M. Kemal Atatürk’ün Şapka Zulmü ve Istiklal Mahkemesi’nde asılan alimler, hocalar
Şapka Zulmü – 1
Bu yazı dizimizde “Şapka” meselesini ele alacağız inşaallah.
Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonu’lulara hitaben yaptığı şu konuşma ile şapka konusu Türkiye’nin gündemine oturmuştu:
“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[1]
M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad’da tuttuğu anı defterinden:
“…Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif birkaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı. İki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep’leri seyre pek müsaitti.
– Ne güzel dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim. Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti…
– Bu hayatın bizde (Türkiye’de) teessüsü (tesisi) ne kadar müşkül…
(M. Kemal) : Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimaiyemizde (sosyal hayatımızda) arzu edilen inkılabı bir anda bir “JOP” ile tatbik edeceğimi zannederim.”[2]
Kuvay-ı Milliye’nin kadın kahramanlarından olduğu bilinen ve özellikle M. Kemal ve Ismet Inönü’ye yakınlığıyla tanınan Halide Edib (Adıvar) da, şapka uygulamalarını eleştirenler arasındaydı. O, fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu;
”Şapka kanunu bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla beraber, aynı zamanda en beyhude, en anlamsız ve en sathisi (yüzeyseli) idi.”[3]
Halide Edib Adıvar’a göre, devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa, sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı.(…)[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, 5. Baskı, Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 221, 222.
Ayrıca Bakınız;
K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67.
[2] Prof. Dr. A. Afetinan; M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara 1983, sayfa 26, 27.
Ayrıca bakınız: Der. Behçet Kemal Çağlar, Atatürk Devriminden Damlalar, Istanbul 1967, sayfa 52.
[3] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 100-103.
[4] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 2
Halide Edip Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak, daha çok hiç bir hukuki temele dayanmadan yürütülen baskılarla ilgili olarak Mete Tuncay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücü niteliktedir. Mete Tuncay ”Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde:
”Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır. Çünkü görülmüştür ki,artık sorun ”fes” ya da ”şapka”yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” diyerek Eylül-Ekim 1925 tarihlerinde, artık Türkiye’de gelinen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalması probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölememek sorununun yaşandığını dile getirir.
”Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!”[1] sözünün en açık anlamı ”şapka için ölmek veya ölmemek”tir.
Işte böyle bir vahşet. Cağdaşlık adına cağdışılık, barbarlık.
**********
KAYNAK:
[1] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 3
Tarih 25 Kasım’a gelindiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesinin yerine ”Şapka Kanunu” çıkması ve uygulamaların kanun ışığında daha zecri (zorlayıcı) tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti.
Kanun teklifinin gerekçesinde:
“Aslında hiç bir öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile diğer çağdaş, medeni milletler arasında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdilik başlığın, fesin değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı olan ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk milleti de çağdaş medeni milletler arasına girmeye karar verdiğinden, behemahal (mutlaka) şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ederiz!!”[1] denilerek şapkanın medeni/uygar olmakla eş anlamlı olduğu belirtiliyor.
Oysa bir simgeyi zorla benimsetmekle çağdaş, medeni milletler arasına girilmez… “Özünü” benimsemek ile girilir. Halka “zorla” birşeyi yaptırmak bile başlı başına Medeni milletlerin kabul ettiği ilkelere “aykırıdır.”
Kemalist rejime göre günümüzde muasır medeniyetin önünde bir engel daha var; “bayanlarımızın başındaki örtü.”
Bunu da kamusal alandan uzaklaştırmaya muvaffak olmakla beraber, son dönemde ağır bir mağlubiyet almışlardır.
Halbuki yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi çağdaş medeni milletlerin arasına “şapka”yı zorla giydirmekle girilmez. Bu çağdaşlık değil, aksine barbarlıktır.
Nitekim Fransız “La Presse” gazetesi de bu hususa değinmiş ve yayınladığı bir başmakalede şu sözlere yer vermiştir:
“Bir memlekette ki, başına hükümetin istediğini giymeyeni asarlar, orada Cumhuriyet olur mu? Sizde (Türkiye’de) Millet Meclisi mi var?”
Öte yandan aynı makalede M. Kemal de çok ağır ifadelerle eleştirilmiştir:
“Şark’ta (Doğu’da) onun gibi (M. Kemal) merhametsiz bir Firavun nâdir hüküm sürmüştür”[2] diyerek durumu açıkça ortaya koymuştur.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, sayfa 150.
[2] La Presse gazetesi, 9 Eylül 1928 nüshası. Aktaran: Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris 1929), Altındağ Yayınları, Istanbul 1967, cild 4, sayfa 1457.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 4
Eylül 1925 tarihlerinde basın da üzerine düşen görevini yapıyor ve alabildiğine sarık, cübbe ve fes üzerine hücuma geçiyordu. Şapkaya övgüler düzülerek yürütülen kampanya da fesle ilgili gazete başlıkları dikkat çekiciydi. Gazeteler fes’i şöyle veriyorlardı:
”Bu özük kazın rengindeki başlık bütün bir milletin kanının akıtıldığı bir rejimi hatırlatmaktadır.”
”Opera -komik olan bu başlık.”
”Bu fuar tiyatrosu malzemesi.”
”İçiyle ve dışıyla tanı bir şarap şişesi kasesi.”
”Gelincik.”
”Horoz İbiği”ni kullanmak herkesi utandırıyor.”
