydandaydı.”[45]

Peki bu adam idam edildi mi?!

Edilmediği gibi M. Kemal ile de irtibat halinde idi. Kitabı “Devlet matbaası”nda basıldı. Çünkü O, Iskilipli Atıf Hoca gibi dini değil, dinsizliği savunuyor[46] ve buna rağmen M. Kemal tarafından Çankaya’ya davet ediliyordu.[47] Bu adam aynı zamanda CHP’nin ideologlarındandı.

Peki bu adam neden idam edilmedi?!

*

abdullah-cevdet-ingiliz-muhipler-cemiyeti-iskilipli-atif-hoca-atatc3bcrk-abdullah-cevdet-tanrisizligin-ilmihali-sagduyu-m-kemal-abdullah-cevdet-m-kemal-sagduyu-tanrisizligin-ilmihali-at

Ingiliz mandacısı ve Ingiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından Abdullah Cevdet’in tercüme ettiği dinsiz Jean Meslier’in “Sağduyu, Tanrısızlığın Ilmihali” isimli bu kitap M. Kemal Atatürk’ün talimatıyla “Milli Eğitim Bakanlığı” tarafından “Devlet Matbaası”nda basıldı…

***

*

Mehmet Sılay’ın Mahkeme tutanaklarına dayanarak kaleme aldığı Iskilipli Atıf Hoca’nın muhakemesinden bir bölüm:

*

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 7

iskilipli atif hoca neden idam edildi, Iskilipli atif hoca hain miydi, iskilipli atif hoca neden asildi, iskilipli atif hoca vatan haini miydi 8

***

Iskilipli Atıf Hoca, başındaki sarık, sırtındaki cübbesi Osmanlı ulema kıyafetiyle her zamanki gibi sakin ve mütevekkildi. Ismi okununcaya kadar beklemiş, okununca da ayağa kalkmıştı.

Mahkeme reisi Kel Ali (Ali Çetinkaya), sert, gazap dolu bakışlarla onu süzdü. Adı, işi, şimdiki meşguliyeti onu ilgilendirmiyordu. Ilk sorusunu aksi bir tavırla Atıf Hoca’ya yöneltti.

“Senin başka mevkufiyetin (tutuklanman) oldu mu?”

-“Oldu efendim, bundan 17 yıl önce, 31 Mart 1909 hadisesinde yine böyle sebepsiz yere tevkif edilmiştim. Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra 600 kişiyle birlikte bir şilep ambarında Sinop’a sürgün edilmiştim. Bu sürgün bir buçuk yıl sürmüştü. Hala hakiki sebebini bilemiyorum.”

“Nasıl olur da sebebini bilmezsin?”

-“Söylemezlerse nereden bileceğim efendim! Her fırsatta sorduğumuz halde cevap alamıyorduk. Ancak bir buçuk yıl sonra ‘Afedersiniz, bir adli hata olmuş’ demeyi itiyat edinmişlerdi. Sinop sürgününden dönüşte de ‘Kusura bakma kardeşim bir yanlışlığa kurban olmuşsun’ dediler.”

“Ne zamandan beri siyasetle meşgulsün?”

-“Hiçbir zaman siyasetle meşgul olmadım. Ben ömrümü ilim ve irfana hasrettim!”

“Ya üye olduğunuz cemiyetler?”

“-Mensup olduğum cemiyetler yalnız ilim cemiyetleridir. Ancak bir defa ve sadece vatan kaygusuyla Yunanlıların Izmir’i işgali sırasında bir beyanname yazarak Itilaf devletleri mümessillerine vermiştik. Izmir’e tecavüz ve taarruzu protesto etmek maksadıyla yazılmıştı. Izmir işgalini şiddetle protesto ettik. Tek siyasi hareketim budur. Teşkil ettiğim Cemiyet-i Müderrisin ise müderrislerin hukukunu savunmak içindir. Burada himaye ve siyanete muhtaç olan talebelere ve hocalarına yardımcı olmak gayemizdir. Tekrar ediyorum siyasetle hiçbir zaman meşgul olmadım.”