“Her adımda bir rüzgar esintisinde sallanan püskülüyle fes.”[1]
Gazete başlıklarıyla halkın fesiyle alay ediliyor, fesli komikliklere karşı halk mücadeleye çağırılıyordu. Gazetelerin yönlendirmesiyle özellikle İstanbul’da halk içinde büyük kavgalar başlıyordu. Şapka giyenler, feslilerin sarıklıların karşısına çıkmışlar, hükümet desteğini de düşünerek tenha yerlerde gördükleri fesli kişileri, sarıklı kişileri grublar halinde feci şekilde dövüyorlardı.
M. Kemal üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Paul Gentizon kitabında bu konunun şahidi olarak şapkayla ilgili terör olaylarına yer verir:
”Şapka giyenler, her yerde külah giyenlerin karşısına çıktı. Hatta neredeyse baş giysisini değiştirecek yerde fes’de ısrar edenlere veya şapka giymeyip başı açık dolaşanlara karşı dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvrulurdu. Birçok fırsatlarda sokaklarda,vapurda, gösteri salonlarında ”şapka”lar,”fes”lere hücum etti! Fes ve fesliler daima yenildi. Fesler şapkalılarca parçalandı, ayaklar altına alınıp ezildi veya denize atıldı.”[2]
”Şapka”lar ”Fes”lere hücum etti, dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvuruldu ifadeleri, bir yabancının gözüyle bile ne tür bir terör estirildiğini ve şapkalıların feslileri nasıl bastırdığını açıkça ifade eder. Ve en korkuncu, şapka giymeyip başı açık olanların bile dövüldüğü bir çılgınlıklar ortamı olmuştur zamanın Türkiyesi.”
**********
KAYNAKLAR:
[1] Gazette Costantinople, 5 Ekim 1925, Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 99.
[2] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 99, 100.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 5
Şapka kanunu çıkar çıkmaz köprünün iki başı ile anayol kavşaklarına yerleştirilen polisler fesleri ve feslileri toplamaya başladılar.[1]
Kızılay da fes toplama kampanyasına girişerek topladığı fesleri yoksullara “terlik” yaptırdı.[2]
Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Asker sınıfının, Diyanet Işleri Başkanlığına bağlı memurların, ülkedeki tüm memurların ve genel olarak sivillerin resmi törenlerde giyecekleri elbiseyi belirleyen bir yönetmelik yayınladı. Resmi merasimde giyilecek kıyafet, ceketatay, siyah yelek ve pantolon olmak üzere frak olarak belirlendi. Bunu önü sert kolalı beyaz gömlek, dik veya uçları kırık beyaz kolalı yaka, beyaz fiyonklu boyun bağı, siyah rugan ayakkabı ya da maskaratları düz rugan iskarpin, silindir şapka, beyaz eldiven, baston veya siyah şemsiye tamamladı.
Resmi gecelere veya resmi tiyatrolara ise silindir şapka ile gidilecektir.[3]
Istanbul’da bulunan şapkacılar şapka yetiştirmek için Avrupa’dan “gemiler dolulusu” şapka, (birde Antiemperyalistiz diyorlar) kasket getirdiler. Halkın şapkaya yaptığı akın karşısında (mecbur, kelle gidecek yoksa) Ankara’da şapkacılarda tek bir şapka bile kalmadı.
Bu durumu Paul Gentizon “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” kitabında şu sözleriyle betimliyordu:
“Kıtlık günlerinde, bazı saatlerde ekmek fırınlarının önünde olduğu gibi, şapka dükkânları da adeta müşteriler tarafından sarılıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşturuluyordu.”[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Cumhuriyet gazetesi, 2 Eylül 1925, sayfa 1.
[2] Orhan Koloğlu, Islamda Başlık, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1978, sayfa 95.
[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V48.13.114.45, (17 Eylül 1925).
[4] Paul Genziton, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çeviren: Fethi Ülkü, Üçüncü basım, Ankara, Bilgi Yayınları, 1995, sayfa, 99.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 6
Şapka fiyatları o denli yüksektiki, Hükümet, Bozok (Yozgat) Mebusu (Milletvekili) Ahmet Hamdi’nin önerisiyle, şapka almakta zorluk çeken memurlara “şapka avansı” adıyla bir yıl vadeli olmak ve ilerde maaşlarından taksit taksit kesilmek üzere borç vermeyi kabul etti.[1]
Öneri şöyleydi:
“Memurlarımızın ekserisi maişetine kifayet edebilecek maaşla istihdam edilmektedir. Elbise ve şapka masrafı için avans suretiyle verilen ve bil-fekk maaşattan mahsubunun icrası memurinin maduriyetini mucib olacağından birer maaş ikramiye itasını arz ve teklif ederim. (12.10.1341.Bozok (Yozgat) Mebusu (Milletvekili) Ahmet Hamdi. 26 Teşrinievvel 1341.”
[1] no’lu dipnot ile alakalı… TBMM’de şapka tedariki için memurlara avans verilmesi teklif edildi…
***
Memur bile olamayanların perişanlığını varın siz düşünün.
Diyanet Işleri Başkanlığı da “şapka avansı”ndan yararlanan kurumlardandı. Müftülerinde memurlara verilen elbise avansından yararlanabilecekleri, başvurmaları halinde kendilerine ödeneceği illere gönderilen genelgeler vasıtasıyla duyuruldu.[2]
Rıfat Börekçi, kuruma gönderdiği genelgede kendi görevlilerinin de şapka almaları gerektiğini, şapka fiyatlarının, memur maaşlarına oranla pahalı olduğu gerekçesiyle memurlarına 50’şer lira “şapka avansı” verileceğini bildirdi. Şapka fiyatları yükseldiği için bu avans 80 liraya çıkarıldı.[3]
İl, ilçe ve köylerde Diyanet Işleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen din görevlileri, baş ölçüleriyle beraber, gerekli ücreti de Istanbul Müftülüğüne göndererek şapka satın almaya çalıştılar.[4]
80 lira “şapka avansı” verilen dönemde 1 ekmeğin fiyatı ise 5 kuruş civarında idi.[5] Bu zulüm değil de nedir??
**********
KAYNAKLAR:
[1] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Içtima Senesi 3, Cild 19, Içtima 110, 26 Ekim 1925, sayfa 2, 3.
Ayrıca bakınız:
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 030.18.1.1.15.61.2.
[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V35.5.44.6.
[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V41. 8.67.20, (6.11.1926).
[4] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V08.2.6.15; 051.V16.3.16.13; 051.V05.2.2.17.
[5] Habervitrini.com, 02 Eylül 2002.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 7
DÜŞÜNCEYE BILE TUTUKLAMA, NERDE ÖZGÜRLÜK?? NERDE DEMOKRASI?? CUMHURIYET?
Şapka kanunu başta olmak üzere M. Kemal’in din aleyhinde yaptığı devrimlere karşı halk ayaklandı… Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane gibi illerde çıkan bu ayaklanmalar sonucunda birçok insanımız Istiklal Mahkemeleri tarafından çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.[1]
14 Kasım’da Sivas’ta Hükümet aleyhinde beyannameler duvarlara yapıştırıldı. Sivas’ta meydana gelen olaylarla ilgili hükümet, bildiriyi hazırlayan, yapıştıran ve “düşünce” birliği yapmış olanlarla (DÜŞÜNCEYE BILE TUTUKLAMA) birlikte şehrin bütün muhtarlarını tutukladı.[2]
Rize’de de şapka inkılâbı ve diğer devrimlere karşı Cami Imamı Şaban ve Muhtar Yakup Ağa’nın girişimiyle “Dinsizliğe doğru gidiyoruz. Hükümeti bu dinsizlikten men etmek gerekir” denilerek bir eylem gerçekleşti.[3]
Isyanı bastırmak üzere görevlendirilen Hamidiye Zırhlısı, kentin açıklarına demirleyerek Rize’yi iki gün boyunca bombaladı. Isyan, Rize’ye giden Istiklal Mahkemesinin olaya el koymasıyla sonuçlandı. Hatta bu olaylar sırasında bir de türkü çıkar ortaya: “Atma Hamidiye atma / Lahana tarlalarını…edeysun / Vergi de vereceğuz, serpuş da giyeceğuz…”[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mustafa Baydar, Şapka Konusunda Atıf Hoca – Süleyman Nazif Çatışması, Türk Dili, 23, Sayı 230, sayfa 135.
[2] Cumhuriyet Gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.
– Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 26 Kasım 1925.
– Prof. Dr. Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 343.
Ayrıca bakınız: – Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara 1972, sayfa 157.
[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.
[4] Rize’nin bombalanmasıyla alakalı tafsilat için bakınız:
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 8
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
(Fotoğraf: Kayseri’de Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymemek için istifa eden Hacı Abdullah ve üç arkadaşının Ankara Istiklal Mahkemesi’ne sevk kararı. Belge M. Kemal imzalıdır. 2. dipnot: [2])
22 Kasım’da Kayseri’de halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört sarıklı arkadaşının yönlendirmesiyle yapılan yürüyüşten sonra 300 sarıklı tutuklandı.[1] Şapka kanunu “çıkmadan bir gün önce” Şeyh Ahmet Efendi ve arkadaşları 25 Kasım’da Istiklal Mahkemesi’nin şehre gelmesiyle yargılanmaya başlanmıştır.
Mahkeme, Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymek istemediği için istifa ettiği iddia edilen Hacı Abdullah ve 3 arkadaşının muhakemesine Ankara’da devam edilmesine karar verdi.[2] Muhakeme sonucunda Şeyh Efendi ve dört arkadaşının idam edilmesine karar verildi.
(KANUNDAN “ÖNCE” TUTUKLANIYORLAR VE IDAM EDILIYORLAR. KANUN ÇIKMAZDAN EVVEL GERIYE DÖNÜK EYLEMLER SUÇ SAYILAMAZ, BU BIR HUKUK KAIDESIDIR… AMA IDAM EDILIYORLAR.)
“Şapka Iktisası Hakkında Kanun’un TBMM’den çıktığı gün Erzurum’da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka giyilmesine, tekkelerin kapatılmasına karşı Vali’nin evi önünde; “Biz gâvur memur istemeyiz” diye bağırarak yaptıkları gösteri ile Erzurum’da ilk olaylar patlak verdi. Göstericiler silah zoruyla dağıtıldı. Ilk iş olarak da gösteriye ön ayak oldukları anlaşılan 27 kişi tutuklandı.[3]
Bu olay üzerine M. Kemal ve adamlarının borazanlığını yapan Cumhuriyet gazetesi şunları yazdı:
“Erzurum’da bir iki softa, birkaç serseri inkılâbımızın ifadesi olan Türkiyat-ı Içtimaiyemize karşı nümayişe (gösteriş) sevk etmiş. Devlet görevlilerini (Valileri), gâvur kabul etmişlerdir. Bu inkılâplar vücut bulacak değildir, vücut bulmuştur. Erzurum’da nümayişin yapıldığı gün TBMM’den şapkanın mecburiyeti hakkındaki kanunun çıkmış olması kadar kudret-i inkılâp ifade eyleyecek bir hadise olamaz. Önümüzdeki hadise bir irtica hadisesidir.”[4]
M. Kemal’in dönemi, okullarda anlatıldığı gibi “günlük gülistanlık” değilmiş meğer… Bir şapka uğruna ne ocaklar sönmüş.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Cumhuriyet gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars Istiklal Mahkemeleri. Ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 343.
– Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara: 1972., sayfa 157.
– Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve Iktidar 1, Ikinci baskı, Ankara Nehir Yayınları, 1991, sayfa 145.
[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 16.71.4. **Bakınız: Fotoğraf**
Ayrıca bakınız: Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri 1923–1927, Ankara 1982, sayfa 304–305.
[3] Türk Ili gazetesi, 26 Kasım 1925, sayfa 1.
– Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30 Kasım 1925.
Ayrıca bakınız: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 152.
– Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930, Ankara 1972, sayfa 156.
– Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, 1998, sayfa 343.
[4] Cumhuriyet gazetesi, 27 Kasım 1925.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 9
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
(Fotoğraf: Bir akrabasına yazdığı mektupta şapka [kemalistlere göre dolayısıyla rejim] aleyhinde ifadeleri olduğu anlaşılan 9. Kolordu Muharebe Bölüğü’nden Mehmet Fahri’nin Istiklal Mahkemesi’ne sevk kararı. Belge M. Kemal imzalıdır.)
Zulüm devam ediyor… Askerin bile mektubu açılıp okunuyor ve “düşüncesi” dahi Istiklal Mahkemesine sevkine neden oluyor. Ey Zalimler… Nerde demokrasi?? Nerde insan hakları?? Nerde düşünce özgürlüğü??
Dokuzuncu Kolordu Muharebe Bölüğü’nden Mehmet Fahri’nin akrabalarından birine yazdığı mektupta şapka kanunu ile ilgili olarak hükümet ve rejim aleyhinde olduğu tespit edilmiş ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nin ilgisi yazısı üzerine ve Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak Bakanlar Kurulunca Istiklal Mahkemesine sevkine karar verilmiştir.[1]
26 Kasım’da Maras’ta Üsküplü Ibrahim Hoca Camii Kebir etrafında topladığı bazı kimselerle “şapka istemeyiz” diye bağırarak hükümet aleyhine bir gösteri düzenledi. Bu olay gazetelerde “Yeni bir irtica olayı” olarak duyuruldu. Olaylar sırasında Maraş’ta Camii Kebir’in tam karşısındaki Halk Fırkası (CHP) binasında misafir olarak bulunan “Cumhuriyet” gazetesi muhabirinin anlatımına göre;
“Cuma namazından sonra, `Müslümanlar ne duruyorsunuz? Müslümanlık gidiyor, Allah Allah, Lailaheillallah!´ sözleriyle bir hareketlilik başlatıldı.”[2]
Bunlar kısmen mahalli mahkemelere sevk edilirken, bir kısmı da Ankara Istiklal Mahkemesine gönderildi.[3]
Rize ayaklanmasını soruşturmak üzere bu şehre gelen Istiklal Mahkemesi, 11 Aralık’ta çalışmalarına başladı. 12–13 Aralık’ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda[4] 8’i idama, 14’ü on beşer, 22’si onar, 19’u beşer sene hapse mahkûm edildi.[5]
Giresun da ise, diğer şehirlerdekine benzer olaylar oldu.[6]
Iskilipli Atıf Hoca da “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı risalesinin ayaklanmalarda rolü olduğu gerekçesiyle yargılandı.[7]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 017.89.5.
Belge için Fotoğrafa bakınız.
[2] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1925, sayfa 1.
[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler, 1924–1930, Ankara, 1972, sayfa 157.
– Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 153.
[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 346.
[5] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 150.
[6] Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.
[7] Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 15 Aralık 1925.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 149.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 10
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
(Fotoğraf: Alaşehir’de Fesini çıkarmak istemeyen vatandaş Kazım’ın Ankara Istiklal Mahkemesi’ne sevk kararı. Belge M. Kemal imzalıdır.)
Rize’den Giresun’a gelen Mahkeme heyeti, 16 Aralık’ta tiyatro binasında duruşmalara başlayarak, şapka aleyhinde bulunan 60 tutukluyu yargıladı. Yargılamanın sonucuna göre Şeyh Muharrem’le Abdullah Hoca idama; Şeyh Hüseyin ile Dadak Ali ve Tekir Ali on beşer sene hapse; Hoca Hüseyin on; Dadak Mustafa, Küçük Hüseyin, Gedik Murat, Rasim ve Osman beşer yıl hapse mahkûm edildiler.[1]
Bunların hepsi şapka takmak istemediklerinden ve bunu da açıkça dile getirdiklerinden dolayı idam ediliyor veya yıllarca hapse mahkûm oluyorlar. Batsın böyle Cumhuriyet, batsın böyle Demokrasi, batsın böyle hürriyet, batsın böyle insan hakları, batsın böyle düşünce özgürlüğü. Nitekim batıyor zaten.