“Fakat sizin siyasetle meşgul olduğunuzu söyleyenler var!”

-“Benim hayatım meydandadır. Siyasetle meşgul olduğumu söyleyenler bunu ispat etmek zorundadır. Tarafınızdan, iddialarını ispata davet edilmelidirler. Aksi halde yalancı bedbahtların iftiralarına itibar caiz olmaz!”

Mahkeme Reisi Kel Ali için sıra can alıcı soruya gelmişti. Kasılarak ve müstehzi bir tavırla sordu:

“Peki, Frenk Mukallitliği kitabını ne zaman ve niçin yazdın?”

-“Iki sene önce yani 1924 yılında yazmıştım. Maksadımız sarihti. Mukallitliğin her türlüsü mekruhtur. Japonya’yı göz önüne alın. Garp aleminin iyi taraflarını, faydalı ilim ve tekniğini almış. Fakat kendi din ve yerli geleneklerini muhafaza etmişler. Elbette ilim ve teknikleri araştırılır, faydalı olanlar alınır. Ancak körü körüne mukallitlik yapmayalım diye yazdım.”

“Yayınlamadan önce kimseye gösterdin mi? Resmi mercilerden izin aldınız mı?”

-“Tabii, basılmadan hatta matbaaya verilmeden önce sekiz nüsha kopyalarını çıkarıp Istanbul Maarif Müdürlüğü’ne, iki nüshayı da Matbuat Müdüriyeti Umumiyesi’ne verdim.

Okudular, tetkik ettiler. Sonra da: ‘Hoca Efendi çok lüzumlu bir mevzuya temas etmişsin. Sa’yin meskur olsun, Indallah’ta amelin makbul olsun inşaallah! Seni yürekten tebrik ve takdir ederiz!’ dediler.
Usulen Ruhsat-ı resmiyesini de verdiler.”

“Demek neşir izni de verilmiş öyle mi?”

-“Aynen öyle efendim. Ilgili makamlardan sorulabilir, gerekse de kitabı tetkik eden müfettişlerden sorulabilir. Resmi ruhsatı da dosyanızda mevcuttur. Bu kitabı memlekete faydalı olmak maksadıyla yazmış olduğumu bütün ilgililer tasdik ederler. Zira etmişlerdir.”

“Peki, şapka kararnamesinden sonra bu toplatılan kitaptan sattın mı?”

-“Haşa, bu kararname çıktığı dakikadan itibaren bir tek kitap dahi satılmamıştır. Ama kararname çıkmadan önce alıp okumuş olanlar elbette vardır.”

Mahkeme reisi Ali Çetinkaya bu sefer de elindeki gazeteyi Atıf Efendi’ye göstererek lafı dokunduracak şekilde konuştu:

“Ancak yazdığın bu kitabın mazarratından -zararlı yayın- olduğundan bahsediyorlar.”

-“Arz edeyim efendim! Bu kitabın yayınlandığı zaman, şu anda elinizde tuttuğunuz Son Telgraf gazetesi aleyhimde neşriyat yaptı. Bunun üzerine mahkemeye müracaat ettim ve gazete aleyhine dava açtım.

Mahkemenin verdiği kararda, mahkeme heyeti, kitabın muzır -zararlı- olmadığını ekseriyetle kabul ederek Son Telgraf gazetesini şahsıma 100 lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti.

Bu mahkeme kararı da dosyada mevcuttur.”

Mahkeme reisi Ali Çetinkaya’nın, Atıf Hoca’nın bu belgeli-delilli açıklamasından sonra söyleyecek sözü kalmamıştı. Çünkü davanın esasını teşkil eden Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabı, ilgili kanun çıkmadan bir buçuk yıl önce basılmış. Baskıdan önce bakanlıktan resmi ruhsat alınmış. Ayrıca zararlı yayın olmadığıyla ilgili mahkeme kararı da dosyada mevcut, yani şapka kanunu çıkmadan önce yayınlanan, küçük boy broşür hüviyetinde, 32 sayfa, 2 forma ve Kader Matbaası’nda basılmış olan bu kitap, yazarını mahkum ettirecek bir gerekçe değildir, içeriğiyle de bir suç aleti hiç değildir.