Istiklal Mahkemesi Istanbul’da da 28 kişinin tutuklanmasının ardından, 21 Aralık akşamı bir takım tutukluları da yanlarına alarak, Giresun’dan Istanbul’a hareket etti. Bu tutuklamaların gerekçesinde, Iskilipli Atıf Hocanın kitapçığını çoğaltmak ve dağıtmak da vardı. Bir risaleden dolayı tutuklama, işte demokrasi bu olsa gerek. Istanbul’da tutuklananlar arasında; Mısır gazeteleri muhabiri, bazı Türkçe gazetelerin Ingilizce mütercimi ve Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza, Mahfel mecmuası sahibi Tahir’ül Mevlevi, Evkaf Müsteşar sabıkı Şevki ve Nuri Bey’ler de vardı.[2]
Ankara’ya gelen Istiklal Mahkemesi, 31 Aralık’tan itibaren görevine başladı.[3]
Kararını veren Mahkeme, Molla Ibrahim, Muhtar ve Bayraktar Hamdi, Müezzin Hafız Mehmet, Inşallah Maşallah lakaplı Ali ve Pekmezci Hüseyin’in idamlarına karar verdi. Bununla birlikte, Ismail oğlu Mahmut ve Müezzin Battal Mehmet’in de içlerinde bulunduğu on bir kişi on beşer sene hapse, eski Maraş Mebusu (Milletvekili) Hasib Bey’i on sene ve diğer bir sanığı üç sene hapse mahkûm etti.[4]
Bu toplu hareketlerin dışında, münferit tepkiler de olmuştur. Örneğin, Alaşehir’de ikamet eden Kazım, fesini çıkarması için yapılan uyarıyı dikkate almayıp kimlik tespiti için kendisini karakola götürmek isteyen jandarma yüzbaşısı, takım subayı ve yazıcı nefer ile tartışmış. Tartışma esnasında jandarma yüzbaşısını, takım subayını ve yazıcı neferi sustalı çakı ile bıçakladığı gerekçesiyle Dâhiliye Vekâleti’nin isteği üzerine 4 Kasım 1925 tarihinde Istiklal Mahkemesi’ne sevkine karar verilmiştir.[5] Halk artık canından bezmiştir.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 350-351.
Ayrıca bakınız: Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 20 Aralık 1925.
– Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 155.
– Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.
[2] Cumhuriyet Gazetesi, 12 Aralık 1925, sayfa 1. Ve Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.
[3] Cumhuriyet Gazetesi, 25 Aralık 1925.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 350, 351.
– Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 155.
– Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347, 348.
[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 350;
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 352.
– Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 157.
[5] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 016.69.1. Belge için Fotoğrafa bakınız.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 11
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
(Fotoğraf: 7 Eylül 1925 tarihinde; “Istanbul’da Sarıklıların Miktarı Azalıyor” başlığı ile yayınlanan “Cumhuriyet” gazetesi.)
3 Şubat 1926’da yapılan son duruşmada Iskilipli Atıf Hoca ve Ali Rıza’nın idamlarına karar verildi. Diğer sanıklardan olan Süleyman ise Fatih’te sofular ve Tabyanlılar şeyhiydi.[1]
Iskilipli Atıf Hoca davasında şahidlerin “bilahare” yani “sonradan” dinlenmesine karar verildi. Yani Hocanın idamından “sonra” şahidlerin dinlenmesine karar veriliyor.
Böyle hukuk ucubesi, böyle bir saçmalık nerde görülmüş? Sadece M. Kemal’in rejiminde görebilirsiniz.
Hasankale Telgraf Müdürü Halit, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Salih, Yusuf Kenan onar, Saatçi Süleyman, Kamil Paşaoğlu Muhlis on beşer sene küreğe; Muharip Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmet, Kara Sabri, Emekli Yüzbaşı Ismail yedişer sene ve Fatih türbedarı Hasan beş sene hapse mahkûm oldular. Hoca Tahir, Hacı Fettah’ın üç sene Adana’da; Hasan Fehmi’nin üç sene Isparta’da; Sami Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühdü’nün üç sene Istanbul’da sürgün bulunmalarına karar verildi. Diğer sanıklar beraat etiler. Idam hükümleri ertesi sabah Meclis binasının önünde yerine getirildi.[2]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 158.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 351;
– Cumhuriyet gazetesi, 12 Mayıs 1926, sayfa 2.
[2] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 356.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 352.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 12
(Kemalist rejimin bir rezilliği daha.)
Halka zorla şapka giydirmekle kalmadılar, şapkayı nasıl kullanacaklarını, selam vereceklerini ve hatta evde nerelerde şapkayı muhafaza edeceklerini bile “Genelge” ile bildirdiler… Böyle zulüm ve komik birşey olabilir mi?
M. Kemal ve arkadaşları şapkayı “zorla” günlük hayata dahil ettikleri için şapkanın kullanma kılavuzunun da belirlenmesi gerektiğine hükmetmişler.
Bunun için 5 Ağustos 1925 tarihinde yayınlanan bir “genelge” ile bütün devlet memurlarının şapkayı nasıl kullanacakları belli kurallara bağlandı. Memurların çalışma alanlarında ve bir üst makamda bulunan görevlinin yanına girerken başlarının açık olacağı belirtildi. Baş açık iken yapılacak resmi selamlaşma bir üst makamda bulunan kimseleri baş ile beraber vücudun üst kısmını hafifçe öne eğmek şeklinde olacak. Baş açıkken elle resmi selamlama yapılmayacak, salonda ve daire içinde yapılacak törenlerde baş açık bulunulacak, hizmetliler dahi daire içinde başı açık hizmet edecekler.[1]
Şapka giyen birisi dışarıda karşılaştığı insanları, şapkasını sağ eli ile başından alarak selamlayacak. Alelade selamlarda şapkayı biraz kaldırmak, elini şapkanın kenarına dokundurmak yeterlidir. Fakat bu uygulama samimi arkadaşlar arasında yapılabilir. Şapkanın baştan alınarak kol ve göğüs hizasına ve selamlanan zatın derecesine göre vücudun öne eğilmesiyle yapılan selam usulü, resmi selamlama şeklidir. Sokakta karşılaşan kişi ile ayakta konuşulduğu takdirde, eğer bu kişi yaşça büyük veya saygın bir kişi ise şapka elde tutularak baş açık olarak konuşulacak.