Reis Ali Çetinkaya’nın tavrında sanki Iskilipli Atıf Hoca’yı ortadan kaldırmak için aleyhte belge ve gerekçe toplanmak isteniyordu. Şapka giymeye itiraz etmiş ve şapka kanunu aleyhinde konuşmuş olanları bir kere de “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesinin yazarı Atıf Hoca aleyhine konuşturmak istiyorlardı.

31 Ocak 1926 Cumartesi günü Mahkeme reisi Kel Ali, şapka karşıtı oldukları için tutuklanan Uşak Imam-Hatip Okulu Müdürü Antepli Salih Hoca, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin Efendileri, kendi muhakemeleri-duruşmaları bittiği halde, üçünü de huzura çağırıyor ve Iskilipli Atıf’la yüzleştiriyordu.

“Atıf Hoca’yı tanıyor musunuz?”

“Atıf Hoca’nın yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabını en son ne zaman sattın?”

“Kaç tane sattın?”

“Kimlere sattın?”

Hemen bütün cevaplar birbirine benziyordu.

“Efendim biz bu risaleden-kitapçıktan şapka kanunu çıkmadan çok önce satmıştık. Kanun çıktıktan sonra ise elimizde kalan birkaç nüshayı da mangal ateşinde yakmıştık!”

Mahkeme reisi Ali Çetinkaya, nam-ı diğer Kel Ali bu sefer Antepli Salih Hoca’yı sıkıştırmaya başladı.

“Fakat senin Uşak’taki dükkanında yapılan taharriyat -arama- esnasında iki adet Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabı bulunmuştur. Buna ne dersin, nasıl açıklarsın?”

Antepli Salih Hoca tekrar cevap verdi.

“Efendim bulunan o iki kitap, işler iyi gitmediğinden dükkanı tahliye edip, daha sakin bir tarafa naklederken eşyalar arasında unutulup kalmış. Hacmi küçük olduğundan, ince bir risaledir gözden kaçmış. Diğer eşyalarla birlikte ambara atılmış. Zaten bu iki nüsha da rafta -vitrinde- değil, taharriyat arama sırasında ambarda bulunmuştur. Yani bulunan bu iki adet Frenk Mukallitliği ve Şapka ne satışa çıkarılmış, ne de zinhar okunmak üzere meydanda bırakılmıştır.”

Antepli Salih’in verdiği cevapları mahkeme reisi yeterli bulmuyordu. Bu açıklamalar da onu tatmin etmiyordu.

Bir kere daha hışımla sordu:

“Sen Iskilipli Atıf Hoca’yı nereden tanıyorsun?”

Antepli Salih tekrar uzun uzun anlatmaya başlarken, hakim uyarıyor:

“Kısa kes, kısa!”

“Efendim ben Atıf Hoca’yı yıllardan beri okuduğum, Eşref Edip Bey’in neşrettiği meşhur Sebilurreşat dergisindeki yazılarından tanıyorum. Birçok okuyucusu gibi ben de bu muhterem ilim adamını herhangi bir sebeple Istanbul’a gittikçe ziyaret ederim.

Ayrıca -Mahfel- mecmuasındaki yazılarını zevkle istifade ederek okurdum. Bu güzel -uyarıcı- yazıların muharririni yakından tanımak arzusu ile Fatih semtindeki makamına kadar gidip, kısa bir sohbetle tanışmıştım.

Birçok memleket münevveri için Iskilipli Atıf’la tanışmak, onun sohbet meclisinde bulunmak bir şereftir!”

Mahkeme reisi Ali Çetinkaya Antepli Salih’in Atıf Hoca’yı böyle övgüyle anlatmasına dayanamayarak sözünü kesti.

“Yeter anlaşıldı!”

Yüzünü Ihsan Mahmut Bey’e çevirdi.

“Sen söyle bakalım! Sen Iskilipli Atıf Hoca’yı tanıyor musun?”

-“Efendim, ben maarif nezaretinde mümeyyiz idim. Bakanlığımıza tayini yapılan Çorumlu bir memur aracılığıyla bizzat vicahen tanıştım. Daha önce de dergilerdeki yazılarından Iskilipli ismi bizim için aşina idi.”

Mahkeme reisi Kel Ali, aynı soruyu sırayla Hüseyin Efendi ile Yağlıkçızade Mustafa’ya da sordu:

“Sen Iskilipli Atıf’ı nereden tanıyorsun?”

Kime sorsa kısa-uzun fakat övgü dolu cevaplar alıyordu. Kaşları çatılmıştı, gergindi. Duruşmaları kerhen sona erdirdi. Savcı Necip Ali’nin iddianamesini okuması için muhakemeler 2 Şubat 1926 Salı gününe bırakılıyordu.

Hiçbir tutuklu için avukat tutulmasına izin verilmeyen ve temyiz hakkı da olmayan yani insanlık tarihinde Endülüs Engizisyonu hariç dünyada benzeri olmayan bir mahkemeydi. Mahkeme sürerken, kararı etkileyeceği endişesiyle açıktan fikir beyan edilemezdi. Fakat Kılıç Ali, gazetecilerin bir sorusuna cevabi açıklamalar yapıyordu.

“Iskilipli Atıf Hoca ve refiklerinin muhakemeleri bitmiş gibidir! Karar bir-iki güne kadar tefhim edilecektir. Yapılan muhakeme neticesinde son irtica hareketlerinin Istanbul’un hiçbir veçhile alakadar olmadığı bir kere daha teeyyüt etmiştir! -doğrulamıştır-“.

Ankara Istiklal Mahkemesi reislerinden Kılıç Ali, Istanbul’da mukim bulunan -ikamet eden- Atıf Hoca ve rüfekasını -arkadaşlarını- irtica hareketleriyle ilgili saymamaktadır.

Eğer bu, Kılıç Ali’nin şahsına has sadist bir mizah denemesi değilse mahkemenin kanaati budur. Bu karar Atıf Hoca ve diğer tutukluların beraat müjdesidir bir bakıma. 2 Şubat 1926 Salı günü duruşmalarda görüleceği üzere ortada ceza verecek nitelikli bir suç ve suçlu yoktur. Evrensel hukuk normları böyle hükmediyordu.

2 Şubat 1926 Salı günü başlatılan duruşmada savcı Necip Ali, hazırladığı uzun iddianameyi ağır ağır okuyor.

Rivayetlerle başlayan cümleler, belge ve kesin bilgilerden uzak, mesnetsiz, vehim, tahmin ve suizanlarla uzayıp giden bir iddianame okunuyor. Sonuç olarak savcının hakimlere sunduğu iddianame şöyle sonlanıyor: Babaeski müftüsü için Idam isteniyor.

Iskilipli Atıf, Süleyman, Fettah, Tahir Mesut, Saatçi Süleyman, Erzurumlulardan Osman, Mehmet, Telgraf müdürü Halit ve Yusuf Kenan Hocaların üç yıldan az olmamak üzere Küreğe konmaları, Hasanoğlu Semih, Memiş, Aras şirketi müdürü Cafer, Ismail, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü ile Tahirul Mevlevi Hocaların Nefyine, Tevhid-i Efkar muharrirlerinden Ömer Rıza’nın hudud haricine Sürgün edilmesine, Gostuvarlı Hüseyin, Berber Mustafa, Ispartalı Hüseyin ve kardeşi ile Mihran ve Ihsan Mahvi Efendilerin Beraatlarına karar verilmesini istiyordu.

“Iddianameye karşı sanıkların müdafaaları yarın 3 Şubat 1926 Çarşamba günü dinlenecektir!”