Sohbet uzadığı vakit, muhatap olunan kişi `başınızı örtünüz´ dediği zaman şapka başa konacak. El sıkışmak suretiyle ayrılırken hürmet icabı yine şapka çıkarılmalıdır. Tanıdık birinin yanında eşi, kızı, kız kardeşi, annesi gibi kadınlar bulunur ise hanımefendiler resmi selam şekliyle selamlanacaktır.
Kahve, gazino, tiyatro, lokanta sinema, yazıhane, ev, oda, salon gibi kapalı mekânlarda baş açık olmalı, resmi bir makama girilirken baş açılarak şapka ele alınmalı, şapka resmi dairelerde kendileri için ayrılan yerlere, evlerde portmantolara asılmalıdır. Dairede işleri olanların odalara şapkalarını ellerine almaları gerekiyor. Boş masaya ya da sandalyenin üstüne şapka koymak doğru değildir.[2]
Eskiden kalma selamlaşma usulü olan başı hafif öne eğmenin yerini şapkayı çıkararak selamlaşma aldığı için halkın pratiğe dökmesinde acemilikler yaşandı ve selamlaşmalarda komik görüntüler oluştu.[3]
Inanılmaz ama gerçek…
**********
KAYNAKLAR:
[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V42.12.98.34, 9 Ağustos 1925.
[2] Cumhuriyet gazetesi, 8 Eylül 1925, sayfa 1.
[3] Açıksöz gazetesi, 8 Eylül 1925, sayfa 1.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 13
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
(Fotoğraf: Hatıratta geçen söz konusu sözlerin sayfa resmi.)
Moskova ve Lozan antlaşmalarına delege olarak katılan, 14 ciltlik Türk Tarihi’ni yazan, ilk Milli Eğitim Bakanı ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı da yapmış olan Dr. Rıza Nur, halkı nasıl cepheye sürdüklerini ve savaştan sonra M. Kemal’in halka ne yaptığını hatıralarında şöyle anlatmaktadır:
“Şimdi tuttuğumuz siyaset, elimizdeki düstur şudur:
‘Padişah, halife, hükûmet İstanbul’da düşmanlar elinde esirdir. Biz vekilleriyiz. Onları, dini, milleti, devleti kurtaracağız. Ey millet! Yunan gibi asırlardan beri kölemiz olan bir millete nasıl boyun eğeceksiniz? Bu millet buna dayanamaz. Gayrete geliniz. Din gayreti lazımdır.’
Çünkü, bütün millet adeta istisnâsız Padişah’a muti (itaatkar), dine merbut (bağlı); Padişah, din diyor, başka bir şey bilmiyor.
Harbden de yorulmuş, bitmiş, parasız, sefalette; bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazırlamak da mümkün değil. Bunun için Rumlar ile izzet-i nefislerini gıcıklıyoruz.
‘Bakkal Yorgi başınıza vali, mutasarrıf; taşcı Vasil jandarma zabıtı olacak, nasıl dayanacaksınız?’ diyoruz. Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolu’dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken, bu sözlerin herşeyden müessir (etkili) olduğunu görüyordum. ‘Kur’an’ı’ apdesthane kağıdı yapacaklar. Size ‘şapka giydirecekler’ diyorduk. Bu da pek müessir (etkili) oluyordu.
Talihe bak ki, şapkayı sonunda M. Kemal’in eliyle giydiler.”
**********
KAYNAK:
Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris), Altındağ Yayınları, Istanbul 1967, cild 3, sayfa 623, 624.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 14
(75’lik dede, Şapka Kanunu’na muhalefetten gözaltına alındı)
Batman Adliyesi’ne duruşmayı izlemek için gelen 75 yaşındaki Salih Boral, başındaki yerel sarık sebebiyle başsavcının talimatıyla ‘Şapka Kanunu’na muhalefetten’ gözaltına alındı.
İşlemler için yaklaşık 5 saat karakol, sağlık ocağı ve adliye arasında gidip gelen 75’lik dede çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı. Gözaltı kararını veren Başsavcı Harun Yılmaz, sarık takmanın suç olduğunu ileri sürerek, Boral’ı adliyede sarıkla dolaştığı için gözaltına aldırdığını kaydetti. Hukukçular ise Şapka Kanunu’nun devlet memurları için geçerli olduğunu ve asıl şapka takmayan başsavcının suç işlediğini açıkladı.
Batman’da 3 Mayıs 2004 günü Toptancılar Sitesi’nde 3 kişinin ölümü, 22 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan patlamada dükkânı zarar gören Salih Boral, site esnafınca TÜPRAŞ hakkında açılan davanın duruşmasını izlemek üzere Batman Adliyesi’ne gitti. Duruşma bitiminde adliyeden ayrılmak üzere olan Boral, neye uğradığını anlayamadan polis tarafından gözaltına alındı. Başsavcı Harun Yılmaz’ın talimatı üzerine yakalanan ve hakkında Şapka Kanunu’na muhalefetten hazırlık soruşturması başlatılan Boral’ın sarığına mahkemece el konuldu. Bir buçuk metre uzunluğundaki sarık suç delili olarak zabıtlara geçti. Hakkında hazırlık dosyası oluşturulan Boral ile ilgili dava açılıp açılmayacağına nöbetçi savcılık karar verecek.