Ankara Istiklal Mahkemesi, evrensel adalet ve temel insan hakları adına karar verebilirse bu ülke aydınlarının, ilim adamlarının ve kitabevi sahiplerinin beraat edeceği ve serbest bırakılacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak Kel Ali, savcının 3 yıl istediği Iskilipli Atıf Hoca’ya idam cezası verdi.

Atıf Hoca, acı bir tebessümle ve ancak arkadaşlarının duyacağı bir tonda şöyle diyordu:

“Ben bu zalimlerle ancak Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşacağım!”

Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye gazeteleri diğer idamlarda yaptıkları olayı detaylara kadar anlatmak yerine atılan başlıktan sonra idam haberini bir uzun cümleyle bitiriyorlardı.

“Irtica kitapları yazarı olup Istiklal mahkemesince idama mahkum olan Iskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca haklarında idam kararı bu sabah infaz edilmiştir.”[48]

.

**********

.

KAYNAKLAR:

.

[1] Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 302.

[2] Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 299.

[3] “…mahkeme heyetinin bütün zorlamalarına rağmen, sanıkların ifadeleri ile de hocanın hiçbir rolü ve suçu olmadığı açığa çıkmıştı…” Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 112.

[4] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 289.

[5] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 272.

[6] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 275, 276.

[7] Tahiru’l-Mevlevi hatıratında, bu konuda şunları söylüyor:

“Mihran Efendi (Kitabı basan Ermeni matbaacı) de Şapka Risalesi’ni ikinci defa tab etmiş, diye getirilmişti. Halbuki herkes gibi ben de biliyorum ki risale bir defa basılmıştı. Matbu nüshaların kısm-i küllisi de Polis Müdüriyetince makbuz ilmuhaberi mukabilinde Atıf Efendi’den alınmıştı.” Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 213, 214.

[8] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 109-111.

[9] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 322.

[10] Tafsilatlı soru ve cevaplar için bakınız; Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 109-113.

[11] Atıf Hoca, bu olayla ilgili hiçbir dahli olmadığı anlaşıldığından, dönemin hükümeti tarafından “özür dilenerek” geri çağrılmış ve resmi görev alarak Istanbul’da yaşamaya devam etmiştir. Mehmet Sılay, Iskilipli Atıf Hoca (1876-1926) 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, Istanbul 2011, sayfa 20, 34, 35.

[12] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 274, 275.

[13] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 275.

[14] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 280.

[15] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 281.

[16] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 276.

[17] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam adlı hatıralarında Istiklal Mahkemelerine hakim olan hukuksuzluğu çarpıcı tablolar halinde aksettirmiştir. Tutuklu Aydemir Hacı Bayram’daki Istiklal Mahkemesi’nin ikinci kat merdiveni başındaki şahit olduğu bir sahnede iri yarı, pehlivan yapılı bir mahkeme üyesi karşısındaki hasır şapkalı gencin yakasına yapışmıştır. Onu tartaklarken şöyle bağırmaktadır:

“Nedir bu kepazelik? Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?”

Arkasına kuvvetli bir tekme yiyen genç, merdivenlerden aşağı yuvarlanırken mahkeme üyesi hızını alamayıp küfürler eder. Şapkayı erken giyerek rejime hulus çakacağını zanneden gençse kendisini güç bela sokağa atar. Ismi Hikmet Şevki’dir ve bir gazetenin adliye muhabiridir.

Görevini yapmakta olan bir gazetecinin Istiklal Mahkemesi başkanından gördüğü bu nazik(!) muameleyi anlatan Şevket Süreyya, şapka devriminden sonra, aynı mahkeme üyesinin yine aynı yerde ama tam tersine bir hareketine de tanık olur. Ne gariptir ki, bu defa onun başında hasır bir şapka vardır.