Duruşma salonunda ve adliye koridorlarında sarığının cebinde olduğunu söyleyen Boral, olayın kendisini çok üzdüğünü söyledi. Adliye polisinin uyarısı üzerine sarığını cebine koyduğunu ve duruşma sonuna kadar çıkartmadığını dile getiren Boral, başına gelenleri, “İçeri girerken bir polis beni uyardı. Polisin uyarısı üzerine sarığımı cebime koydum. Duruşma bitiminde bahçeye çıktık. Basın mensupları diğer arkadaşlara bir şeyler soruyordu. Fotoğraf çektik, daha sonra bahçede sarığımı taktım, adliyeden çıkmaya hazırlanırken, bir polis geldi `Amca bizimle geleceksin.´ dedi.” cümleleriyle anlattı.
“(…) Polislerin beni suçlu gibi götürüp getirmesine çok şaşırdım ve üzüldüm. Yaşadığım heyecan nedeniyle tansiyonum 18’e kadar çıktı. Herkes üzüldü, beni götüren polislerden biri bile `Amca benim de babam böyle sarık takıyor. Üzülüyoruz; ama ne yapalım elimizde bir şey yok.´ dediler. Bu nasıl bir uygulama anlayamadık.” (…)
**********
KAYNAK: Zaman gazetesi, “75’lik dede, Şapka Kanunu’na muhalefetten gözaltına alındı”, 8 Mart 2005.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 15
Şapka İdamlarında Bir Kadın: Şalcı Bacı
Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle idama mahkum olanlar arasında bir kadından da söz edilir. Bu, bohçacılık yaparak hayatını kazanan ve “Şalcı Bacı” diye tanınan bir kadındır. Gazeteci Nimet Arzık, bu olayı duyduğunda bir hikaye yazdığını ve adını “Şalcı Bacı Asılmağa Gidiyordu” koyduğunu anlatır. Nimet Arzık, Şalcı Bacı’nın “Şapka Kanunu’na Muhalefet suçundan asılacağı” kararına şaşırdığını, “candarmalar” onu iterek götürürlerken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak geçtiği yollardaki “donuklaşmış” insanların içlerini kabarttığını da ifade eder.
Şalcı Bacı’nın “Kadın şapka giye ki asıla?” şeklindeki safça şaşkınlığı yansıtan sorusunu Nimet Arzık şöyle cevaplandırır:
Giyer, giymez, ama “icaplar” vardı. Görev icapları, ödev icapları, ibret icapları, gösteri icapları. Şalcı Bacı’yı iki metre boyuyla, “isli” yüzüyle, yılan yılan incelmiş örgüleriyle, siyah puşusuyla ve bütün sabır felsefesiyle darağacına vardırıyordu bu icaplar. Bildik evler arkasında kalıyordu, hükümet meydanına dek. Erkek adımlarla, bilmedik bir dünyaya doğru yürüyordu. Donuklaşmış halkın arasından, koşuşanlar vardı ağlayarak, onu o bilmedik dünyanın eşiğine kadar uğurlayan.
“Şapka Kanunu’na Muhalefet” suçundan Şalcı Bacı’yı idama gönderenlerden biri, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın dedesi Kumandan Tatar Hasan Paşa’ydı. Altan bir kitabında bu olayın kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlatmıştı:
Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal duçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.
Erzurum’da halk içinde Şapka Kanunu’na gösterilen muhalefet üzerine Vali Paşa’yla Kumandan Tatar Hasan Paşa kafa kafaya vererek bu muhalefeti kırmak için “daha kestirmeden” bir çözüm arayışına düşmüşlerdi. İşte Şalcı Bacı’yı idama götüren gelişmeler böyle başlamıştı. Nimet Arzık’ın anlattığına göre Vali ve Kumandan Paşa şöyle demişlerdi:
Ne yapalım, muhayyelelere dehşet salmak için kimse hükümetin emrinden dışarı çıkmaın diye. N’apalım? Bir kadın asalım, inkılaplara karşı geldi diye.
Sonrası da şöyle: İnkılaba karşı, gösterişli boyundan ötürü Şalcı Bacı’yı bulmuşlardı. Bohçacıydı yazık. Evden eve gezer, çarşaflar, yatak örtüleri, puşu’lar satardı, dolaştıkça yassılaşan bohçasına sarılı.
Ve evlerinde rahat oturan kadınların şikayetlerini dinlerdi, “izli” yüzünün huzuru bozulmadan bazan bir “kitaplık” laf ederdi, yerini bulan. Şalcı Bacı’nın ne şapka’dan, ne de inkılaptan haberi vardı. Ama “ihbar” diye bir müessese ardır, hala acı acı işler Türkiye’de. İşte o müessese işlemişti.
Böylece Şalcı Bacı’nın yüzü inanamazlık ve şaşkınlıkla karışmıştı. İkide bir de duralarken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak direnmişti. Arzık hikayesinde diyor ki:
Ve asıldı. Sarkmış bücudu ne kadar, ne kadar uzandı, Türkiye’nin her tarafına gölgeler salacak kadar uzun.
İşte Tatar Hasan Paşa’ların ve Vali Paşa’ların işine öyle geliyor diye, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadın, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız Şalcı Bacı bir çırpıda Şapka Kanunu’na muhalefetten idam edilenler kervanına katılmıştı.
**********
KAYNAK: Cihan Aktaş, Tanzimat’tan 12 Mart’a Kılık-Kıyafet ve İktidar.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 16 ve Son
Şapka kanunu: “Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder.”
Bazı kemalistler bu kanunla memurlara şapka giyme mecburiyeti getirildiğini, ancak halkın böyle bir mecburiyeti olmadığını iddia etmektedirler. Esasen ilk okuyuşta metinden böyle bir mana çıkabilir, ancak dikkatle ve M. Kemal’in beyanlarıyla birlikte okunduğunda meselenin hiç de öyle olmadığı açıkça görülür.
Metni sadeleştirip tahlil edelim: “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel idare ve bütün kurumlara mensup memur ve müstahdemler şapka giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet engeller.”
Burada başlıca iki kesim var: Memurlar ve halk.
Memurlar şapka giymek mecburiyetindeler, yani bir gün dahi kesinlikle şapkasız dolaşamazlar.
Halka ise bir gün şapka giymemesinden dolayı ceza verilemez. Ancak şapkasız dolaşmayı alışkanlık haline getirenlere, yani defalarca şapka giymemiş olduğu tespit edilenlere karşı hükümet harekete geçer.
Ikisi arasındaki farkın sebebi “şapkanın temini”ndeki güçlükler olsa gerek. Zira şapka fiyatları yüksektir. O kadar yüksekti ki, Hükümet, şapka almakta zorluk çeken memurlara “şapka avansı” adıyla “bir yıl vadeli” olmak ve ilerde maaşlarından “taksit taksit” kesilmek üzere borç vermeyi kabul etmişti.[1]
Şapka için “1 yıl vadeli avans”tan söz ediyoruz. Halkın bu fahiş fiyatlı şapkaları anında temin etme imkanı yoktu. O halde temin edebildikleri güne kadar, yani “alışkanlık haline getirmemek” şartıyla şapka giymemekte mazurdurlar.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kemalistlere göre halk şapka giymek mecburiyetinde değildi, başı açık da gezebilirdi.
Memurların şapka giyme mecburiyetini bir yana bıraktığımız takdirde dahi, bu kanunun insan haklarıyla bağdaşır bir yanı yoktur. Zira şapkadan başka başlık giymeyi yasaklamak her şeyden evvel insan haklarına aykırıdır. Insanların neyi giyip giymeyeceklerine kanunlar değil; kendileri karar verirler. Ayrıca kanunda “Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet meneder” denilmektedir. Yani şapka giymemek “alışkanlık haline getirilirse” bu kanunen suçtur. Kemalistlerin iddialarının aksine, bize göre burada “başı açık gezme” izni sözkonusu değildir.
Bilindiği gibi başlık, kıyafetin tamamlayıcı ve vazgeçilmez bir unsurudur, en azından o devirde öyleydi. M. Kemal’in 26 Ağustos 1925 gecesi Inebolu Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada da bunu görmekteyiz… Şöyle hitap etmişti halka:
“Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (Hayır, hayır sesleri)
“Size katılıyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.”
“O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? (Hayır, hayır, asla sesleri)
Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? ve “bu çamurun içinde cevher gizlidir fakat anlayamıyorsunuz?” demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak gerekli ve doğaldır. Cevherin korunması için bir kutu lazımsa, onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına alıklığına hükmetmekte hala tereddüt mü edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta “siperi şemsli serpuş”, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine “şapka” denir.”[2]
Gördüğünüz gibi, M. Kemal başlığın kıyafetin bir unsuru olduğunu kabul etmektedir. Yani halkımız başlıksız dışarı çıkmıyordu çünkü kıyafetin bir unsuruydu. Zaten müslüman toplumda başlıksız dolaşmak “ayıp” telakki edilirdi. Dolayısıyla kemalistlerin altını çizdiği “başı açık dışarı çıkma” izni olmuş olsa dahi bu bir anlam ifade etmiyordu.
M. Kemal şöyle de demişti:
“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[3]
Neymiş… M. Kemal şapka için “kurbanlar verelim” demiş… Şayet bu kanun sadece memurlara şapka giyme mecburiyeti getirmiş olsaydı, “kurbanlar” vermek mevzubahis olmazdı. Çünkü şapka giymeyen memurun “kurban” edilmesi gerekmez, işine son verilir ve mesele kapanırdı.
Burada açıkça görülüyor ki, şapka sadece memurlara getirilmiş bir mecburiyet değildi. Halk da şapka giymekle mükellef tutulmuştu. Aksi halde M. Kemal’in “bazı kurbanlar vermek”ten sözetmesinin hiçbir manası olmazdı. “Evet bu sözlerin hiçbir manası yoktu” şeklindeki bir itiraz ise, “M. Kemal boş konuştu” demekten farksızdır.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 030.18.1.1.15.61.2.
[2] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, 5. Baskı, Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 220, 221.
[3] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, 5. Baskı, Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 221, 222.
Ayrıca Bakınız;
K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67.
**********
NOT: Şüphesiz yapılan zulümler burada zikrettiklerimizden çok ama çok daha fazladır. Ancak elimizden yalnızca bu kadar geldi. Inşaallah bizden sonrakiler daha fazlasını insanların istifadesine sunacaklardır.
**********
Kadir Çandarlıoğlu
**********
Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:
http://www.belgelerlegercektarih.com
*
*
Leave a reply to Sarhoş Atatürk konusunda Yılmaz Özdil’e Cevap « Belgelerle Gerçek Tarih Cancel reply