Bu iri yarı mahkeme üyesi Ali Çetinkaya’dır ve mahkeme salonundan çıkarılan bir hükümlü grubunun merdivenlerden indirilmesine nezaret etmekte, sürekli sağa sola emirler yağdırmaktadır. Tam bu sırada sarıklı bir müderris geçer önünden. Bu, az önce Şapka Kanunu’na muhalefetten idama mahkûm ettikleri Fatih müderrislerinden Iskilipli Atıf Hoca’dan başkası değildir. Aydemir, tanık olduğu sahneyi şu alevden satırlarla yansıtır:

“Hocanın yüzü sakindi. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızlarının arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken dudakları gene kımıldanıyordu.”

Az önce idam cezasını yemiş olan Atıf Hoca, şahsından hâlâ intikamını alamamış, hırsla üzerine gelen bu Istiklal Mahkemesi’nin sözde hakiminin saldırısını susarak boşa çıkarmış ve Allah’a havale etmiştir. Neyse ki, Aydemir gibi nispeten tarafsız birisinin gözünden onun metaneti, sabrı ve tevekkülü hayranlık uyandıracak derecede ölümsüz bir levha halinde tespit edilmiştir

Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 25 Baskı, Istanbul 2012, sayfa 310-312.

Ayrıca bakınız;

Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838’den 1995’e, 4. Kitap, 3. Baskı, Tekin Yayınevi, Istanbul 1978, sayfa 1357.

[18] Bu “taklid” meselesi, hocanın Frenk Mukallitliği eleştirilerine sözde cevaben gündeme getirilmektedir. Böylelikle Marks da, hocaya yönelik hukuksuzlukların küçük bir malzemesi olarak tarihi kayıtlara geçmiştir.

[19] Eserin yasaklanma hadisesinin ardından tekrar basıldığı mahkemece ispat edilememiştir. Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993.

[20] Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 221.

[21] Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839 -1950, 2. Baskı, Imge Kitabevi, sayfa 293.

[22] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Yurt Yayınları, Ankara 1981, sayfa 158, dipnot 43.

Ulusalcı gazeteci Gürkan Hacır da, Iskilipli Atıf hocanın “Frenk Mukallit­liği ve Şapka” adlı çalışmasından dolayı idam edildiğini yazar:

“Ama onu İstiklal Mahkemesi huzuruna çıkaran şey ise, “Frenk Mukallit­liği ve Şapka” adlı çalışmasıydı. Bu eserinde Frenk icadı olarak gördüğü şapka ile dalga geçiyordu. Ancak Atıf Hoca bu çalışmayı Şapka Kanunu’ndan iki yıl önce yapmıştı. İstiklal Mahkemesi bunu dikkate almadı. Atıf Hoca’yı şeriatın temsilcisi ve hilafeti canlandırmak isteyen biri olarak görüyordu. Teali İslam Cemiyeti’nin üyesi olması yeterli bir kanıttı. Yargıla­ması çok kısa sürede bitti. 4 Şubat 1926’da idam edildi.” Bakınız; Gürkan Hacır, Maamin-Bizim hep inanmamızı istediler, Profil Yayınları, 2. Baskı, Istanbul 2012, sayfa 104, 105.

[23] Bu konuda istifade edilebilecek kaynaklardan bazıları şunlardır:

Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 29,30.

Ayrıca bakınız;

Mahfel, 1340 Ca., sayı 19.

Kemal Gurulkan, Teali-i Islam Cemiyeti, Ist.Üni.Sos.Bil.Ens. TC.Tarihi Ana Bilim Dalı, Yük.Lis.Tezi, Ist.Üni. Kütüphanesi, Ist., 1996.

Tahiru’l Mevlevi ile ilgili bölümler ve Makriköylü (Bakırköy) Hasan Efendi’nin Muhakemesi. (Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 107, 108)

[24] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 109-115.

[25] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 114.

Ayrıca bakınız;

Tahir Olgun (Tahiru’l-Mevlevi), Matbuat Alemindeki Hayatım ve Istiklal Mahkemeleri, Nehir Yayınları, Istanbul 1990, sayfa 67-71.

[26] Vakit gazetesinin 1034. nüshası.

[27] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993, sayfa 114.

[28] Savcılık makamının Iskilipli Atıf Hoca için 3 ila 15 yıl talep ettiğine dair bir de gazete haberi: Vakit gazetesi, 3 Şubat 1926.

[29] Mehmet Sılay, Iskilipli Atıf Hoca (1876-1926) 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, Istanbul 2011, sayfa 29-34.

[30] Bu arada Medresetü’l-Kuzatta “Hikmet-i Teşriiyye” müderrisliği de yapmıştır. Mehmet Sılay, Iskilipli Atıf Hoca (1876-1926) 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, Istanbul 2011, sayfa 35, 40.

[31] Mehmet Sılay, Iskilipli Atıf Hoca (1876-1926) 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, Istanbul 2011, sayfa 44.

[32] Tafsilat için bakınız;

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2012/07/25/sultan-ii-abdulhamid-hani-tahttan-indiren-ittihat-terakki-ve-hareket-ordusu-kumandani-mahmud-sevket-pasa/

[33] Sultan II.Abdülhamid Han’ın masonlar tarafından tahttan indirildiğine dair malumat için bakınız;

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2012/06/10/mason-ustadi-itiraf-etti-sultan-abdulhamidi-biz-devirdik/

[34] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 490 01/590 38 1.

Kur’an ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması hakkında tafsilat için bakınız:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2012/04/29/kemal-ataturkun-eseri-kuran-ve-ezanin-yasaklanmasi/

[35] Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Dergisi:Cumhuriyetin 75.Yıldönümünde Polis Arşiv Belgeleriyle Gerçekler, Özel sayı(1998), sayfa 91.

Örtünenlere reva görülen zulme dair tafsilat için bakınız:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2013/07/01/ataturk-ortunmeye-karsi-degil-miydi/

[36] Ankara Istiklal Mahkemeleri Zabıtları (1926), (Hazırlayan: Ahmed Nedim), Işaret Yayınları, Istanbul 1993.

Ayrıca bakınız;

Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri, Milliyet Yayınları, 1998.

[37] Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti hakkında çarpıcı gerçekler için bakınız:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2013/02/22/topral-osman-ali-sukru-beyi-neden-oldurdu-ali-sukru-beyi-ataturk-mu-oldurttu/

[38] Izmir Suikastı hakkında tafsilat için bakınız:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2014/05/12/izmir-suikasti-tertibi/

[39] (1931) Ayın Tarihi, cild 25, sayı 82, 83.

O dönemin nasıl bir diktatörlük olduğu hakkında malumat edinmek isteyenler şu makalemize müracaat edebilirler:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2013/08/14/hangi-diktator-halife-ve-padisah-olabilecekken-cumhuriyeti-kurar-diyenlere-cevap/

[40] A. Süreyya Özgeevren, “Şeyh Said Isyanı” Dünya Gazetesi, 24 – 26 Mayıs 1957.

Istiklal Mahkemeleri hakkında tafsilat için bakınız:

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/

[41] Bülent Gökgöz-Bahadır Kurbanoğlu, Iskilipli Atıf Hoca-Istiklal Mahkemelerinin Tarihi Misyonu ve Şapka Inkılabı, Ekin Yayınları, Istanbul 2013, sayfa 139. Yazı büyük ölçüde bu eserin ürünüdür.

[42] M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, Istanbul 1981, sayfa 303.

[43] Cengiz Dönmez, Ingiliz Muhipler Cemiyeti, 2. Baskı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2008, sayfa 85.

[44] Manda için kendisine yöneltilen bir soruya Abdullah Cevdet şu cevabı vermektedir: “…Biz intihab (seçim yapma) değil, kabul mevki’indeyiz ve benim ümidim. Ingiliz yardımına ma’tufdur…”.

Bakınız; “Doktor Abdullah Cevdet Bey’le Mülakat”, Peyam, 25 Teşrinisânî 1919-1 Rebiy’ülevvel 1338, sayfa 2.

Ayrıca bakınız; M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, Istanbul 1981, sayfa 296.

[45] Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, 5. baskı, Istanbul, Remzi Kitabevi, 2001, sayfa 75-76.

[46] Doktor Abdullah Cevdet’in Aklı Selim adıyla Fransızcadan tercüme ettiği kitap, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında 1928’de Arap, 1929’da ise Latin harfleriyle olmak üzere iki kez neşredildi ve basımı Istanbul’da Devlet Matbaası’nda gerçekleştirildi.

Bakınız; 1995 yılında Kaynak Yayınları’ndan çıkan kitabın “önsöz”ü. (sayfa 27)

[47] Ingiliz mandacısı ve Ingiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından Abdullah Cevdet’in M. Kemal ile bir görüşmesi hakkında malumat için bakınız; Abdullah Cevdet, “Gazi Paşa’nın Köşkünde”, Içtihad, no. 194, 15 Kânûnievvel 1925, sayfa 3813-6.

Tafsilat için bakınız;

http://atomic-temporary-34931856.wpcomstaging.com/2013/06/18/ingiliz-muhipler-cemiyetine-uye-olan-hocalar-hain-miydi/

[48] Mehmet Sılay, Iskilipli Atıf Hoca (1876-1926) 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, Istanbul 2011, sayfa 138-153.

.

**********

.

Kadir Çandarlıoğlu

.

**********

.

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

www.belgelerlegercektarih.com

*

19 responses to “Iskilipli Atıf Hoca Neden Idam Edildi? Tüm Iftiralara Cevaplar”

  1. der Beobachter Avatar

    Reblogged this on ISPARTALI AKINCI.

    1. Murat Avatar
      Murat

      Allah razı olsun kıymetli ağabeyim, istifade ettik…

  2. garasuleyman Avatar

    Reblogged this on Yeni Türkiye.

  3. muhsin üzülmez Avatar
    muhsin üzülmez

    Eposta yoluyla yeni yazıları bana bildirilmesini istiyorum

    1. belgelerlegercektarih Avatar

      Sitemizdeki “Takip et” butonuna tiklamaniz gerekiyor.

  4. Ömer TÜKENMEZ Avatar
    Ömer TÜKENMEZ

    İSKİLİP’liler TÜKENMEZ

  5. Can Avatar
    Can

    Sapka takmadigi icin degil ingilizlerle is birligi yaltigi icin siz nasil arastirip buraya yaziyonuz nasil bi

    1. belgelerlegercektarih Avatar

      Can, bu yazinin altina böyle bir yorum yapmak icin özel ders aldin mi? Birincisi biz sapka takmadigi icin asildigini iddia etmiyoruz, kitap yazdigi icin idam edildi diyoruz. Ikincisi bu zatin ingilizlerle bir alakasi yoktur, yazida bütün delilleri sunduk. Bu zat isgalleri protesto etmis. Ingilizlerle isbirligi yapan, ingilizlerin kullandigi yaziyi, kullandigi sapkayi bu millete dayatandir.

    2. pilavcı Avatar
      pilavcı

      “Can” adlı kullanıcıya selamlar.
      “Yakın Tarih”in yakınına hiç uğramadığınız – okumadığınız belli.
      Umarım herhangi bir kitabı seçer, okur ve tekrar tekrar düşün dünyasına yol alırsınız.
      Selamlar…

  6. Ozan Avatar
    Ozan

    Allah, mekanını cennet eylesin İskilipli Hocanın, Kel Ali başta olmak üzere, ona zulm eden ve hayatını alanlara da kahhar ismiyle muamele etsin, Amin.

  7. pilavcı Avatar
    pilavcı

    Rahmetli Atıf Hoca’ya hayranım. Şehadeti, her açıdan yol göstericidir.

  8. İBRAHİM Avatar

    GÖZLERİ VAR GÖRMEZLER, KULAKLARI VAR DUYMAZLAR, KALPLERİ VAR İNANMAZLAR. ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM.

  9. Mehmet Ali öz Avatar
    Mehmet Ali öz

    Çalışmalarınızdan dolayı Allah razı olsun
    İstifade ettik, ediyoruz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Blog at WordPress.com.